2009’dan bu yana düzenlediğimiz Ekim Devrimi Tartışmaları’nın 2024 Ankara ayağını, Sosyalistler Partisi (SOLDEP) ile birlikte, “Ortadoğu’da Paylaşım Kavgası” başlığında bir tartışma ile gerçekleştirdik. 2 Kasım Cumartesi günü SOLDEP Genel Merkezi’nde düzenlediğimiz panele yaklaşık 30 kişi katıldı.

Paneli düzenleyeceğimiz alana asmak üzere “Kürdistan ve Filistin Özgür Olmadan Ortadoğu’ya Barış Gelmez!” ve “Bindestıya Kurdan, Bindestıya Karkeran e!” şiarlı ozalitler hazırladık. Ayrıca gazetemizin son sayısının ve broşürlerimizin yer aldığı bir stant da kurduk. Gazetemizi ve broşürlerimizi katılımcılara ulaştırdık.

Panelimiz devrim mücadelesinde yitirdiklerimiz anısına saygı duruşu ve Enternasyonal’in okunması ile başladı. Moderatör yoldaş, şu sözlerle bir giriş yaptı:

“2009 yılından beri düzenlediğimiz bu panellerde gayemiz, onlarca yıl önce gerçekleşmiş tarihsel bir olayı yad etmek, anmak değil. Ekim Devrimi’nin geçmişte kalmış tarihsel bir olgu değil, bugün de komünistlere yol gösteren bir politik pusula olduğunu savunuyoruz.

Bugün dünya çapında devrimci durum yayılırken, devrimci durumun en şiddetli haline ise Ortadoğu coğrafyasında şahitlik ediyoruz. Bu dinamiklerin Ortadoğu coğrafyasında daha şiddetli görülmesinin birçok nedeni var: ezilen ulusların mücadelesi, emperyalistler arası paylaşım kavgasının burada yoğunlaşması, yönetenlerin krizi… Burada emperyalistlerin bekçisi olarak kurulmuş ezen ulus devletlerinin içine düştüğü siyasal kriz, devrimciler için büyük bir fırsat. Bu fırsatı değerlendirmek için Ekim Devrimi’nin derslerinden daha faydalı bir kaynak yok. Ekim Devrimi Tartışmalarını da bu niyetle düzenliyoruz.”

Panelde ilk sözü alan Köz konuşmacısı, şu vurguları yaptı:

“Bugün Ortadoğu’da paylaşım kavgası dediğimizde, başlıca gündem Filistin sorunu. Bu sorunda biz komünistler, bağımsız-birleşik-laik bir Filistin’i savunuyor, İsrail ve Ürdün devletleri yıkılmadan bu sorunun çözülemeyeceğini dile getiriyoruz. Sol hareketlerin Filistin konusundaki tutumlarına baktığımızda ise iki ana grup görüyoruz. Birinci grup, sorunun iki tarafında da farklı emperyalist güçleri görüyor ve bunlardan herhangi birinin yanında konumlanamayacağını söyleyerek tarafsız/tutumsuz kalıyor. İkinci bir grup ise ABD’nin bir tarafında yer aldığı bu savaşta, ABD’nin karşısında yer alan HAMAS ve Hizbullah gibi hareketleri desteklemeyi anti-emperyalizm olarak pazarlıyor. Biri diğerinden daha az sorunlu olmayan bu iki tutumun karşısında, biz ise farklı bir perspektiften bakıyoruz.

Emperyalistler, krizden çıkmak için savaşmak zorundadır. Bu savaş, kimi oportünistlerin savunduğu gibi mazlum halkları hedef alan topyekun bir emperyalist saldırganlık demek değildir. Bu savaşlarda kanları dökülenler emekçiler ve ezilenler olsa da, emperyalistler, esas itibariyle kendi aralarında savaşırlar. Emperyalistler arası rekabetten doğan bu çatışma, devrimciler için bir fırsattır.

Ortadoğu’daki bu çatışma bugün başlamadı. On yıllardır süren bu kavgada, emperyalistler bugüne dek dört farklı çözüm projesi denediler. Bu projelerin tamamı çöktü.

ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” olarak da isimlendirilen Ortadoğu’yu baştan dizayn etme planı, 2008 yılı civarında tamamen çöktü.

ABD’nin direkt değil, maşaları vesilesiyle uygulamaya koyduğu dizayn planı da aynı başarısızlıkla sonuçlandı.

Üçüncü proje, “barış içinde yaşama” planıydı. Arafat ile İsrail’in masaya oturduğu, Hizbullah-ABD-İsrail’in çatışmaya son vermek için adım attığı bu proje de son tahlilde çöktü.

Dördüncü proje, Kürtleri imha projesiydi. Bu proje, Kürdistan’ın dört parçasında da çöktü. Rojava düşmedi. Rojhilat sessizliğe teslim olmadı. Başur’da özerklik elde edildi. Bakur’daki dinamik bitirilemedi.

Bunların yanı sıra Türkiye’deki siyasal tabloya da ayrıca bakmak gerekir. 2015’ten bu yana toplumsal muhalefeti hedef alan ve kapsamı genişleyen bir içsavaş sürüyor. 2002’de demokratikleşme ve AB’ye girme hedefiyle yola çıkan AKP, bu projesinde başarısız oldu. Bu süreçte toplumsal muhalefet güç kazandı. Bu başarısızlık neticesinde ABD Erdoğan’dan vazgeçip yeni aktörlerle yola devam etmek isterken, Erdoğan da MHP ile kurduğu ittifak sonucunda kendi krizini derinleştirdi. İçsavaşta güç kaybeden, bugün içsavaşı bitirmek istemesine rağmen bitiremeyen bir Erdoğan ve bu girişimleri baltalayan bir Bahçeli var. İçsavaş, Erdoğan’ın aleyhine ilerliyor.

Dünya çapındaki siyasal tabloya bakıldığında, zayıflayan bir ABD, derinleşen bir paylaşım kavgası görülüyor. Bu kavga, Üçüncü Paylaşım Savaşı’nı çağırıyor fakat safların belirsizliği bu savaşı engelliyor. Çin’in Ukrayna-Rusya savaşında Rusya’ya beklenen desteği vermemesi, İsrail-HAMAS-Hizbullah savaşında İran ve Rusya’nın doğrudan savaşa dahil olmaması, bu tabloyu gösteriyor. Fakat bu belirsizliğin ve isteksizliğin ötelediği paylaşım savaşı olmaksızın, bu paylaşım krizinin çözülmesi de imkansız.

Bu tabloya bakıldığında anti-emperyalist mücadele başlıca gündem. Fakat Kautsky’nin ultra-emperyalizm tezinin geçer akçe olduğu bu dönemde, ABD’ye vurmak anti-emperyalizmle eşitleniyor. Dün “Diren Saddam seninleyiz” diyenler, bugün de aynı telden çalıyor. Fakat leninist emperyalizm teorisi bu yaklaşımı yanlışlamıştır. Emperyalistler arası çatışmanın mevcudiyetini temel alan leninist yaklaşım, “Bu olayın gerçek tarafları kim” sorusuna cevap arar.

İşgale karşı direniş meşrudur. Fakat meşru bir direniş ile doğrudan destek verilecek bir mücadele arasındaki farkları ortaya koymak gerekir. Komintern, belirlediği üç şart ile bu ayrımı sağlamıştır.

Bugün Türkiye’de anti-emperyalist mücadele yürütmek isteyenlerin birinci sorumluluğu, “Asıl düşman kendi yurdunda” demektir; kendi devletini karşına almaktır. Filistin’e lafzi değil hakiki destek, hükümete karşı mücadeleyi büyütmekten, “İşgalci İsrail Filistin’den, işgalci TC Kürdistan’dan defol” şiarını yükseltmekten, bu devleti yıkmaksızın Filistin’in yanında duramayacağımızı bilmekten ve bunun için mücadele etmekten geçer.”

Köz’ün ardından SOLDEP konuşmacısı söze başladı:

“1850’lerden itibaren kapitalizm emperyalizm evresine ilerliyor. Bu evrede proleterleşme de hız kazanıyor. Bu evrede krizler de ortaya çıkıyor. Krizler, savaşa yol açıyor.

Lenin’in en büyük başarısı krizlere müdahalede bulunacak devrimci bir odağı yaratmasıdır. Krizi derinleştirmek üzere hareket eden Lenin, “Asıl düşman kendi yurdunda” şiarıyla hareket etmiştir.

İşçi sınıfının talepleri ile Çarlık arasında bir çatışma mevcutken, Japon-Rus Savaşı’ndaki yenilginin tetiklemesiyle 1905 Devrimi gerçekleşmiştir. 1905’te, devrimci önderlik krizi görülmüştür.

Birinci Paylaşım Savaşı sırasında Çarlık tamamen devrilmiş, geçici hükümet kurulmuştur. Fakat geçici hükümet de aynı emperyalist hayalleri sürdürmüştür. Bolşevikler bu süreçte “Tüm iktidar sovyetlere” diyerek hareket etmiştir. Bunun neticesinde gerçekleşen Ekim Devrimi, emperyalistler için bir savaş korkusu yaratmıştır.

Bolşeviklerin çizgisi, “Savaşlara devrim son verecek” çizgisidir.”

Sunumların ardından soru-görüş bölümüne geçildi. Şu sorular soruldu:

“Emperyalistlerin krizinden söz ettiniz fakat emperyalistler iktisadi olarak büyümeye devam ediyorlar. Krizden kastınız tam olarak nedir?”

“Bolşeviklerle II. Enternasyonalcilerin savaşa dair tutum farkı, Türkiye’de bugün hep karşımıza çıkıyor. Bu ayrımı açar mısınız?”

“Dillendirilen ‘Nehirden denize özgür Filistin’ sloganı,Yahudileri yok etmeye varacak bir slogan değil midir?”

“Bugün Türkiye’de Filistin’e dair birçok eylem olurken, aynı kesimlerce neden Kürdistan hiç gündem edilmiyor?”

“Savaşanların ‘barış’ deme hakkı yok mudur? Bu reformizm midir?”

Soru-görüş bölümünün ve kısa bir aranın ardından ikinci tura geçildi. İkinci turda ilk sözü SOLDEP aldı:

“Ne için savaştığını bilirsen, barış deme hakkın vardır. Reformizm değildir.

CHP, Kürt sorununda devletçi refleks gösteren bir yapıdır.

Kürt sorunu bir kırmızı çizgi; ona dair konuşmak bir siyasal iddia gerektiriyor. Ama Filistin hakkında konuşmak ve eyleme geçmek de göründüğü kadar rahat değil. Hükümeti teşhir ettiğinizde onun hedefi haline geliyorsunuz.

Ortadoğu’da bir hegemonya mücadelesi var. Burada taraflar grift. İndirgemecilik, tarafları göz ardı eden bir yaklaşım, anti-emperyalizm konusunda bir kafa karışıklığına yol açıyor. Ukrayna-Rusya Savaşı’nda üniformalarına sovyet bayrağı diken Rus askerlerine bakıp destek sebebi gören bir sol söz konusu.

YPG-ABD ortak görüntülerine ilişkin şoven tespitler, ulusal hareketlerin sınıfsal analizini ıskalıyor.

Ezilenlerin şiddetini kınamak için yarışa giren bir sol var. Ama bodrumlarda katledilenler söz konusu olduğunda suspuslar.”

Panelde son sözü Köz aldı:

“Emperyalistler arası çatışma düzleminden bakmaksızın, başka bir düzlemdeki herhangi bir siyasal çatışmaya ilişkin isabetli bir analiz yapamazsınız.

‘Nehirden denize özgür Filistin’ sloganını sahiplenmiyoruz. Fakat bu slogan Yahudilere yaşam hakkı tanımıyor değil. Bizim sahiplenmiyor oluşumuzun nedeni, bunun eksik bir slogan olması. Ürdün devletini görmezden gelmesi. Biz, tüm ulusların özgürce yaşayabileceği bağımsız-birleşik-laik bir Filistin’i savunuyoruz.

Devrimciliği tanımlamalıyız. Devrimcilik, burjuva devleti yıkıp sovyet iktidarını kurma mücadelesidir. Yıkmak istediğimiz devlet, bir silah tekelidir. Dolayısıyla bu mücadelede yolumuz silahlı mücadeledir. Bu mücadelede bize lazım olan da bir savaş aygıtıdır, leninist partidir. Ancak bu hususlarda tereddütü olmayanlar bu partide buluşabilir.

Enternasyonalizm, destek beyanı demek değildir. Dayanışmadan da farklıdır. Emperyalizme karşı uluslararası bir mücadele için, merkeziyetçi ve kararları bağlayıcı bir dünya partisine ihtiyaç vardır. Bu parti 1919’da kurulmuştur.

Bu topraklarda bir Kürdistan sorunu vardır. İçinde yaşadığımız, Kürdistan’ın en büyük parçasını ilhak eden, emperyalistlerin müsaadesi ve teşvikiyle kurulmuş bir ezen ulus devletidir. Bugün devrimcilikten söz ederken, ilhakçı TC’nin yıkılmasını, bağımsız ve birleşik Kürdistan’ı savunmak zorundasınız. Devrimci olmadan anti-emperyalist olunmaz.

UKKTH, devlet hakkıdır. Kürtler, ancak Kürdistan kurulduktan sonra kaderlerini tayin edebilirler. Bugün çıkıp “Biz TC’den, İran’dan, Suriye’den ayrılmak istemiyoruz” diyemezler. Bu kararı da ancak bir devlete sahip olduktan sonra verebilirler. Devlet hakkı ve referandum birbirinden farklıdır.

Barış hakkı, savaşanların elindedir. YPG Esad ile de ABD ile de masaya oturabilir, meşrudur. Fakat bağımsız ve birleşik Kürdistan mücadelesini yürütecek bir komünist parti mevcut olduğu durumda, bu alternatifler gündemi olamaz.

Komintern’den miras aldığımız bu devrimci çizgiyi savunanlarla birleşmek, devrimci bir partiyi inşa etmek birlikte mücadele etmek istiyoruz.”

Köz konuşmasının ardından panel sona erdi. Katılanların ilgiyle takip ettiği panelimizin ardından da tartışmalar sürdü.

Yolumuz Ekim Devrimi’nin Yoludur!

Barış için Tek Yol Devrim!

Bolşevizm Kazanacak!

Ankara’dan Komünistler