“… Emperyalizm çağı bugünkü savaşı emperyalist bir savaş yapmıştır ve bu çağ (sosyalizm gelmediği sürece) kaçınılmaz olarak yeni emperyalist savaşlar üretecektir.” (Lenin, 1916)

Emperyalizm çağında kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası şiddetlenir. Emperyalizm çağında, bu yasa bazı ülkelerin diğerlerine oranla sıçramalı gelişmesinde, bir ülkenin bir diğeri tarafından dünya pazarından hızlı bir şekilde atılmasında, emperyalist kamptaki çatışmaların derinleşmesi ve ağırlaştırılmasında, zaten paylaşılmış olan dünyanın periyodik olarak savaşlarla yeniden paylaşılmasında ifadesini bulur. Bilimsel komünizm, kapitalist dünya ekonomik sisteminin, genel bunalım ve savaş unsurlarını içinde barındırdığını, bunun sonucu olarak zamanımızda dünya kapitalizminin gelişiminin pürüzsüz ve eşit bir ileriye doğru hareket biçiminde gerçekleşmediği, tam tersine krizler ve savaş felaketlerinden geçerek gelişmek zorunda olduğunu ortaya koymuş ve tarih de bunu acı deneyimlerle tekrar tekrar doğrulamıştır. Kapitalist ülkelerin eşitsiz gelişimi emperyalist dünya sisteminde belli bir zaman dilimi boyunca geçerli olan güçler dengesinin bozulmasına yol açar. Bunun sonucunda da ham madde kaynakları ve pazarların paylaşımı açısından eski eski durumu artık kabul edilemez olarak görmeye başlayan (halk deyimiyle “biti kanlanan”) kapitalist ülkeler kaçınılmaz olarak durumu değiştirme ve dünyayı (ham madde kaynaklarını, pazarları, nüfuz alanlarını, vb.) kendi yararlarına “yeniden paylaşma” denemelerine girişirler. Ve hepsi de dişinden tırnağına kadar silahlanmış olduğu için bunu silah zoruyla yapmak zorundadırlar. Sonuç, kapitalist dünyanın düşman kamplara bölünmesi ve aralarında savaşın patlak vermesidir. Günümüzde güç dengelerindeki değişiklikler emperyalist güçlerin arasındaki çelişmelerin keskinleşmesini ve dünyanın yeniden paylaşılması dalaşlarının yoğunlaşmasını beraberinde getiriyor. Bugün emperyalist büyük güçler birbirlerinin nüfuz alanlarını ele geçirme mücadelesi ekonomik ambargolar/ticari savaşlar ve dünyanın değişik bağımlı ülkelerinde yerli işbirlikçiler üzerinden yürütülen temsilci savaşları, yargı darbeleri, askeri darbeler vs. üzerinden yürüyor. Değişen güç dengeleri içinde sadece büyük güçler değil “bölgesel güç” denilen kapitalist ülkeler de konumlarını yeniden belirlemeye çalışıyor ve kavgaya silahla dahil oluyorlar. Paramparça edilen ve korkunç bir yıkıma uğratılan Suriye örneğinde olduğu gibi devam eden yeniden paylaşım kavgalarından azami kazanım elde etmek için hiçbir şeyden kaçınmıyorlar. Bunlar büyük akbabaların ganimeti paylaşma kavgasına küçük ama gözünü kan bürümüş yırtıcılar olarak dahil olmaya çalışıyorlar ve böylece emperyalist sistemin çelişkilerini daha da keskinleştirip karmaşıklaştırıyorlar. Askeri harcamaların dünya çapında görülmemiş derecede yükseliyor, fiili ilhak ve işgaller artıyor, büyük emperyalist güçlerin kışkırttığı ve daha küçüklerinin de büyük bir azimle dahil olduğu “vekalet savaşı” denilen kanlı hesaplaşmalarla yeni bir dünya savaşının provaları yapılıyor. Türk tekelci burjuvazisi de bu paylaşım savaşında yerini almak istiyor, (bütün hızıyla yürüyen yeniden paylaşım dalaşında bağımsız bir siyasi aktör olarak rol oynamak istiyor! Kurtlar sofrasında yer almak, yeniden paylaşım pastasından alınabilecek en büyük payı almak, tekelci burjuvazinin planı, programıdır.) Bunun için dışarıda saldırgan, işgalci bir siyaset izlenirken, içeride yoğun faşist baskılara başvuruluyor, “savunma sanayii” adı altında savaş sanayisini geliştiriyor, iktidar ve muhalefetteki bütün burjuva partileri “güvenliğimiz sınırın ötesinde başlar” türünden emperyalist doktrinlerle emperyalist paylaşımdan pay kapmak istiyorlar. Gerçekte kapitalistlerin kendi çıkarları uğrunda yürüttükleri bütün bu savaş kışkırtmasına itaatkarca boyun eğmek, işçi sınıfına, ezilen ve sömürülen kitlelere, ölümden, muazzam boyutta yıkımlardan, başka halkları yağmalamanın utancından ve daha fazla yoksullaşmaktan başka bir şey kazandırmayacaktır. Tüm dünyayı yağmalayan en büyük, en zengin emperyalist ülkelerde dev tekeller savaştan muazzam kârlar elde ederken, savaş cephelerinden geri dönmeyi başarabilen askerler sokaklarda “evsiz” kitleleri olarak sürünmektedir. Burjuva teorisyenleri savaşların hep varolageldiğini ve sonsuza dek süreceğini, savaşın “insanlık tarihi ile başlayan ve her zaman güncelliğini koruyacak bir olgu” olduğunu vaaz ederler. Ama bu doğru değildir. Savaşlar, üretim araçlarında özel mülkiyetin oluştuğu, sınıfların ve hakim sınıfın çıkarlarını koruyan devletlerin ortaya çıkıp şekillenmeye başladığı dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır. Savaşların insanlığın başlangıcından beri varolduğu iddiası ne kadar bilim dışıysa, düşman sınıfların, sömürücülerin ve sömürülenlerin bulunduğu bir toplumda kalıcı barışın sağlanabileceği iddiası da aynı ölçüde bilim dışıdır. Sınıfların dışında bir politika olmadığından, siyasal, sınıfsal hedefleri takip etmeyen bir savaş da yoktur. Burjuvazinin işçi sınıfına, emperyalist burjuvazinin ezilen uluslara karşı yürüttüğü savaşlar ve son olarak, emperyalist devletlerin dünyayı yeniden paylaşmak için kendi aralarında yaptıkları savaşlar haksız ve gerici savaşlardır. Proletaryanın burjuvaziye, ezilen halkların emperyalizme karşı açtıkları savaşlar ise haklı ve ilerici savaşlardır. Bu yüzden biz burjuva pasifistleri gibi genel olarak bütün savaşlara karşı çıkmıyoruz. İşçi sınıfının burjuvaziye, ezilen halkların emperyalistlere karşı açtıkları savaşları destekliyoruz. “Haklı savaşlar desteklenmeden haksız savaşlar durdurulamaz!” diyoruz. Kapitalist toplumun bütün çelişkilerinin son sınırına kadar şiddetlendiği emperyalizm çağında, sömürücülere ve emperyalistlere karşı haklı savaşlar verilmeden, sınıflar ortadan kaldırılmadan barışın geleceğini vaaz etmek kitleleri uyutmak ve silahsızlandırmaktan başka bir işe yaramaz. Kapitalizm için kurtuluş yoktur: Ya devrimler savaşları durduracaktır ya da savaşlar devrimlere yol açacaktır! Birincisi işçiler ve ezilen halklar için en acısız yoldur. Savaşları sonsuza kadar yok etmek için kapitalizmi yıkalım ve sosyalizmi tüm dünyada muzaffer kılalım!

Avrora Kolektifi – KöZ- Söz ve Eylem – YDİ Çağrı

1 Eylül ortak bildirisine buradan ulaşabilirsiniz