19 Aralık’ın üzerinden tam on dokuz yıl geçti. Tam on dokuz sene önce Bayrampaşa’da, Ümraniye’de, Çanakkale’de, Bursa’da, Çankırı’da, Uşak’ta, Ceyhan’da ve diğer zindanlarda devlet devrimcilere saldırdı. Devlet, helikopterlerle, iş makinalarıyla, lav silahlarıyla saldırdı. İşte 19 Aralık 2000 katil devletin 28 devrimcinin canını aldığı bu operasyonun tarihi oldu. 19 Aralık saldırısına maruz kalan, devleti yıkmak için örgütlenen ve mücadele eden, devlet tarafından kendi varlığı için bir tehdit olarak görülen tutsak düşmüş örgütlü devrimcilerdi ve devrim için öldüler. Bugün bizler üniversitelerden komünistler olarak, örgütlü bir şekilde düşmana karşı savaşan devrimcileri anıyor ve onların bıraktığı mirasın ancak devrimci partinin yaratılması mücadelesinden geçtiğini biliyoruz.

Bu bir sınıf savaşıdır, bugün Kürtlerin esaretinden söz etmeden insanca yaşam talebinde bulunanlar o günde meseleyi insan hakları ve demokrasi kurallarının ihlaline indirgemişlerdi. Oysa ki sadece insan hakları ve demokrasi savunanların hiçbir zaman sınıf savaşından yana olmadıkları, olmayacakları bellidir. Onlar dün olduğu gibi bugünde burjuva egemenliğinde bir burjuva «sosyal, demokratik» devletten yanalar, bu yüzden de «barış hemen şimdi» demektedirler. Reformistler , demokratik talepleri her türden eşitsizliğin olduğu bir egemen devletten istemektedirler. Komünistler ise her türden eşitsizliği ortadan kalkması için komünist bir dünyaya ihtiyaç olduğunu ve bu dünyaya ulaşma yolunda ise gerekli olan ilk şeyin komünist bir önderlik  olduğunu bilmektedirler.

Devrimci tutsaklara yapılan katliamın muhasebesi komünistlerin hala yapması gereken bir muhasebedir. Düşmanın her türden saldırısına işçi sınıfının örgütlenmesi gereken çok çeşitli iş yerlerinde, fabrikalarda, varoşlarda yanıt verilebilirdi. Eğer bu öncelikli alanlarda mevziler olsaydı, örgütlü işçiler fabrikaları işgal eder, varoşlarda barikatlar kurar, kendi öncüsüne yapılan bu saldırılara düşmanın hak ettiği cevabı verirdi, veya düşman böyle bir saldırıya cesaret edemezdi. Şu gerçeği kabul etmek gerekir; bir kez daha yenildik(!) ve bu yenilgi seksenden sonra devrimci hareketlerin en büyük yenilgisidir. Bu yenilgi moral bozukluğu veya umutsuzluk yaratacağı yerde, düşmana karşı daha da sınıf kinini ve öfkesini arttırarak, dökülen kanların hesabını soracak sınıf kavgasını ete kemiğe büründürmelidir. Düşmanın baskı, işkence ve katliamları gücünden değil, korkusundandır. Yeter ki biz komünist devrimciler sınıfa önderlik yapacak bir öncü irade yaratılması yolunda sorumluluklarımızın daha da arttığı bilinciyle gücümüze güç katalım. Sınıflar ortadan kaldırılıncaya kadar sınıf savaşı devam edecektir. Sınıf savaşını zaferle taçlandırmak komünistlerin boynunun borcudur.

Gerçeğe gözlerini kapayanlar değil gerçeği anlatma cesaretini gösterenler ancak devrimci bir politik hat yaratmaya, işçi sınıfının önderlik sorununu çözmeye adaydırlar. Emperyalist zincirin kırılacak halkası ayaklarımızın altındadır. Zincirin bu halkadan kırılması sadece bu halkanın kırılmasıyla kalmayacaktır. Bütün bunların olması için öncelikle yerine getirilmesi gereken koşul Ekim Devrimi’nden Bolşeviklerin çıkartıp Komünist Enternasyonal belgelerine kaydettiği derslerle donanmış bir komünist partinin yaratılmasıdır; sonra da bu partinin emperyalist zincirin kırılması anlamına gelecek olan proleter devriminin önderliği konumuna ulaşmasını sağlamaktır.

O nedenle bu topraklardaki komünistlerin acil ve öncelikli ödevi hala bayrağına “Tek Yol Devrim!” şiarını yazacak olan bu partinin kurulmasını sağlamaktır.

Yaşasın Komünistlerin Birliği!

Üniversitelerden Komünistler