Kürdistan özelinde dört ilhakçı devletin üzerinde durduğu zeminin çatırdamasına ilişkin tespitimiz salt bu dört devletin iç dinamikleriyle açıklanamaz. Tarihsel bir gözle bakıldığında bu dört devletin birbirinden farklılıklar içerse de hepsini darboğaza sokan asıl gelişmenin asıl olarak uluslararası düzlemde olduğu, buradaki temel faktörün emperyalizmin krizi olduğu tespit edilmelidir.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı, savaşın galibi blokun başını çeken ABD’nin çizdiği ve onun SSCB ile kurduğu güç dengelerinin de belirlediği 1945 sonrası oluşan yeni bir emperyalist statüko ile nihayete ermişti. Bu yeni statükoyu sadece dünyanın yeniden paylaşılması değil, aynı zamanda bu yeni paylaşımı bağıtlayan uluslararası kurumlar da tescillemişti. BM’den NATO’ya emperyalistler arasındaki güç dengesinin ürünü emperyalist teşkilatlar tam olarak böyle bir dönemde kuruldu ve şekillendi.

Ortadoğu’da İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında oluşan sınırlar ve kurulan devletler de tam olarak yine böyle bir dönemin mahsulü. Bugün bu devletlerin dikiş tutmayan, zora girmiş, sınırlarını, siyasal egemenliklerini yahut bütünlüklerini koruyamaz, varlığı tehdit altında devletler hâline gelmesi de esas olarak ABD’nin sınırlarını çizdiği emperyalist statükonun yıpranmış hâle gelmesi ile alakalı. ABD’nin karşısına dikilen yeni emperyalist güçlerin yarattığı rekabet ve basınç emperyalistler arasında paylaşım kavgasını kızıştırdı, Ortadoğu’daki pek çok devlet emperyalistler arası paylaşım kavgalarının doğrudan belirlediği savaşların sahnesi oldu.

Bu koşullarda sadece çaptan düşen bir ABD’den değil, ABD’nin belirleyicisi olduğu ve diğer emperyalistlerin de otoritesini tanıdığı tüm kurumların da tel tel dökülmekte, otorite ve anlamlarını yitirmekte olduğundan da bahsedilmeli.

ABD’nin muhafızı olduğu statükonun, sınırların, kurumların yaşadığı sarsılmadan İsrail’in azade olacağı da düşünülmemeli. 7 Ekim 2023’te HAMAS’ın başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında Gazze’de yaşanan savaş İsrail’in de kırılganlığını gösterdi. 7 Ekim’in üzerinden neredeyse bir buçuk yıl geçtikten sonra İsrail’in tüm bu süreçten karlı çıktığı yönündeki analizler solda da karşılık bulurken aslında savaşın sürdüğü zaman dilimi bilakis İsrail’i daha kırılgan, savunmasız, ABD’nin korumasına daha muhtaç hâle soktu. İsrail’in kendisi için adeta bir çıbanbaşı olan Gazze’nin önemli bir kısmını yerle bir etmesi, HAMAS’a ağır kayıplar verdirtmesi, Lübnan’da Hizbullah’ı askerî olarak sıkıştırması ve Lübnan’da kolaylıkla askerî saldırılar yapabilir hâle gelmesi, Yemen’i hedef alarak vurması ve esas itibari ile İran’a geri adım attırmış olması İsrail’in bu savaştan zaferle ayrıldığı/ayrılacağı yönünde görüşlerin ve beklentilerin güç kazanmasına neden oldu. Ancak bu görünendir ve gerçekle görünen arasında bariz bir fark var.

Aynı İsrail’de hem Aksa Tufanı öncesinde hem de sonrasında şiddetli bir siyasal kriz ve kitlesel protestolar yaşanıyordu. Bir çeşit seferberlikle daha fazla insanı silah altına almak zorunda kalan ve daha yoğun bir askerîleşmenin yaşandığı İsrail’de bu durumun bahsettiğimiz krizi daha fazla derinleştirmesi beklenmelidir.

Aksa Tufanı öncesinde komşu Arap devletleriyle arasını düzeltmek için diplomatik adımlar atan İsrail savaşın şiddetlenmesi ile, zayıflayan bir ABD’nin eteklerine yapışmak zorunda kaldı. Üstelik ABD de kendisine muhtaç kıldığı İsrail’in etrafındaki kuşatmadan, uluslararası düzlemde yaşadığı yalnızlaşmadan memnun. Herşey bir yana, Türkiye ve İran gibi köklü imparatorlukların bakiyesi olan devletlerin aksine son derece suni bir biçimde zayıf temeller üzerine 1948’de kurulan İsrail’in sürekli savaş ve seferberlik hâlinde bir devlet olması sürdürülebilir olmayan güçlükler yaratmakta. Böyle bir İsrail’in bağımsız bir Kürdistan kurmak gibi bir planı olmadığı gibi bu yolda adımlar atması da, hâlihazırda Kürdistan’ın batı ve güneyindeki kuvvetlere karşılıksız askerî destek sunması da imkânsızdır.

Netice itibariyle ABD’nin emperyalist paylaşım kavgasında eli zayıflarken, ABD’nin sınırlarını belirlediği emperyalist statüko her yerinden su alırken ve bu sorunu gidermekle mesûl İsrail ile neredeyse aynı evrede kurulmuş uluslararası emperyalist teşkilatlar alay konusu hâlindeyken, ABD’nin uşağı olmaktan başka çaresi ve rolü kalmayan bir İsrail’in Ortadoğu’da güç ve istikrar odağı olacağını düşünmek bir yanılgı olacaktır.

Dolayısıyla Gazze’de yaşanan katliam ve yıkımlara rağmen Ortadoğu’daki devletsiz iki büyük ulustan biri olan Filistin’deki ulusal davasının külleneceğini değil, zora düşmüş bir devlet karşısında yeniden ve yeniden ateşleneceğini beklemek icap eder.