Türkiye’de sürekli olarak burjuvazi ve onun sınıf işbirlikçileri tarafından kitlelere göçmen düşmanlığının propaganda edildiği ve “göçmen sorunu” gibi bir başlık altında işçi sınıfının bölünmeye çalışıldığı bu günlerde Ugandalı bir elektrik işçisi sınıf kardeşimiz ile “göçmenlerin yaşadığı sorunlar” üzerine sohbet ettik. Dostumuz, göçmenlerin yaşadıklarını ve Türkiye’de yüzleşmek zorunda kaldıkları sorunları şu şekilde sıraladı: 

[İngilizce’den çevrilmiştir] 

Afrika’da hiçbir güvencemiz yok. Orada çocuk ölüm oranları çok yüksek, iş bulmak çok zor. Ayrıca, Afrika’daki devletlerin yapısında çok ciddi yozlaşma var, Afrikalılar oradaki devletlere güvenmiyor ve orada yaşamayı güvenilir bulmuyor. Dolayısıyla, kimimiz çalışmak ve ailesine para yollamak, kimimiz ise yeni bir hayata başlamak için buraya geliyor.  

Burada da sıkıntılar bitmiyor, sırtımızı dayayacak bir yer zaten yok, tamamen kendi gücümüzle ayakta durmaya çalışıyoruz. Eğer yeterli maddi gücün ve oturum izni, sağlık sigortası gibi devlet tarafından tanınan belgelerin yoksa burada zaten zor olan yaşam daha da zorlaşıyor. Bu belgelere sahip olsan bile göçmen olman, bazı kişiler için bir fırsata dönüşüyor ve sömürülüyorsun, kandırılıyorsun, şiddet görüyorsun, sesini çıkarmanın her türlü yolu da kesiliyor. 

Asgari ücretin altında çalışıyoruz. İyi ve makul koşullarda bir iş bulmak burada da oldukça zor. Göçmen olman bir fırsat olarak görülüyor ve düşük maaşlar teklif ediliyor. Zaten çok seçeneğin yok, hayatta kalmak için ağır koşullarda, işyerinde baskılarla ve asgari ücretin altında bu işleri yapmak zorundasın. Hastalandığında, iş kazası geçirdiğinde ve bir süre çalışamaz duruma geldiğinde ise ilk vazgeçilen sen oluyorsun, işten atılıyorsun. Maaşın ödenmese de patrona bir şey olmuyor.  

İyi bir evde oturmak sadece bir hayal. Emlakçıya gittiğinde senden oturum izni istiyor. Belgelerin yoksa zaten orada bir ev tutamıyorsun. Onun haricinde, kiralar fazlasıyla pahalı. Bu kadar düşük maaşlarla bulabileceğin ev ancak sağlam olmayan, tehlikeli sokaklarda bulunan,  kötünün de kötüsü bir ev oluyor. Kiraları karşılayabilmek için bazen birkaç göçmen aile beraber bir ev tutuyor ve odalarda yaşıyorlar.  

Sağlık hizmetlerinden mahrumuz. Hastaneler eğer sağlık sigortamız yoksa bizi kabul etmiyorlar ve ilgilenmiyor. Doğrudan özel hastanelere yönlendiriliyoruz, onların da bir kısmı ilgilenmiyor, tedavi edenler ise bizi “yabancı” adlı ayrı bir müşteri kategorisine koyarak çok yüksek fiyatlar veriyor. Zaten asgari ücretin altında çalışan ve yüksek kiralar ödeyen bizler bunu karşılayamıyoruz. Tedavi olsan bile bu sefer ilaçları satın alma sorunuyla yüzleşiyorsun. Ağır koşullarda çalışıyor ve kötü koşullarda yaşıyoruz, bu durum ağır hastalıkları ve kazaları da beraberinde getiriyor. Ancak tedavi olamıyoruz, genelde kendi kendimize iyileşmeye çalışıyoruz. 

Dil bariyeri de bizim için ciddi bir problem. Türkçe bilmediğin zaman Türkiye’deki insanların çoğuyla anlaşamıyorsun, sıkıntılarını anlatamıyorsun ve onları dinleyemiyorsun. Aynı yerde yaşıyor, çalışıyor ancak sohbet edemiyorsun. Türkçe öğrenmeye çalışsan bunu yapmak çok zor. Kendini geliştirmeye zaten çalıştığın için vaktin yok. Türkçe eğitimleri de çok pahalı. Kendini böyle bir durumun içinde buluyor ve dil bariyerini kaldıramıyorsun. Dil eğitimi haricinde okullara gidememek de bir sorun. Biz yetişkinler için okula gitmemek ciddi bir problem olmasa da eğitim alamamak göçmen çocuklar için kritik ve tehlikeli bir durum.  

Avrupa Yakası’ndan Bir Köz Okuru