Merhaba, artık yüzü hepimize aşina olan, gördüğümüz zaman içimizde bir sıkıntının başgösterdiği bir kişinin, Vezir Abi’nin çok da kale alınmayan katline dair bir şeyler söylemek gerektiğini düşündüm.
Vezir Muhammed Nourtani ve ailesi malum sebeplerden önce İran’a, sonra burada tutunamadığı için, Türkiye’yi daha yaşanılır sandığı için Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan binlerce Afganistanlı aileden biri.
Kendisi katledildiği için dört çocukla başbaşa kalan dul eşi Kamergül’ün bir gazeteye verdiği röportajdan öğreniyoruz hikayeyi: “Savaştan kaçtık, kaçak yollardan İran’a geçtik, orada bir hayat kurduk, bir gün oğluma araba çarptı, yanlış tedavi nedeniyle bacağı kesildi, davacı olduğumuzda, sınır dışı edileceğimizi öğrendik. Kaçtık…”
Kamergül Hanım Türkiye’ye gelişleri sırasında Van ve Iğdır’da göç idarelerinde ve kamplarda kaldıklarını, ardından ellerine tutuşturulan bir belge ile Zonguldak’a yollandıklarını anlatıyor: “Bir oğlumun bacağı kesik, diğer oğlum sağır ve konuşamıyor, 12 ve 2.5 yaşlarında iki çocuğum daha var. Bu evde çalışabilecek tek kişi vardı, eşimdi.” diyerek özetliyor durumlarını.
Vezir Muhammed Nourtani’nin bir iş cinayetinde vahşice öldürülmesi sonrası da adalet aramaya devam eden Kamergül Maliki Nourtani’nin davanın karar duruşmasındaki son sözleri: “Bir söz hakkı bile vermediler. Her konuştuğumda susuturuldum, boşuna geldiğimi düşünüyorum. Hakan’ın avukatları kaç kez çantayla gelip para teklif ettiler. Mahkeme hakkımızı teslim eder diye kabul etmedik.”
Vezir, dört çocuk, bir eş ile 6 kişilik ailesini geçindirmek için kaçak mı yasal mı bakmadan yevmiye ile çalışacağı bir maden ocağı buluyor ve çalışmaya başlıyor. Maden kaçak, sahibi “milliyetçi” ama mühürlü madenin mührünü kırıp madeni kaçak çalıştırmakta ve her gün küfrettiği mültecileri çalıştırmakta beis görmüyor. Çünkü para kazanmak, daha çok kazanmak istiyor, sermayesini katlamak istiyor. İlginçtir ki Zonguldak gibi ülkede en çok kömür çıkarılan bir havzada yüzlerce kaçak maden var ve yine ilginçtir ki kollluk kuvvetleri bu madenlerden haberlerinin olmadığını söylüyor. Bunun sebebini AKP Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay’ın, Suriyeli göçmenler için söylediği; “çok önemli bazı yerlerden Suriyelileri bir çekin, Suriyeliler bir gitsin ülke ekonomisi çöker” beyanında bulabiliriz. Çünkü sermaye sahipleri için ucuz, sigortasız, masrafsız, en ucuz iş gücü mültecilerdir. İktidar da bunun bilincinde ve zaten hayattan en büyük beklentisi ‘hayatta kalmak’ olan mültecileri küçük büyük sermaye sahiplerine pazarlamakta. Böylelikle patron daha çok kazanıp, iktidara daha çok destek vermekte. Sanırım Vezir Abi’nin çalıştırıldığı kaçak maden ocağının sahibinin eski MHP Gelik ilçe başkanı olması bu durumu çok iyi özetliyor.
Vezir Muhammed Nourtani’nin cenazesinde yapılan otopside özellikle sol böbreğin olduğu kısmın yanmış olması nedeniyle böbreğin alındığını mahkeme esnasında ispatlanamadı. Cenazesinin yakıldığı esnada henüz canlı olup olmadığı da yargılama sürecinde tespit edilemedi. Vezir Abi’yi katledenlerin söyledikleri doğru sayılsa bile ortada net bir şekilde bir iş cinayeti var ve hepimiz biliyoruz ki böyle bir durumda kalan kişi Türkiyeli olsaydı yapılacak ilk iş kişiyi en yakın hastaneye götürmek olurdu. Vezir Muhammed Nourtani’nin hastahaneye götürülmeyip yakılarak katledilmesinin tek nedeninin mülteci, göçmen bir işçi, dolayısıyla ‘sahipsiz’ olması. Yakarak katleden altı katilin de bu sahipsizliği bildiği için umarsızca davrandığı, hastahaneden daha uzakta olan benzin istasyonuna gidip benzin aldıkları, içmek için içki ve çerez aldıkları çok belli.
Katillerin düşüncelerinde haklı oldukları dava sürecinde kanıtlandı maalesef. Çünkü gerçekten de bir avuç insan ve birkaç kurum dışından kimse Vezir Muhammed Nourtani’nin yakılarak katledilmesini görmedi, görmek istemedi. İsminde mülteci, hak, devrim vs. bulunan çoğunluk bu vahşeti, bu vahşetin sebeplerini, bu vahşetin sonuçlarını görmek istemedi, görmedi maalesef.
Ben toplamda altı duruşmanın son dört davasına İzmir’den İzmir Mülteci Dayanışma Platformu adına katılma fırsatı buldum. İlk duruşmadan itibaren davayı takip eden ve ikinci duruşmada davaya müdahil olmak isteyen İzmir Barosu reddedildikten sonra talepte bulunmamıza rağmen davaya gözlemci olarak dahi olsa katılma ihtiyacı duymadı mesela. Ortada en hafif tanımlama ile ‘iş cinayeti’ olmasına rağmen hiç bir sendika davayı takip etmedi mesela. Davayı kim takip etti peki? Davayı aralıklarla da olsa Emek Partisi, davayı baştan sona DEM Parti Milletvekili Özgül Saki, şu an Silivri’de rehin tutulan Ercüment Akdeniz, davayı yine baştan sona İstanbul merkezli kurulan Göçmen ve Mülteci Dayanışma Ağı, İzmir Mülteci Dayanışma Platformu ve Zonguldak’tan iki yerel basın emekçisi Zeynep ve Cevat takip etti. Davayı bildiğim kadarıyla başka da takip eden olmadı. Odalar yoktu, barolar yoktu ve en önemlisi sendikalar yoktu. Çünkü sendikalar kaçak madende çalışan hiç kimseyle ilgilenmiyor bu ülkede. Çünkü sendikalar, gerçek sendikacılıktan ziyade “işyeri kaçaksa zaten çalışanlar da kaçak çalışıyordur, dolayısıyla sigortasız çalıştıkları için sendikaya üye olup aidat verme ihtimalleri yok, aidat vermeyen işçiden bize ne” gibi ahlâksız bir düşünceye sahipler. İşçi hakkından anladıkları; aidat verebilen işçi olduğu için, işçi yeraltında çalışıp yakılarak katledilse bile kendi kapsama alanlarında görmüyorlar.
11 Nisan’da karar duruşması görüldü yakılarak katledilen, dört çocuklu, yüzü hepimize aşina olmuş Vezir Abi’nin. Mahkeme altı katilin ikisine 5 yıl 8 ay, birine 4 yıl 6 ay, ikisine 2 yıl, birine de mahkemedeki “iyi halli” tutumunu göz önüne alıp indirim yaparak 1 yıl 8 ay gibi ödül sayılacak “cezalar” verdi. Bu cezalar verilirken sanki Vezir Muhammed Nourtani’ye bir insan değilmiş de delil karartmak için yok edilen bir evrakmış muamelesi yapıldı. Çünkü mültecileri sadece ucuz işgücü, gerekirse koz olarak gören ve bu şekilde davranan devletin savcısı mütalaasında olayın sadece kaçak maden ocağının ortaya çıkmasından korkan bir kaç masum istihdam sağlayıcı tarafından, panikle yapıldığını söylemişti ve elbette mahkeme de bu minvalde karar verdi.
İşçi olmanın herhangi bir millete tabii olmakla ilgisinin olmadığını, bunun herhangi bir işyerinde çalışan herkesle ilgili olduğunu, bunun bir işçi sınıfı meselesi olduğunu anlamazsak elbette Türkiye mahkemeleri böyle kararlar verir, verecektir. Bu dava özelinde böyle ödül gibi cezalar değil de insan yakmak gibi canice bir suça karşılık gelen cezalar verilseydi bu sermaye için kötü örnek oluşturacaktı ama şimdi verilen mahkeme kararıyla ilan ediliyor ki; “siz patronlar, işçileri dilediğiniz kadar, dilediğini ücretle çalıştırabilirsiniz, işçinin başına bir şey gelirse sıkıntı olmaz, hatta bu işçi mülteci ise isterseniz yakabilirsiniz, cenazeleriyol kenarına çöp gibi atabilirsiniz, arkanızdayız.”
Bizler işçinin hangi sendikada olduğuna, hangi partiye oy atmış olduğuna, hangi milletten, hangi ülkeden olduğuna baktığımız sürece iktidarlar aygıtları aracılığıyla işvereni, sermayeyi elbette koruyacaktır.
Şimdi bu dava istinaf sürecinde. Olur da dava yeniden görülürse bu dava özelinde belki çok geç kaldık ama yine de sendikaları, baroları vs. boş verip sınıfımızın en çok ezilen parçası mülteci işçi hakları konusunda yapabileceklerimiz var; davayı baştan beri takip eden, müdahil olmak isteyip de engellenen, yine de mülteci emeğinin, işçi haklarının savunulması, korunması gerektiğini düşünerek yola çıkan kurumlar, platformlar ile birlikte hareket edebilir, Vezir Muhammed Nourtani’nin yakılarak katledilmesini ve davayı daha fazla görünür kılıp işbirliği içinde işçileri yok sayanlara karşı bir dayanışma gösterebiliriz. Çünkü başka türlü olmayacak. Sanırım bu işin ortası yok; ya bu ahlâksız sermaye düzeni ve bu düzenden nemalanan patronlar, devletle birlikte kurmuş oldukları düzen ile bizlerin cesetlerinden bile kâr sağlayacak ya da bizler birlik olup bu ahlâksız sömürüye dur diyeceğiz.
Göçmen İşçiler Sınıf Kardeşimizdir
İzmir’den bir Köz Okuru