Komünizm Temel Kavramları seminer serisinin “Proletarya Diktatörlüğü Olarak Paris Komünü” başlığını taşıyan ikinci oturumunun transkripsiyonu yayında.

Sunuş:

20 oturumluk seminer dizisinin “Komünizm, Sosyalizm ve Proletarya Diktatörlüğü” konulu ilk kümesini yapıyoruz. Paris Komünü’nü inceleyeceğimiz Fransa’da iç savaşla başlıyoruz. Esas olarakta Marx’ın, Engels’in, Lenin’in – ama daha çok sonrasında komünist siyasetin temel referansları olan Komünist Enternasyonal’in ilk 4 kongre belgelerini okuyarak; onları tartışarak; onları somut bir bağlam içerisinde göstermeye çalışarak hareket edeceğiz. Bu oturumdaki konumuz, Fransa’da iç savaş ve Paris Komünü. Paris Komünü’nün neden bir proletarya diktatörlüğü olarak tanımlandığı – ilk örneği olarak görülmesi gerektiği – hangi özelliklerinden dolayı sivil toplumculuktan kendisini ayırdığını… Veyahut da başka uygulanmaya çalışılan ilkeleriyle Paris Komününün, sivil toplumcuların, öz-yönetimcilerin propagandasını yaptığı demokratlık öz yönetim ilkeleriyle; komünist siyasetin demokrasi anlayışının, egemenlik anlayışının bir iç savaş devleti olarak Paris Komünü’nün farklarını ortaya koymak istiyoruz. Sonrasında Devlet ve Devrim okuyacağız. Yine komünizm, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü ve devrim konusunda anarşistler, oportünistler, komünistlerin farkını ele alacağız. Nihayetinde de burjuva demokrasisi ve Sovyet demokrasisi kıyaslayacağımız;  Proleter Devrim ve Melun Kautsky’i konuştuktan sonra Komintern Belgeleri’yle bu oturumlar dizisini kapatacağız. Bugün Paris Komünü’nün somutunda ikinci konuşmacı size yaklaşık otuz dakikalık bir sunum yapacak. KöZ Gazetesinde de yayınlanacak bir drive dosyası olacak, buraya katılmadan önce onları okumakta fayda var. Bu metinlere ilişkin sorular sormakta fayda var. Bugün de asıl okumakla yükümlü olduğumuz metin Fransa’da İç Savaş’ın üçüncü bölümüydü. Ama bu yapılan sunumlar bunun tekrarı olmayacak orda ele alınan konuları bir kalkış noktası olarak kullanacak zaman zaman bazı noktalar üstünde ayrıntılı durulacak zaman zaman da onlarla bağlantılı başka konuları ele alacak dolayısıyla bugün de konuşmacı -kendisi daha ayrıntılı anlatacak. Fransa’da İç Savaş ve Proletarya Diktatörlüğü konularını ele alan bir sunum gerçekleştirecek. Bu kırk dakikadan sonra dilerseniz bir ara veririz, o arada siz sorularınızı hazırlarsınız. Ondan sonra herkesin soru – görüş – katkı sorularla -sınırlı olmak zorunda değil, itirazlar da olabilir – çünkü bu bir iç eğitim değil farklı siyasetlerden arkadaşlar da var bugün aramızda. Şimdi ben sözü 2. konuşmacıya bırakıyorum.

Konuşmacı:

Merhaba arkadaşlar. Şimdi yoldaş sunuşu yaparken esas Paris Komünü’nün, Fransa’da İç Savaşın 3. bölümü, yani bu komünün özelliklerinin tarif edildiği bölüm üzerinde duracağız diye söyledi. Onu yapacağız ama ben başlarken oradan başlamayı tercih etmiyorum. Tam tersine, asıl konuya en son gelmek istiyorum. Evvela, niye bu bahis konusu referansların yer aldığı makaleler, sonuçlar dizisi aslında; örgüte verilen bir nevi rapor. Bunun niye Fransa’da İç Savaş diye adlandırıldığı ile başlamak istiyorum. Çünkü “komün şöyle çalışırdı, seçimler böyle olurdu, yasama yürütme yargı kuvvetleri tek elde toplanırdı” gibi şeylerle başlandığı takdirde, asıl bu komün hakkındaki muhtelif sivil toplumcu yorumlara benzeşen bir yere doğru sürüklenme riski vardır. Çünkü böyle yapıldığı zaman, bunun mekanik olarak şu şu özellikleri var; o halde sendikaları da komün modeline göre işletelim, belediyeleri de böyle işletelim gibi pek yaygın – özellikle 80’li yıllardan sonra daha da yaygınlaşan – bir eğilim var. Ona en sonunda, o kısma gelmek üzere, evvela bu iç savaş ve bu iç savaşın nasıl Paris Komünü’ne yani proletarya diktatörlüğünün ilk örneğine yol açtığına işaret ederek başlayacağım. Bunun başka bir önemi daha var. Çünkü bu iç savaş ve sınıf savaşı kavramları da aslında birbirlerine sık sık karışan üst üste gelen ya da iç içe geçen şeyler. Sivil toplumcu yorumların kapısını açan da bu iki şeyin birbirine girmesi; yani her iç savaşın sınıf savaşına dönüşmez tıpkı her işçilerin başlattığı mücadelenin grevin sınıf savaşına dönüşmediği gibi. Her iç savaş da otomatik olarak bir sınıf savaşına dönüşmez. O komünistlerin hedefi ve görevidir, ödevidir. Burjuvazinin kendi içindeki savaşı bir sınıf savaşıyla proletarya diktatörlüğüne doğru götürmek, kendiliğinden otomatik olarak ve bütün çatışmaların içsel olarak barındırdığı bir şey değil. Bunu daha sonra Lenin 1. Emperyalist Savaş vesilesi ile vurgulayacak. Orada da anti-emperyalistler arasındaki bir kapışmadan devrim için yararlanmak vurgusunu yapar. Bunun için bir devrimci parti gerekliliğine vurgu yapar: Emperyalistler arasındaki savaşa ya bir devrim son verecek yahut devrim savaşı önleyecek vurgusu… Aslında Lenin’in neredeyse devamlı elinin altında tuttuğu, döne döne geri dönüp baktığı metinlerden biri olan Fransa’da İç Savaş’ın esas önemli yanı tam burasıdır. Yani başlığının iç savaş olmasının nedeni; bu iç savaş nasıl oldu da bir proletarya diktatörlüğüne yol açtı ve hangi şartlar altında böyle bir iç savaş sınıf savaşına dönüşür konusunun üstünde durmaktır. Bunun üzerinde durmak için bir de şuna işaret edelim – ki bu, güncel olarak belki KöZ’ü takip edenlerin aşina olduğu bir konu: Tayyip Erdoğan’ın Sur’da, Cizre’de başlattığı saldırılar. Biz bu saldırılarda Erdoğan iç savaşı başlattı diyerek vurgu yaptık. Buradan bir proletarya diktatörlüğü çıkmadığını biliyoruz hepimiz ama bu onun bu terimlerle tarif edilmesine engel değil. Çünkü zaten bahis konusu kitabın daha başında 1. bölümün içerisinde Marx, “bir avuç şehir subayının başında bir kısım askerle Mormant’a göndererek iç savaşı başlatan Thier oldu” der. Yani bu iç savaşın başlangıcı 18 Mart günü Mormart tepesindeki toplara el koymak için askerlerin oraya gönderilmesiyle başlayan şey: Paris Komünü dediğimiz aynı zamanda Fransa’da iç savaş diye tarif ettiğimiz şey, orada böyle başlıyor. Bununla Sur’daki, Cizre’deki kazılmış mevzilerin üzerine JÖHlerini PÖHlerini göndermek arasında benzerlik olduğu kesin. Ama verilen yanıtta benzerlik olmadığı da en az o kadar kesin. Şimdi niye böyle oldu, 1870 sonundan 1871 yılının ilk aylarından itibaren niye bir iç savaş bahis konusu idi. Paris’ten bahsedilirken niçin bir iç savaştan bahsediyoruz, bu birinci bölümde anlatılıyor kitapta. Yani ne oldu da böyle oldu diye bir yanıt var, bir savaş yani. Bonapart amcasına özenerek Almanya’ya savaş açıp imparatorluğunu tescil ettirmek üzere çıktığı seferde perişan oldu. Sedan’da ciddi bir mağlubiyet aldılar ve birlikleriyle birlikte esir düştü. Metz’de de yine Fransız ordusunun bir kısmı kuşatıldı Prusyalılar tarafından. Bunun üzerine de Prusya Paris’in üzerine yürüyor. Bu savaş zaferini aynı zamanda bir siyasi zaferle taçlandırmak üzere kalkıştı. Bunu taçlandırdığını söyleyebiliriz. Çünkü Prusya’nın sonuçta Alman İmparatorluğu ilan edişi bu süreçte olacak. Yani Versayla imparatorluk tacını giyecek Prusya kralı. İmparatorluktan kasıt da şu: Birden fazla ülke üzerinde egemen olunca imparator sayılıyorsunuz. Şimdi Paris’e dönük böyle bir saldırı olduğunda Fransız burjuvazisi içerisinde, hakim sınıf içerisinde iki eğilim karşı karşıya geldi: Birisi imparator karikatürü Bonapart ile birlikte olan bir kanat; imparatoru kurtarmak için Almanlarla pazarlığa oturmak eğilimindeydi. İşte bize savaştan murad ettiğiniz Alsas Loreni ve bazı savaş tazminatlarını ödeyelim, siz de bizim imparatorumuzu ve askerlerimizi iade edin diye özetleyebileceğimiz bir pazarlık masası vardır. Bu masanın başına oturtulan da güya imparatorun esir düşmesiyle beraber bir zafer gibi ilan edilen cumhuriyetin başbakanı Thier. Bunun karşısında da özellikle Fransa’nın ağırlık merkezi olarak kabul edilebilecek, yani başkentin Prusyalılara teslim edilmesine karşı çıkanlar vardı. Proletarya işçi sınıfı karşıtıydı, burjuvazi teslim taraftarıydı denemez. Hayır, bahis konusu olan ilk aşamada burjuvazinin iki kanadıdır. İç savaştan kasıt da bunların arasında bir çatışma olduğunu ifade etmek içindir. Neticede oraya girecekler ve savaşmadan girmek istiyorlardı. Savaşmama yanlısı olan hükümete ilk ültimatomları Paris’in silahsızlandırılması – yani bu ikinci bölümün başında Marx “Bahis konusu kitapta silahlı Paris, Paris’e girmek niyetindeki Prusyalıların önündeki başlıca engeldir.”, diyor. Burada kast edilen neydi? Silahlı Parisliler deyince oraya geleceğiz. Aslında bu komün ve proletarya diktatörlüğü ilişkisinde sivil toplumcu yorumların başka vesilelerle de gündeme gelmesi, sivil toplumcu yorumların üzerinden atladığı başlıca konuya, yani bir nevi torbada kalan turpun büyüğüne geleceğiz.

Paris 1871 Mart’ına gelirken şöyle bir görüntü altındaydı: zaten bir başkenttir, aynı zamanda bir sanayi merkezidir. Fransa’da iç savaşta o sadece Fransa’nın merkezi değil aynı zamanda proletaryanın da merkezidir. Oradan kasıt da; böyle büyük fabrikalar, bilmem mavi tulumla işçiler hayalleri kuranları pek tatmin edecek bir şey değildir. Bahis konusu 19. yüzyılın son çeyreğinde daha çok küçük atölyelerde çalışan zanaatkarlar, oradan merkeze doğru geçecek loncaların tavsiyesi ile atölyelerin ortadan kalkması ile yine usta, kalifiye işçi olarak anılabilecek insanların yoğun olduğu bir yerdi. Bugün daha çok akla getirilen proletarya tablosuna en yakında da o zaman insandan sayılmayan kadınlar geliyordu. Yani iki bakımdan bu komün tarihçesinde önem taşır. O zamanlar Paris’te daha çok kalabalık işçi topluluklarının çalıştığı sektörlerin başında gelen tekstil, çamaşırhane gibi sektörlerde yoğun olarak kadınlar çalışıyordu. Yani bu savaş zamanında da duran bir sektör değildi. Oysa Paris’te bu anlamda proletarya diyeceğimiz şeyin ana gövdesi bu kadınlardan müteşekkildi. Öbür taraftan da işçilerin büyük kısmı da ordunun ihtiyacı olarak askere alınmış ve cepheye gitmiş durumdaydı. Bunların yerini alan kadın işçiler de vardı, yani kadınların sadece çamaşırcılık ve tekstil işi yapmadığını da hatırlamak lazım. Bir de bunlara ek olarak Paris’in o andaki nüfusunu oluşturanlar arasında muhtelif sebeplerle daha başka baskıcı rejimlerden kaçan siyasi mülteci olarak Paris’e sığınmış kimseler vardı: Macar, Polonyalı, Alman, İtalyan siyasi mülteciler askere alınmadıkları için oradaydılar. Bunlara ilaveten de gene başka sebeplerle orduya layık görülmeyen Berberi Cezayirli ve  Tunuslu göçmen işçiler bulunuyordu. Bu tabloya bakıldığı zaman kuşatılan ve açlıkla terbiye edilmeye çalışılan Parislilerde kalabalık nüfus bunlardı. Şimdi belirleyici olan bir başka unsura daha değinmemiz lazım; çünkü o kilit öğedir. Savaş başladığı zaman erkekler, askerlerin çoğu cepheye sürülürken, Paris’te düzeni sağlamak ve aynı zamanda olası düşman işgaline karşı Paris’i savunmak amacıyla oluşturulmuş ulusal muhafızlar diye adlandırılan bir birlik vardı. Komünün ana omurgası da budur, bütün hikayenin başından sonuna kadar izinin takip edilmesinde bu siyasi kuvvet önemlidir. Ulusal muhafızların esas itibariyle cephede çok makbul sayılamayacak, risk oluşturabilecek unsurları da içerdiğini anlayabiliriz. Bu ulusal muhafız birliklerinin, komutanlarının neredeyse tamamı ya Proudhon taraftarıdır ya Blanqui taraftarı devrimcilerden oluşur. Bunlar da sonuçta komünün kahramanları arasında isimlerini yazdıracak unsurlardır. Şimdi böyle bir durumda Paris’i savunmak ortaya geldiği zaman tabii ki birinci sırada ulusal muhafız birlikleri gelir. İkincisi, orada kalmak, kuşatmaya direnmek eğilimini gösterenlerin yani Paris halkının çoğunluğu, ki bu çoğunluk da daha çok kadınlardır. Hemen emanetçilerin kapısına koşulur; emanet verilip para alınır. O paralarla özellikle Picardy bölgesindeki silah imâlathanesinden silahlar, toplar temin edilir ve Paris savunulmak üzere silahlandırılır. Prusyalıları rahatsız eden ve Thiers’e talimatla “Önce bunları temizleyin, Paris silahlandı, ondan sonra biz seninle bu anlaşmamız üzerine Paris’e gireriz.” anlamına gelecek bir ültimatom gönderilir. İşte komünün başlangıcı kabul edilecek 18 Mart günü Montmartre tepesinde konuşlandırılmış topçu bataryalarını ele almak üzere gönderilen birliklerin komutanı Lafont ve ikinci general kendi askerleri tarafından komünarların engel olma gayretine rağmen kurşuna dizildi. Ve bu aslında Thiers’in kendi başlattığı iç savaşı güya bu gerekçeyle başlatıyormuş gibi göstermesine vesile oldu. Şimdi bu Fransa’da iç savaş denilen hikâye böyle başladı. Burada burjuvazi içerisinde bir savaş olduğu için bir iç savaştan bahsediyoruz. Bir ordusu, askeri, polisi olan hükümet kuvvetleri karşısında; bir de burjuvazinin diğer kanadının, bu tür donanımlardan mahrum olan kanadının dayanacağı, tutunacağı yegâne kuvvet işte bu silahlanmış işçilerdir. Paris Komünü’nün sırrı budur: Niçin proletarya diktatörlüğü haline geldiğini anlamamız için özellikle silahlanmış işçilerin bu çatışmanın bir tarafı olmasıyla birlikte hükümet kuvvetleriyle çatışanların bir olarak Paris proletaryasını teşkil etmiş olduğunu anlamamız gerek. Bu iç savaşın tarafları başlangıçta burjuvazinin iki kanadı olsa bile, bu savaşın silahlanmış proletaryayla karşı devrimci burjuva hükümeti arasında bir çatışmaya dönüşmesinin ana içeriği budur. Böyle olduktan sonra ne oldu, bu önce burjuva içindeki bir çatışma nasıl proletaryanın iktidar haline gelmesiyle sonuçlandı şeklinde bağladıktan sonra bunlar iktidarı aldığı zaman ne gibi bir idare, devlet tipi ortaya kondu, bunu konuşmak gerek. Bir tarafıyla komün o gün icad edilmiş bir şey değil zaten, Fransa’da olan monarşi ve imparatorluk zamanında bile bir şekilde bile seçimlerin yapıldığı yerel meclislerin genel adıdır ama bahis konusu olan Paris komünü, merkezi hükümeti alaşağı etmiş hatta merkezi hükümetin başkenti terk etmesine yol açmış bir devrim sonucunda iktidar haline gelen bir komündür.

Tek iktidar haline gelen komün, biz şimdi burayı nasıl idare edeceğiz sorusuyla karşı karşıya kaldı. Şimdi burada hemen proletarya, temel özellikleri olan seçenlerin seçtiklerini geri alması, işte her görevlinin seçimle iş başına gelmesi, seçilen görevlilerin ortalama işçi ücretlerine denk maaşlar alması gibi komün ve proleterya diktatörlüğünün özellikleri gibi anlatılan bu kısımlar Parisliler tarafından icat edilmiş dendiği zaman bu palavra olur. Öyle değil, çünkü bunların büyük bir kısmı zaten bir şekilde Amerika’da ilk bağımsızlığın ardından cumhuriyet kurulurken büyük ölçüde orada çıkmış uygulamalardır. Sadece bunlara bakarak proletarya diktatörlüğü kurulmuştur derseniz, Amerika’da da proletarya diktatörlüğü kuruldu demeniz lazım. Sivil toplumcu yorumların beslendiği yer burası, bunu öne çıkarırlar. Yani bu halkın silahlanması vesaire gibi diğer noktalara hiç girmeksizin bu şeklî demokratik unsurları öne çıkararak komünü anlatırsanız, o zaman bu hataya düşersiniz. 1789’da Fransız devriminde nasıl Amerika’dan bir takım siyasi fikirler Benjamin Franklin gibi bir takım unsurların vasıtasıyla taşındıysa, 1871’de de özellikle bu baskı rejimleri filan nedeni ile Avrupa’dan Amerika’ya giden, oradan da geri dönen bir dizi siyasi mülteci var. Şimdi biz bu komünü nasıl kuracağız, nasıl işleteceğiz derken aslında oralardan gördükleri “Şerifler seçimle belirleniyor, herkesin silah taşıma hakkı var, işte seçtiklerimizi beğenmezsek geri de indiririz onun için bu komünün asıl özellikleri bunlardır.” diye anlatmak doğru olmaz. Komünün asıl özelliği silahlanmış işçilerin bütün iktidarı elinde toplaması, ondan sonra bu iktidarı nasıl icra edeceklerine de muhtelif deneyimlerden esinlenerek, bu tecrübelerden beslenerek doğru ya da yanlış bir esinlenme ile bunların uygulamaya geçilmesi. Ama burada anlatırken Paris’te işte bu proletarya diktatörlüğünü Marks’ta anlamak istiyorsanız buraya bakın diyor Engels, Marks da döne döne aynı şeyleri söyleyecek, bunları sayıyor. Diyor ki bir proletarya diktatörlüğü ancak böyle olur ama dikkat ediniz bu üçüncü bölümdeki ikinci başlıkta, önce diyor, bu devlet organları: sürekli ordu, polis, bürokrasi, ruhban sınıfı ve yargıçlar vs. yerine bunların da gelmesi lazım. Biz şimdi burayı idare edeceğiz ve bu kurumları nasıl teşkil edeceğiz sorusu gündeme geldiği zaman ve bunu böyle yapacağız biz de düzenli ordu olmayacak 3000 ulusal muhafıza hükümete katılın çağrısı yapıldığı zaman 300 tanesi geri gidiyor 2700ü kalıyor yetmiyor bir de zaten ulusal muhafızların içinde olmayan göçmenler yabancılar giriyor bir kısım hariç genellikle bahsedilmeyen komünü örnek alalım modelimiz olsun proletarya diktatörlüğü böyle olur dediğimiz zaman kimsenin bahsetmediği bir hikaye var bütün barikatlar kadınlar tarafından kurulup savunuluyor en son düşen barikat kadınların barikatı oluyor. Montmartre son barikat kadın barikatıdır bir tane delege yok komünde. Kadınların seçme seçilme hakkı defalarca oylanılıyor sadece bir delege evet diyor o da marksist delege. Amerika’dan esinlenerek alınan başta proletarya diktatörlüğü böyle olur dediğiniz zaman proletaryanın yarısı teorik olarak pratik olarak parisin yarısından fazlası olan kadınların hiçbir hükmü yoktur. Yargılamalarda bile eşitsizliğe maruz kalmıştır hiçbir kadın komünün elebaşı diye mahkum edilmemiştir. En önde gelen Louis Michel sürgünle cezalandırılmıştır yani kurşuna dizilmekten bile mahrum bırakılmıştır. Bu ayrımcılıktır. Beni de öldürün dediği halde. Yani biz komünün neresine bakacağız sivil toplumculardan farklı bir şekilde bakacaksak evvela işte Fransa’da iç savaşta da vurgulandığı Lenin’in bütün bu konuya dair yazdığı metinlerde de vurgulanan önce halkın genel silahlandırılması esastır düzenli ordunun ve polis teşkilatının dağıtılması esastır .e peki peki diğer kurumlar diğer kurumlardan önce bunu yapmanız lazım çünkü diğer kurumlara el sürebilmek için bunlardan kurtulmanız lazım şimdi bunu es geçtiğimiz zaman proletarya diktatörlüğü ya da komün tipi bir rejim ortaya konması için silahlı bir devrim olması zorunluluğunu atlamış olursunuz komünün hikâyesini öbür türlü belediyecilik vs buna dair örneklere bakarak izlediğinizde o zaman devrime de gerek kalmaz aynı zamanda komünün zafiyetini de görürüz bir tanesi söyledim kadınları içermeyen bir rejimdir. Sadece kadınlar değil tabi berberiler kabiller fln da yok. Dediğim gibi ancak komünde ancak bir tane Macar var. Şimdi bütün bu negatif yönlerini görmezseniz komün şahane bir rejimdi orası değil önemli olan komün bir devrimle kuruldu silahlı işçiler tarafından teşkil edildi ve silahlı işçilerin savunduğu bir mevzi olarak kaldı önemli olan yanı burasıydı ve önce bunun üzerinde durulması lazım ve buraya da aynı zamanda zaten önceden buna hevesli niyetli bunun için şu veya bu şekilde örgütlenmiş örgütlü devrimciler vardı Paris’te. Başka türlü burjuva komünün çıkması veya başka Fransa’nın bazı yerlerinde de buna benzer komün girişimleri oldu ama hiç biri Paris komününe benzemedi tek farkı Paris komünü de silahlı devrimci işçilerin doğrudan doğruya öznesi olduğu bir ayaklanmadır ve bu yüzden bizi ilgilendirir çünkü onların hatalarıdır biz kendi eksiğimiz olarak görüp buradan ders çıkartarak ileri gidebiliriz Bolşeviklerin yaptığı budur bunun örnek alınması onun soyut bir r yönetim modeli şablonu olarak değil bunu silahlı devrimci işçilerin devrimciler tarafından yönlendirilen işçilerin eylemleriyle proletarya diktatörlüğünün ilk örneği kuruldu diye fayda var. Tabi diğer detaylılara ikinci turda devam edeyim.

Soru: Paris’te bu Prusya işgalinin ardından burjuvazinin bir kanadı Parisi teslim etmek için bir tarafı da teslim etmek istemiyordu netice itibariyle silahlanmış işçiler parisin savunmasında rol aldılar ve en nihayetinde orada merkezi iktidardan bağımsız bir iktidar kuruluyor o yüzden de buna bir proleterya diktatörlüğü tanımlaması yapıyoruz ve bu bir iç savaşın ürünüydü diye başladık tanımlamamıza önce. Kürdistanda başlayan iç savaşta da kurulmuş olan surda cizrede nusaybinde kurulmuş hendeklerin neticesinde verilen bu mücadele sonucunda niye orda bir proletarya diktatörlüğü kurulamadı?

Soru: Lenin devlet ve devrimde marksın komün derslerini incelerken 1871’de çıkardığı hali hazırda olan devlet aygıtının parçalanması İngiltere için uygulanmadığı söyleniyor. Burada devlet aygıtı derken bürokrasi ve ordudan mı bahsetmemiz gerekiyor yoksa parlamento bir burjuva kurumudur bunun içine girilmez mi? Sorusu geldi aklıma bu pasajı okuyunca.

İkincisi sorum da 1848’de ulusal muhafızların taraf değiştirmesi cumhuriyete sebep oluyor 1871 de kuşatmanın ordunun kentten çıkmış olması bir proleter devrime izin veriyor 27 Şubat 1917 akşamı isyan eden ordu birlikleri 4 gün sonra hükümetin kaçmasına sebebiyet veriyor komünistler bu durumdan nasıl bir ders çıkartabilir?

Üçüncü sorumda ordunun ilga edilmesi ve halk meclislerinin kurulmasından bahsettik 1918’de iç savaşta kızıl ordunun kuruluşuna nasıl bakmalıyız bu durumda.

Soru: paris komünü bize şunu gösteriyor mu? Komünist devrimci bir parti olmadan proletarya diktatörlüğü kurulabilir mi?

Soru: devlet ve devrimin 3. bölümünde Lenin berstein ile bir polemik yapıyor lenin orda proudhonla ayrılıp ayrılmadığı yerden bir tartışma yapıyor. Marks merkeziyetçiydi federalizmci değil aslında gibi. Burda komününün ve Sovyetlerin merkeziyetçiliği sağlama mekanizmaları nelerdi belki biraz bunu tartışabiliriz.

Soru: 3. bölümde komünün alman bir bakana sahip olduğu dünya proleter unsurları içinde bir merkez niteliğinde olduğu komünün enternasyonalizme kattıkları nelerdir Marks metnin sonunda da komünün enternasyonalizmini eleştiriyor bir noktada. Burdan enternasyonalist komünistler olarak ne dersler çıkartabiliriz.

Soru:  ben bir iki katkıda bulunmak istiyorum. Aslında bir iç savaştan bahsederken hep benim aklıma manifesto geliyor orda sınıf mücadelesinin evrimi tanımlanırken burjuvazinin mezar kazıcıları metaforu var orda herkes onun yoksulluk sebebiyle olduğunu savunurken aslında marks burjuvazi aynı zamanda proletaryayı silahlandırıp bu silahları kendine karşı kullanacak unsurları da yaratıyor diyor. Aslında proletaryanın siyasi eğitiminin veya hep burjuvazinin kendi iç çekişmelerinden feodallere karşı verdiği mücadeleden ve o savaş sırasında proletaryanın silahlandırılmasından bahsediyor. Senin anlattığın hikayede buna denk düşüyor sanırım. Hakim sınıftaki bir yarılmadan proletarya kendi bağımsız tarihsel eylemine girişiyor. İkincisi aslında komünün ilkeleri dediğimiz şeylerin Amerika’dan ondan önce de belki Hollanda devriminde veya daha Avrupa’nın özgür şehirlerinde var. Fakat dedin ki proletaryanın merkezi olarak güvenliğe el koyması ve aslında ülkedeki hakim silahlı güç olması belirleyicidir dedin ve eski devlet aygıtının yıkılması benzer bir bağ şöyle de kurulabilir diye düşünüyorum. Aslında bugün burjuva demokrasisinin temel egemenlik aygıtı nedir dediğimiz zaman aslında sorulardan birine paralel olarak parlamento geliyor aklıma. Fakat aslında parlamentonun kendisi de bir burjuva kurumu değil bir orta çağ kurumu esasen ama burjuvazi o kurumsal işleyişin belli özelliklerini almakla birlikte o da parlamentoyu kendi egemenlik aygıtı olarak dönüştürüyor kendi sınıf hakimiyetini kurarken o da sanırım aynı bağlantıyı komün için de kurabiliriz. Ondan sonra şu soruyu sormak istiyorum evet devrim lazım bir proletarya diktatörlüğü için ama her türden devrim böyle bir proletarya diktatörlüğüne hizmet ediyor mu? Yani aslında komünde oluşan devletin tipi ve onun işleyiş özelliği nasıl bir devrim stratejisi güdülmesi gerekiyor? Mesela gerilla savaşıyla komün kurulabilir mi? Bir de kimi arkadaşlar bahsettiği yine sende merkeziyetçilik bağlamında bahsettin marksın merkez bankasına el koymadıklarına dair bir eleştirisi var (komüne) Marks orda neyi eleştiriyor aslında ve Rojava’yı bir model olarak görenler ve paris komününe benzetenler ve bunun iyi bir şey olduğunu düşünenler bu eleştiriyi niye anlamıyorlar?

Soru: Paris komünün içinde blanquistler var ve blanquistlerin komplocu anlayışı olduğuna biliyoruz hatta bu anlayışın Bolşevik devrime dolaylı yoldan sirayet ettiğini biliyoruz yani baktığımız zaman hep aklımıza devrim deyince şubat devrimi gibi devrimler aklımıza geliyor ama ekim devrimine baktığımız zaman başka türlü bir devrim modeli aklımıza geliyor. Birdenbire askeri iktidarı ordu içerisinde çalışması olan kilit noktaları ele geçiren bir devrim modeli. Bu devrim modelini biraz açıklar mısın?

Soru: Komünde orta sınıfın rolü neydi? Ve işçi köylü birlikteliğinin önemi neydi ?

Konuşmacı:

Komün İç Savaş’ın ürünü değildi, iç savaş bir vesile oldu ama her iç savaştan sonra Komün çıkacak diye bir şey yoktur. Öyle olsaydı Sur’da Cizre’de Komün kurulurdu ama öyle paralellik yoktur.

Başka şekilde de bakılabilir ve böyle sorular da oldu, mesela niye her devrim Komün’e varır sorusu da sorulabilir. Devrim olmadan Komün olmaz ama her devrimden Komün çıkması da mümkün değildir, mesela Çin Halk Savaşı refere ederek Komün konuşulmaz, Komün’ün sırrı esas olarak Paris’te iktidarı silahlı işçilerin almasıdır. Bir sürü unsur barındırır ama Blankistler askeri devrim stratejisi benimsiyorlardı ve Komün Sırasında vilayet binasını ele geçirmek için çeşitli girişimleri oldu. Lakin Blankistler Komün’ün dışında yer aldılar.

Ulusal Muhafızlar’ın Paris Komün’ün ortaya çıkmasında belirleyici bir rolü vardı lakin baştan beri Komün’de yer almadılar. Komün’ün sürekli orduyu ortadan kaldırması Komün’ün önemli bir unsurudur. Komün’ün ilk işi Ulusal Muhafızların yeniden örgütlenmesi ve seçimle komutan atama ve geri alınabilmesi oldu. Dolayısıyla ordu içinde çalışma pratikleri Komün’ün içinde ne kadar olsa da asıl bağlamı 1. Emperyalist Savaşı’ndadır.

Bolşeviklerin tutumundan başlamak gerekir ve Bolşeviklerin Emperyalist Savaşı’nda aldıkları kendi ordusunu bozguna uğratma şiarı ile ilgilidir. Yani ordu içinde çalışma Paris Komün’ünde ziyade Bolşevikler ve Komünist Enternasyonel beraber gündeme gelmiş bir şeydir. Komün’ün sürekli orduyu ortadan kaldırılması Komün’ün Kızıl Ordu’nun kurulmasının bağlamları ise tamamen farklıdır. Kızıl Muhafızlar devrimi savunmak için kurulan bir askeri örgütlenmeydi. Rusya’daki İç Savaş’ta İngiliz, Fransız ve diğer Emperyalist devletleri devrimi bastırmak için Beyaz Ordu’yu kurup Kızıl Ordu’nun üzerine salması ile başlayan bir savaştı.

Kızıl Ordu bu Beyaz Ordu’ya karşı kurulmuş bir orduydu ve Beyaz Ordu’nun bir kısmı Kızıl Ordu’ya geçti. İktidarın alınmasından sonra ortaya çıkan çatışma ile Paris Komün’ündeki İç Savaş’ı karıştırmamak lazım biri bir savunma biri bir iç savaştan çıkma bir Komün’dür. Proleterya Diktatörlüğü olması için sadece Komünist Parti olması yetmez.

Soru: İşçi-Köylü ittifakı ile komün tipi bir örgütlenmeye varılabilir mi?

Konuşmacı:

Orta sınıfı unutmak lazımdır ve işçi köylü ittifakını daha iyi anlamak için Manifesto’ya dönmek gerekir. Küçük Burjuvazi ile burjuva aralarında iktisadi bir çelişki vardır, orta sınıf ile 19.yüzyıldaki bağlamında bir küçük burjuva düşünmek imkansızdır. Kapitalizmin gelişmesi ile yok olan ya da yok olmaya yüz tutmuş bir sınıftır. Küçük burjuvazi bu noktasıyla eskiden kalma bir sınıftır. Küçük burjuvazi, burjuvaziye karşı çıkarlar ve bu nedenle bu ittifak için maddi temel vardır. Veyahut Bernstein gibi beklendiği olmadı demek gerekir. Küçük Burjuvazi ortadan kalkmaya eğilimlidir.

Bunu anlamak için 19.yüzyıldaki bakkalla şimdiki bakkal ile aralarındaki farka bakmak lazım. Şimdiki bakkal eskisi gibi üretici değil büyük kapitalist üreticinin bir bayisi durumdadır ve hiçbir güvencesi yoktur. Kadın proletaryası bir yana zaten Paris Komün’ün büyük paydası bu yok olmaya yüz tutan küçük burjuvazidir.

Paris Komünü siyasi bir mücadeledir ve taraflar sınıf mücadelesindeki maddi tarafına göre şekillenmiştir. Dolayısıyla Komün’de Manisfesto’da tarif edilen küçük burjuva ile proletaryanın ittifakını görebiliriz lakin bu bütün Fransa için geçerlidir denirse yanlış olur. Breton Köylüleri ve diğer Fransa köylüleri silah altına alınmış ve Komün’ü bastırmak için kullanılmıştır.

Komün tam da tüm Fransa’da Rusya’da olduğu gibi işçi-köylü ittifakını sağlayamadığı için kendini merkezi yani Fransız Hükümeti gibi gösteremediği için ya da bunu istemediği için bastırıldı. Merkez Bankası konusu da merkezi iktidarı hedeflemediğine dair Komün’ün tutumunu göstermiştir. Federalizm ve merkeziyetçilik konusu da aynı kategoride değerlendirilmelidir. Komün’ün merkezinde yer alan Proudhon çizgisi federalisttir. Onlara göre her yerde Komün vari örgütlenmeler olsun ve sonuçta da bunların federasyonundan teşkil olan bir sistem oluşturulmalıydı. Zaten iktidarı almak istemiyorlardır ve açıkça bizim devletle merkezi devletle işimiz olmaz bakış açısındaydılar. Bugün maalesef kötü bir karikatürü şimdi Rojava’da yapılmaktadır. Demokratik konfederalizm bu düşüncenin neticesidir. Komün’ün bastırılmasında da bugün Rojava’daki ademi merkeziyetçi tutum önemli rol oynamıştır.

Bu devlet aygıtını ele geçirmek sadece bürokrasi ile midir ya da ordu ile ilgili midir yoksa herhangi bir devletin herhangi bir köşesini ele geçirirken için fark etmeden devlet aygıtının safi olarak baskıcı olması git gide daha açık olması göze görünür. Yani herhangi bir devrim karşısında önce orduyu ve baskı aygıtlarını bulmayıp, bunlarla başa çıkmadan iktidarın en ufak parçasını dahi ele geçirmeniz mümkün değildir. Komün’ün farkı bundan başlayarak ve devletin kalan bütün kurumlarını eğitimden laikliğe kadar var olan muhtelif kurumlara peyderpey müdahale etmesi ve yeni usuller kurulmasıdır.

Burada önemli olan hazır bir programla yapılması değil, Sovyetlerde de olduğu gibi pratikte ve canlı olmasıdır. Polis ve bürokrasinin, yargının, kilise ve eğitimin nasıl parçalandığı Paris Komünün önemli bir parçasıdır.

Parlamento aslında hemen burjuvazinin iktidara gelir gelmez bize parlamento kuralım ya da bir planlama ile hayat bulmadı. Uzun bir mutlak iktidar ve mücadeleler sonucunda ortaya kondu. Genel oy olarak tarif edilen şey de 20.yüzyıl ortalarına kadar öyle olmadı, kadınlar yoktu. Yani bunlar değişir ve farklılaşır, yani Komün’ün içinde de bir şeylerin değişeceği ve farklılaşacağı da önemlidir.

Komün imparatorluğun dolaysız anti-teziydi vurgusunun anlamı şuydu, imparatorluğa karşı cumhuriyeti savunan burjuvazi aslında Komün’e karşı cumhuriyeti savundu. Nitekim Avrupa’nın bir çok krallığı cumhuriyet olmaksızın meşruti monarşi ile yönetilmektedir. Komün tipi bir cumhuriyet, Çarlık Rusya’sına karşı Komün tipi bir cumhuriyet tezi önemlidir.

Öte yandan Komün enternasyonalist değildi yani Paris’i savunmak için kuruldu Komün. Enternasyonalizmin timsali olarak Komün kuruldu diyemeyiz.  Komünde Paris’teki kadınlar dahil olmadığı gibi Paris’teki yabancılar da dahil olmadı bir şekilde birinci sınıf Avrupalı sayılan yabancılar ancak zor bela Komün’de yer aldılar.

Öldürülen ve sürgün edilenlerin yarıya yakını Kuzey Afrikalılardan oluşuyordu. Onlar hiçbir şekilde yer almadılar ancak. Şimdi bütün bunları başta söylediğime geri dönmüş olarak çubuğu bükerek tekrar ettiğimizde ise Devrim ve Paris Komünü’ne dair anlattıklarım silahlanmış işçilerin iktidarı ele almasını öne çıkarmak içindir. Diğerleri önemsizdir diye söylemiyorum bir takım meziyetleri vardı ama ben bu noktada iktidarı almanın bağlayıcı olması nedeniyle vurguyu buraya yapıyorum.

Komün ile alakası olmayan emek meselesi sorusudur. Yoldaş emek derken soyut ve genel bir emek olarak anlattı. Yani burada özgür olmayan emekten bahsediliyor. Kasıt ücretli kölelerin özgürleşmesidir. Ama başka bir kasıt da proletaryanın proletarya olma konumundan kurtulması için de sınıfsız topluma varılması gerekir. Fakat önemli olan Marks’ın Paris Komünü başka şeylerde de vurgulayacağı gibi işte bu sınıfsız topluma doğru giden uzun mücadeleye damgasını taşıyacak olan geçiş sürecinin siyasi örgütlenmesidir. Yani bu mesele Komün’de emek özgürleşmedi gibi bir tartışmayla abes olur. O Rusya’da da oldu. Hiçbir kimse başkasının emeğini sömüremez diye Sovyet kararı çıktı. Emek sömürüsünün ortadan kalkması için bütün o geçiş döneminin ardından sınıfsız toplumun ilk evresine ulaşılması gerekiyor önce. Ancak o zaman emek bu niteliğini yani emek toplumsal niteliğinden kurtulabilecek.  Bu konu çok fazla Komün’le doğrudan alakası olan bir konu değil. Ama neticede şunları soruyorsanız: Paris Komünü zamanında tekstil atölyelerinde çalışan kadınlar nasıl çalışıyordu? Ücret karşılığında mı çalışıyorlardı yoksa çalışıp sonra ürettiklerini ürünlerini kendi aralarında eşit bir biçimde paylaşıyorlar mıydı? Patronlar ortadan kalkmış mıydı? baktığımızda bazı konfeksiyon atölyelerinde patronların da olduğu ve Komün’e katıldıklarını görüyoruz. Ama aynı şekilde patron, patron olarak usta-başı, usta başı olarak çalışmaya devam ediyodu.Versaycıların, karşı devrimin yanına geçen patronların olması durumunda işçiler onların işyerlerine el koyuyordu. Böyle baktığımızda Komün, ücretli emeğin ya da emeğin sömürüsünün ortadan kalktığı ya da bu yönde birtakım adımların atıldığı bir yer değildir. 

Soru: Bir düzeltme gibi olacak belki; bu etkinliği anlamlı buluyorum. Her şeye rağmen provokatif gözükmesi ihtimalini de göz önünde bulundurarak bir soru soracağım. Lenin İki Taktik’te, İşçi-Köylü diktatörlüğü nasıl olur sorusuna Paris Komünündeki gibi diyerek cevap verir dediniz. Sanırım bu bir dil sürçmesi ya da benim okuduğum çeviriler tamamen yanlış. Benim hatırladığım kadarıyla Menşeviklerin nasıl işçi-köylülüğü diktatörlüğü sorusuna  değil de verili düzen yıkıldıktan sonra alternatif olarak ne kuracağız sorusuna Menşeviklerin 1905’te Devrimci Komünler olarak cevap verir. Lenin de onları eleştirirken Komün içi boş bir kabuktur der. Komün o tarihte yenilmiş bir şeydir, bizimkisine asla benzememesi gerekir der Lenin. Dediğiniz doğru 1917’de ise yıkılanın yerine ne kurulması gerekir sorusuna tam da dediğiniz gibi cevap veriyor Lenin. Paris Komünü tipinde bir devlet olacak bizim devletimiz diyor. Nisan konferansındaki istifasının gerekçesi de budur. Enternasyonal öneriyor kabul edilmiyor, partinin adını değiştirelim diyor kabul edilmiyor, ama buna rağmen de istifasını geri çekiyor. Ya oyun oynadı ya da buna rağmen istifasını geri almasını sağlayan bir ilkesel değişim oldu. Evet değişim oldu neydi bu, Nisan konferansında Parti kongresinde bir değişiklik oldu. Lenin Devlet ve Devrim kitabında bu kitap Marx’ın unutturulan devlet teorisini gün yüzüne çıkarmak için yazıldı der. 

Fransa’da İç Savaş Paris Komünü’nde neler yapıldı üzerine yazılmamıştır. Fransa’da İç Savaş’ta bir şey icat oldu. Silahlı işçilerin varlığı asla inkar edilemez. Ama Komünizm davası adına Paris Komünü’nü anlamlı kılan şey tarihin en büyük icadının yapılmış olması, sönen devletin icadıdır. Bu unutturulduğu için partisinin merkez komitesini ikiye böldü Lenin. İstifa etmek zorunda kaldı partisinden. Çünkü yeni bir teori üretiyordu. Bu teori istifa etmesini gerektirecek kadar yeniydi. Ve Devlet ve Devrim bundan dolayı yazıldı. Yoldaşları devrim örgütlerken Lenin oturdu bir şey yazmak zorunda kaldı. Entelektüel olduğu için, devrimin bir teoriye ihtiyaç duyduğunu düşündüğü için, Devlet ve Devrim’i yazdı. İlk sözü nedir? Marx’ın unutturulan devlet teorisini yeniden ortaya çıkarmak için bunu yazıyorum diyor. Bizim program önerimizi ahmakça diyerek eleştirdiğinizde, bizim program vurgumuz da buna yöneliktir. Zira partinin olması yeterli değildir bir proletarya diktatörlüğü için. Sönen devletin inşası için parti’nin var olması yeterli değildir. Bu bilincin olması gerekir ve bugün ihtiyacımız olan bu bilinci kuşatacak bir programdır. Komünist Manifesto’yu kapsayarak aşan bir program yoktur. Onun için komünizm davası yere vuruyor. Yönetenler yönetemiyor, yönetilenler böyle yönetilmek istemiyor ama komünizm davası da gittikçe dibe vuruyor. Bu çelişkinin sebebi komünizm davası adına göndere çekeceğimiz bir program eksikliğidir. Teşekkür ediyorum.

Soru:  Soru bir önceki soruya bir gönderme içeren bir soru olacaktır. Çubuğu tersine büken bu seminerden özet olarak şunları söyleyebilir miyiz? Bizim yapacağımız devrim asla Paris Komünü’ne benzememeli, Lenin’in tıpkı iki taktikte söylediği gibi, senin de bu seminerde anlattığın gibi Paris Komünü’nü eleştirel bir şekilde aşan Sovyetlerdeki gibi merkeziyetçi bir devlet yaratmak istiyoruz ya da bu şekilde yorumlayabilir miyiz? Yani asla Paris Komünü’nü bir daha tekrarlamamalıyız. Tekrarlarsak sonumuz Rojava’daki gibi hiçbir zaman Paris Komünündekilerden farklı olmaz. 

Konuşmacı:

Kadınları kurtuluşu konusu bugün ziyadesiyle önemli, özellikle Türkiye’de seksenlerden sonra yeni bir şey ortaya çıktı. Hemen Şimdi! diye tamamlanarak öne sürülen muhtelif talepler var. Güya kadın sorununu devrimden sonraya havale etmek sosyalistlerin en büyük kabahatidir. Bunun yanında şimdiden, daha bugünden bunları çözebiliriz diyen radikal görünümlü bir çıkış vardır. Genel olarak böyle olmasa da Türkiye’deki feminist harekette böyle bir vurgu vardır. Bu aslında Türkiye devrimci hareketine yönelik bir eleştiridir. Dolayısıyla önce buradan yola çıkılması lazım. Yani kadının özgürleşmesi  hemen şimdi diyerek yapılacak bir şeyse o zaman bu proletarya diktatörlüğü, sınıfsız toplumun ilk evresi ve sonra ikinci evresinde bu sorunları nereye koyacağız. Niye sınıfsız toplumun üst evresine ulaşmaktan bahsederken, iş bölümünün ortadan kalkmasından bahsederken yani kır-kent, kafa-kol, kadın-erkek arasındaki sorunlar bu aşamada çözülecek derken bu en sona atılmış oluyor. Bu ihmal ya da kadın meselesini küçümseyen bir şey değildir. Tam aksine bunlar olmadan kadın kurtuluşa kavuşamaz diyoruz. Bugün hadi şu şu reformlar yapılsın ve hepimiz özgürleşelim diyebiliyor muyuz? Hemen şimdi desek de bu denklem kurulmadan özgürlük gelmiyor. Buna rağmen unutulmaması gereken şey Paris Komünü boyunca kadınlar muazzam bir özgürlük mücadelesi verdiler. Her ne kadar seçme ve seçilme hakkı elde edilemese de ellerinde silahlarıyla kendi haklarını ve kazanımlarını korumaya soyundular. Bunun için ölüme kadar gittiler. Bu önemliydi Komün’ün kadınlara verdikleri açısından. Buna rağmen kadınların en temel sorunlarına dair konular Komün’de çözülmemiştir. Yani biz şimdi Komün’ü mü bekleyeceğiz ya da belirli bir aşama mı bekleyeceğiz diyenler hep olacak eskiden de oldu. Ama Komün’den bunun beklemek özellikle Lenin’in devrime giderken sınıfsız topluma giderken tarif ettiği üç evreyi göz ardı etmektir. İlk iş bölümü kadın ve erkek arasındadır ve en sonunda bu çözülecek ve bu çözülmeden de özgürlüğe gidilemeyecek. Marx’ın kurgusu budur. Komün kadınlarla ilgili ne olumlu şeyler ya da ne yanlışlar yaptı analizi yapmak yanlıştır. Komün’ün asıl önemi silahlanmış işçilerin iktidarıdır. Komün’ün 70 günlük hayatı içerisinde kadınlar kendi özgürlükleri için silahlanıp mücadele etme pratiğini göstermiştir. Komün ve kadın özgürlüğü arasında bir bağ kurulacaksa ancak burasından kurulur. Şimdi o provokatif düzeltmeye geleceğim. Öncelikle dil sürçmesi değildir, İki Taktik kitabında yani Bolşeviklerin ve Menşeviklerin taktiği maksadıyla yazılmış kitapta, Menşeviklerin Komün perspektiflerine kapıyı kapatan bir şekilde yazılmıştır. Bu neye benzeyecek sorusunda, 1905’te ne olacak sorusuna Komün’ü örnek göstermiştir. Nisan Konferansı ile ilgili bir dil sürçmesi değil, bayağı bir yanlış tarifte bulunuldu. Bu da aslında biraz Troçkist efsanelerde görülecek bir şeydir. “Nisan Konferansına kadar Lenin Proletarya Diktatörlüğü’nü benimsemiyordu bu Nisan Konferansında oraya geldi. Aksi taktirde bu Nisan Kongresinde kabul edilmeseydi partisinden istifa edecekti. Lenin oyun mu oynadı?” deniyor. Ne oyunu bir kere böyle bir şey olmadı. Nisan Konferansındaki ayrılma tehdidi bir noktadadır. Bir tek konuda hassas bu olmazsa ayrılırım dediği konu tam tersidir. Bizim İki Taktik’te savunduğumuz çizgiye bu parti takip etmezse, Menşevik taktikler takip edilirse ben bu partiden çıkarım diyor. Lenin diyor ki hayır burjuvaziye fırsat vermeden İşçi-Köylü ittifakı ile çözülmeli bu mesele. Şimdi 1917 Nisan Konferansı’na gelindiği zaman Lenin’in kendi yoldaşlarına getirdiği eleştiri ise Kerenski Hükümeti’ne katılmadan dışarıdan destek verme tutumunu eleştiriyor ve eğer bu tutum sürdürülürse ben bu partide olmam diyor. Yani kendi arkadaşlarına eski Bolşevikler diye tabir edilen insanlara eski çizginize dönün, 1918 ‘de bile biz Proleter Devrimle ilgili hiçbir şey yapmadık diyor. Bunlar Troçkist efsanelerde yer alır. 

Taktik tartışmaları geçici hükümete ilişkin tutum ile ilgilidir. Menşeviklerle Bolşevikler arasındaki ayrım da esas olarak, Lenin der ki eğer bir demokratik hükümet kurulacaksa bizim içinde olmamız lazım, biz içinde değilsek bunu dışarıdan destekleme ile bir demokratik devrim olmaz der. Kitapta ilk bunu söyler. 

Komünle Proletarya Diktatörlüğü icat olundu denilebilir. Devlet ve Devrim bitseydi, üç devrim deneyiminin derslerini çıkarmak için masa başına oturmuştu. Çok net, Marks’taki devlet teorisinin eksikliğini gidermek için değil. 1905, 1917 devrimlerinin anlatmak için kitabı kaleme almıştır. Şimdi Komünizm davası dibe çöküyor cümlesine gelince, azız, diyebilirsiniz, zayıfız diyebilirsiniz. Ama şu anda yaptığımız tartışma dahi bunun dibe çökmediğini sahipsiz kalmadığını söylemek için yeterlidir. 

Birinci vurgu silahlı ihtilal vurgusudur. İkincisi buna önderlik eden bir parti gereklidir. Mesela Paris Komünü için bir sönen devlet tabiri kullanırsanız pek sönmemiştir o devlet. Yani 10 binin üzerinde şehitle ezildi ve pek söneceği yoktu. Sönen devlet tartışması çok sonradır. Tam da Paris Komünü’ne benzemeyen bir devletten konuşmak lazımdır. Merkezi devleti hedeflemeyen bir devleti hedeflememeliyiz. Hatta Ekim Devrimi’nin ardından kurulmuş olan devleti de hedeflememeliyiz. Kısa ömür içerisinde muhtelif aşamalardan ve düzeltmelerden geçmişlerdir. Bizim vurgulamamız gereken asıl konu iktidarı aldıktan sonra ne yapacağız değil, silahlandırılmış işçilerin iktidarı ele almasıdır. Bir Proleter Devrimine ihtiyaç vardır öncelikle. Ondan sonrası da Sovyetlerin ve meclislerin işi olacaktır. Bu tartışmaların somut bir tartışma haline gelmesi için evvela Proleter Devrimini düşünmeliyiz.