Devlete Yönelik Şiddetten Ürperen Reformistler

HPG güçleri 26 Eylül’de Mersin’in Mezitli ilçesinde Tece Polisevi’ne bir saldırı eylemi düzenledi. Saldırıdan birkaç saat sonra bir kınama yarışı başladı. HDP’den Pervin Buldan ve Mithat Sancar saldırıyı bir provokasyon olarak tanımladı:

Özellikle seçimlere yaklaşmakta olduğumuz bugünlerde ortalığı bulandırmak, yeni bir şiddet dalgasını ve provokasyonları, Haziran-Kasım 2015 dönemindeki gibi kullanmak amacında olanların bu hevesleri karşısında suskun kalınamaz.

Evrensel’in politika uzmanı Nuray Sancar’a göreyse PKK hükümete bir can simidi uzatmıştı:

Mersin’de bir polisin öldürülmesiyle sonuçlanan terör eyleminin seçimlere kötü bir başlangıç olduğunu yazan ve düşünen bir çok insan tarihin tekerrür edebileceğinden korkmakta haklı … PKK’nin üstlendiği saldırı … iktidarın elinde hemen bir koza dönüştü. Enflasyonun krize dönüştüğü şu sıralarda … doğrusu iyi bir pas.

“Provokasyon” ve “kör terör” tespitleri HDP ve EMEP’le sınırlı kalmadı. TİP’ten, Sol Parti’ye bir dizi siyasal akım eylemi benzer vurgularla kınadı. Şiddet karşıtı koronun başını elbette her fırsatta “demokratik siyasetin” ilkelerini hatırlatan Demirtaş çekti. Tece saldırısını kınayanların aklında, 2015 yılındaki seçimler, daha doğrusu Erdoğan’ın kaybettiği 7 Haziran’dan kazandığı 1 Kasım’a uzanan iki seçim arası dönem vardı. Onlara göre, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan’ın kazanmaması için benzer bir dönem bir daha asla yaşanmamalıydı. Konu cumhurbaşkanlığı seçimi olunca, aday konusunu savuşturmak için hep “kurtuluşu sandıkta değil halkın mücadelesinde aramak gerektiğini” savunan bu akımlar, her nedense, Tece saldırısının ardından birden bire seçimi hatırlamışlardı.

Reformizmin bayraktarlığını yapanların Tece saldırısı karşısındaki tutumları sürpriz değildi. Öncelleri ya da kendileri 99’daki Mavi Çarşı saldırısı yahut 2016’daki Dolmabahçe saldırısı karşısında da benzer tutumları takınmışlardı. Bu kesimlerin, devrimciler tarafından gerçekleştirilmiş olsun olmasın, devlete yönelen şiddet eylemleri karşısında duydukları ürperti onların reformizmlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Kendilerini açık sözlülüklerinden ötürü kutlamak gerekir.

Silahlı propagandayı bir yöntem olarak benimsemese de, ezilen ve sömürülenlerin şiddetini her zaman meşru gören ve hiçbir zaman tartışma konusu yapmayan KöZ, Tece eylemi sonrasında geçmiştekinden farklı bir tutum takınmadı. Bu konuda ESP, Komün, Partizan, ve Mücadele Birliği de KöZ’e benzer bir çizgide yer alıp saldırıyı kınayanları karşılarına aldılar. Ancak bu konuyu özel bir mücadele alanı olarak gören akımsa ESP oldu. Resmi Twitter hesabından

Nereden gelirse gelsin’ diyerek, ezilenlerin şiddetini de kınayanlar, ne arzuladıkları “şiddetsizlik” ortamını yaratabilir, ne devletin şiddetinden kendini sakınabilir, ne de faşizmi yıkabilir. Devrimci zorun reddi, sadece ezilenleri silahsızlandırır. Faşizm kınayarak kahrolmaz.

açıklamasını yapmakla kalmadı. Bir dizi ESP yöneticisi farklı mecralarda HPG saldırısını kınayanları kınadı.

ESP’nin bu konudaki tepkisini görünür kılma gayreti onun HDP bileşeni olmasından bağımsız ele alınamaz. Zira ESP’nin önünde kendini bileşeni olduğu HDP’den ayırmak görevi duruyor. Öyle ya, “demokratik siyaseti” savunan, “şiddete karşı olan”, bir partide “ezilenlerin özsavunma eylemlerini” meşru gören başka bir partinin ne işi olsa gerek? Kuşkusuz, ESP’nin bu soruya bir yanıtı var ve verdiği yanıt birleşik cephe taktiğinin Türkiye’deki hatalı kavranışının tipik bir örneğini sunuyor.

Tam da bu nedenle HPG eyleminin ardından düzene bağlılıklarını ifade etmek için sıraya giren reformistleri değil saldırının meşruluğunu savunan ESP’nin “refomizm karşıtlığı” üzerinde durmak gerekli. Açıktan reformizmi savunanların nerede durduğu zaten belli fakat ESP, HDP içinde kalarak devrimci bir çizginin takip edilebileceği yanılsamasını yayıyor.

Anti-faşist birleşik cephe olarak HDP

ESP’nin HDP içindeki varlığını gerekçelendirirken başvurduğu temel dayanak faşizme karşı birleşik cephe taktiğidir. Buna göre Türkiye’de bir “faşist şeflik rejimi” hüküm sürmektedir. Faşizme karşı mücadele eden güçlerin başında “Kürt özgürlük hareketi” gelmektedir, HDP ise Türkiyeli devrimcilerin Kürt hareketi ile buluştuğu anti-faşist cephenin adıdır. ESP ile aynı çizgide hareket eden Marksist Teori bu durumu şöyle ifade ediyor:

Türkiye emekçi sol hareketinden bütün partiler ve örgütler için Kürt ulusal demokratik hareketiyle ittifak kurma konusu, faşist şeflik rejimine karşı mücadelede bugün asgari bir kararlılık ve tutarlılık sınavıdır. Çünkü Kürt ulusal demokratik hareketi, hem fiili meşru mücadele sahasında aktif Kürt halk kitlesiyle hem de sömürgeci ve işgalci saldırılara karşı kahramanca direnen gerilla gücüyle, halklarımızın faşist politik İslamcı saray iktidarına karşı mücadelesinin en örgütlü ve en etkili politik dinamiğidir. HDP de, birleşik demokratik cephe partisi formuyla, mücadeleci Kürt halk kitlesinin başlıca yasal toplanma adresidir. (Üçüncü İttifak ya da Üçüncü Cephe, Marksist Teori, Ocak-Şubat 2022)

Birleşik Mücadele Güçleri (BMG) içinde yer alıp HDP içinde yer almayan Mücadele Birliği veya Sosyalist Meclisler Federasyonu yahut HDP içinde yer alıp BMG’den köşe bucak kaçan SYKP gibi akımlar bu cephe kurgusunu kabul eder mi bilinmez ama Marksist Teori’ye göre birleşik cephe HDP’yle sınırlı değildir. HDP’nin yanı sıra BMG ve Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) bu cephenin farklı boyutlarını oluşturmaktadır.

Tekrar pahasına belirtelim: Antifaşist ve antişovenist birleşik parti formu olarak HDP, çeşitli toplumsal ve siyasal mücadele dinamiklerinin ortak potası olarak HDK, fiili meşru mücadele sahasında öncü devrimci inisiyatif ortaklığı olarak BMG ve devrimci mücadelenin silahlı biçimlerini uygulama gücü olarak HBDH, birbirinden farklı politik işlevlere ve örgütsel biçimlere sahip olan ve nesnel bakımdan birbirini bütünleme imkanları taşıyan bu ittifakların hepsi bir arada, üçüncü cepheyi meydana getiriyorlar.

Üçüncü cephe ne bir demokratik seçim ittifakından, ne bir politik kitle çalışması ortaklığından, ne bir antifaşist birleşik eylem kulvarından, ne de bir silahlı mücadele birlikteliğinden ibaret. Üçüncü cephe bunların hepsinin toplamı, politik özgürlüğün cephesi. Yani üçüncü cephe, burjuva meclis seçimlerine endeksli “üçüncü ittifak” veya “üçüncü seçenek” kavramlarına daraltılamaz. Keza, biri burjuva egemen sınıfın bütün bloklarına ait kapitalist yol ve diğeri işçi sınıfıyla ezilenlere ait sosyalist yol olmak üzere, toplumsal ve siyasal düzlemde en nihayetinde iki ana yol bulunduğu gerçeğini karartan, aslında burjuva liberalizmin ideolojik cephaneliğine özgü olan “üçüncü yol” kavramıyla da tanımlanamaz. (Üçüncü İttifak ya da Üçüncü Cephe)

Bu satırların yazılmasından sekiz ay sonra, ESP’nin bir cephe olarak tasavvur ettiği HDP, dolayısıyla HDP bileşeni olan ESP de, bir başka cephenin Emek Özgürlük İttifakı’nın içine girdi. Marksist Teori’nin söz konusu ittifakı da HBDH’den HDP’ye uzanan ittifaklar kümesinin bir parçası olarak gördüğünden şüphe duymuyoruz.

Marksist Teori’ye göre söz konusu cephenin içinde elbette liberal ve reformist unsurlar da vardır. Ancak devrimcilerin görevi bu unsurları bahane ederek anti-faşist cepheye burun kıvırıp onun dışında kalmak yerine, bu cephenin içine girip var gücüyle bir hegemonya savaşı vermektir. Devrimcilerin görevi birleşik cephenin tüm alanlarında sekterlikten uzak ahenkli bir mücadeleye önderlik etmektir.

Üçüncü cephenin kapsamı itibarıyla tamamlanmaktan halen uzak olduğu, genişletilmeye ihtiyaç duyduğu elbette doğru. Bünyesinde, bilhassa birleşik yasal örgütlenme zemininde, devrimci ve mücadeleci politik çizgi ile reformist ve uzlaşmacı politik çizgi arasında bir hegemonik olma sürtünmesi barındırdığı da doğru. Politik olarak çok daha fazla etkinleşmesi ve politik mücadelenin bütün biçimlerini ahenkle kullanmakta yetkinleşmesi gerektiği yine doğru. Devamla, halkçı demokratik bir seçim ittifakında emekçi soldan diğer parti ve örgütlerle buluşmanın elzem oluşu da öyle. Demek ki, üçüncü cephe hem siyasi hem de fiziki oluş halinde. (Üçüncü İttifak ya da Üçüncü Cephe)

Yaklaşım böyle olunca, ESP’nin hem Tece saldırısının meşruiyetini savunması hem de saldırıyı kınayan HDP’nin içinde yer alması şaşırtıcı değildir. Zira ESP açısından cephenin anlamı “faşizme karşı demokrasi mücadelesi vermektir”, demokrasi mücadelesi verenler arasında şiddet karşıtı liberaller de yer almaktadır ve HDP içindeki hegemonya onların elindedir. ESP kendi yaklaşımını öne çıkararak HDP içinde liberallerin hegemonyasını kırma mücadelesi vermektedir.

Ne var ki, ESP’nin kendi içinde tutarlı olması, ne onun birleşik cephe kavrayışının komünist hareketin geleneğindeki birleşik cephe anlayışı ile uyumlu olduğunu gösterir ne de ESP’nin böyle bir cephe içinde umduğu sonuçlara ulaşabileceği anlamına gelir. Nitekim ESP komünist hareketin tarihindeki birleşik cephede kavrayışından uzaklaştığı oranda HDP içindeki liberallere karşı hegemonya savaşı vermek şöyle dursun, Emek Özgürlük İttifakı örneğinde görüldüğü üzere, HDP’nin içinde, HDP’yle birlikte, HDP’nin dışındaki burjuva muhalefetinin peşinden sürüklenmektedir.

Sık Kullanılan Ama Anlamı Üzerinde Düşünülmeyen İki Kavram: Cephe ve İttifak

Cephe kavramı komünist hareket tarafından ilk kez Komünist Enternasyonal’in üçüncü ve dördüncü kongrelerinde formüle edildi. Bu kongreler “cephe”nin amacını “işçi sınıfı içerisindeki reformist akımları teşhir edip, bu akımların geniş emekçi yığınlar üzerindeki etkisini kırmak” olarak belirledi.

İngilizce hatalı çevirinin Türkçe’ye birebir aktarılması sonucu “birleşik cephe” olarak adlandırılan politik taktiğin Komintern belgelerindeki adı “proletaryanın tek cephesi” dir. “Komünistleri oportünistlerden ayrıt ettik, şimdi proleterlerin tek cephede bir araya gelmesini sağlamalıyız” diye somutlanır bu taktik. “Proleterlerin çıkarlarını savunma iddiasında olanların hepsinin en basit kısmi talepler için bir araya gelmeleri için çağrı yapacağız ve böylelikle oportünistlerle merkezcilerin bu konuda bile nasıl ayak dirediklerini kitlelere somut olarak göstereceğiz” denir. Birleşik cephe taktiklerinin esası budur.

Bu yanlış kavrayışın köklerini elbette bir çeviri hatasında değil daha derinlerde, bağımsız sınıf çizgisinin eksikliğinde aramak gerekir. Oportünistler, “birleşik cephe”nin, muhtelif akımların, tek başlarına hakkından gelemedikleri düşmanlar karşısında, birbiriyle bir asgari müşterekte buluşması sonucunda kurulacağını savunur. Aslına bakılırsa bu anlayış, “proletaryanın tek cephesi gündeme geldiğinde” İkinci Enternasyonal’in Komünist Enternasyonal’e dayattığı anlayışın ta kendisidir: “Benimle cephe kurmak istiyorsan bana düşmanca yaklaşmayacaksın”. Tam da bu birleşik cephe kurgusu nedeniyle, söz konusu akımlar birleşik cephenin “zorlanmasından”, “dağıtılmasından” kaçınırlar. Kendi devrimciliklerini cephenin konusu dışında kalan alanlarda gösterirler, cepheyi birleştiren konu hakkında kol kırılır yen içinde kalır düsturuyla hareket ederler. Nitekim ESP’nin HDP içindeki hareket tarzı tam da böyledir.

Halbuki komünistler reformistlerle olan ayrımlarını asıl söz konusu cephenin harcı olması gereken konularda çekmelidirler. Bu da aslında şu ya da bu bileşenin kendi görüşleri ve tutumları arasında bir tartışmayı değil bu cephenin nasıl hareket etmesi, nasıl açıklamalar yapması gerektiğine dair bir tartışmayı şart koşar. Bu cepheye kimin damgasını vuracağı tartışması değil, kimin cephenin temel gereklerini tutarlı bir şekilde yerine getirdiği tartışmasıdır aslında.

Oportünistlerin gönlünde yatan “Birleşik cephe” ile Komünist Enternasyonal’in tarif ettiği “proletaryanın tek cephesi” arasındaki fark da tam da bu noktada ortaya çıkar. “Birleşik cephenin” gücünün bileşenlerinin fazlalığından ve çeşitliliğinden kaynaklandığını düşünenler, bu bileşenlerin sorumsuz tutumlarını sineye çeker, onları cephenin dışına atmazlar; cephenin amaçlarına uygun hareket etmeyenlerle, ileride cepheye “damga vurmak” umuduyla, aynı cephe içerisinde yer alırlar. “Proletaryanın tek cephesi” şiarını yükseltenler ise bu şiarı oportünistlerle ortak hareket etmek için değil işçi kitlelerini oportünistlerin etkisinden kurtarıp proleter safları sıklaştırmak amacıyla yükseltirler. Bu amaca oportünistleri sineye çekerek değil, onları işçi kitlelerinin gözünde itibarsızlaştırarak, bir yandan onlara kitleler önünde reddetmeleri mümkün olmayan eylem birliği çağrısında bulunarak, diğer yandan da oportünistlerin komünistlerle ortak hareket etmekten neden kaçındığının propagandasını yürüterek ulaşırlar.

Tam da bu nedenle komünistlerin teşhir amaçlı ajitasyonlarının ve propagandalarının asıl hedef kitlesi kendi tabanları değil, oportünistlerin tabanı olan kesimlerdir. Bir cephenin kurulması gündemdeyse, yahut kurulmuşsa komünistler ajitasyon ve propagandalarını cephenin dışında kalan mecralarda, kendi tabanlarının ve ilişki ağlarının bulunduğu alanda değil, esas olarak cephenin içinde ve oportünist akımların etkisi altındaki kesimlere seslenerek yürütürler. Kendi kimliklerinin yanı sıra, hatta ondan daha fazla cephenin ortak kimliğini kullanırlar. Böylece kimin cepheyi sulandırmak ve amacından saptırmak istediği, kimin cepheyi şart koştuğu, kimin savaşı kararlılıkla sürdürdüğünü göstermiş olurlar.

HDP Cephe Mi?

Meseleye Komünist Enternasyonal’in bu perspektifleri ışığında bakıldığında ESP’nin cephe kavrayışının yanlışlığı ortaya çıkar. Birincisi ESP faşizme karşı “proletaryanın tek cephesinde” değil birden fazla cephe içinde mücadele etmektedir. Zira HDP eğer birleşik cephenin adresi ise BMG nasıl bir cephedir? Yahut ESP’nin sık sık dile getirdiği kadın hareketiyle ortak cephede durma hedefi neye denk düşmektedir? Tüm bunların dışında ESP, HDP’yle birlikte kendini üçüncü cephe olarak adlandıran -bu bakımdan BMG’den hiçbir farkı olmayan- Emek Özgürlük İttifakı’nın yeni bir cephenin de içinde bulunmaktadır. Cephelerin farklı cepheler içinde yer aldığı bu cephe enflasyonu aslında hiçbir cephenin kendini bir cephe olarak görmediğinin kanıtıdır.

Bu cephelerin toplamının tek bir cephe oluşturduğuna dair bir görüşün ise politik bir anlamı yoktur. Zira cephe fikrini bir taktik silah haline getiren şey tek bir cephede birliği sağlama çağrısıdır, cepheden kaçanın işçi sınıfı davasına ihanet ettiği fikridir. Oysa farklı ittifakların “ahenkli çalışmasından” dem vuran ESP daha baştan herkesin her ittifakta yer alamayacağını kabul etmiştir.

İkincisi örgütsel yapısı ve işleyişi itibariyle bir cepheye en az benzeyen yapı HDP’dir. HDP bir cephe değil, kendi bağımsız örgütsel yapısı olan bir parti olduğu için, bu yapının içinde, bir cephenin içinde komünistlerin yürütmesi gereken bir mücadeleyi yürütmek mümkün değildir. Zira HDP’nin içindeki tartışmaları dışa açmak, HDP’nin örgütlerinde oportünist tutumları teşhir etmek, bağımsız bir örgütün kendi iç tartışmalarını dışa açmak, onun mekanizmalarını ve kendi disiplinini hiçe saymak anlamına gelir. Bunun da devrimci bir ajitasyona değil, örgüt yıkıcılığına denk düşeceği açıktır. Nitekim, hangi mülahazayla olursa olsun, ESP de HDP içindeki tartışmalarda oportünist tutum takınanları açıktan teşhir edememekte, bu kesimlere dolaylı ve muhatabını açıkça hedef almayan bir şekilde değinmektedir.

Dahası, hegemonya savaşı verme iddiasındaki ESP hiçbir zaman kendisini liberallerden ayırdığını düşündüğü görüşlerini HDP’de yer alan kadroları ile HDP’nin kimliğini kullanarak ifade edememektedir. Konu eylem olduğunda ise durum daha da vahimdir. ESP BMG’yi birleşik cephenin bir parçası olarak görse de, diğer bileşenleri açısından taşıdığı anlamlar bir yana, aslında BMG bir anlamda HDP’nin eylemsizliğinden rahatsız olan HDP bileşenleri için üretilmiş bir çözümdür. HDP’nin içinde bulunduğu “hassas durum” nedeniyle ESP, HDP kimliği ile “anti-faşist” adını hak edecek muhteva ve biçimde eylemler gerçekleştirememektedir. Bu konudaki görüşlerini ifade ederken yahut eylem yaparken kendi kimliği olan ESP’yi ya da BMG gibi başka cephelerin kimliğini kullanmaktadır. Oysa HDP bir cephe olsaydı HDP içindeki reformistleri teşhir etmek isteyen ESP’nin HDP kimliğini kullanmasını engelleyen reformistleri açıktan teşhir etmesi mümkün olurdu.

Nihayetinde, HDP’nin bugünkü eylem(sizlik) çizgisinin ve siyasi söyleminin ESP’nin HDP’ye atfettiği “anti-faşist” cepheyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Hatta HDP’nin uzun bir süredir savunduğu çizgi ESP’nin HDP içindeki liberal unsurlara mal ettiği çizgidir. Bu bakımdan aslında ESP’nin HDP bünyesinde liberallerle bir hegemonya savaşı vermesinden çok, içeriğini ve mimarisini liberallerini tayin ettiği bir yapıda zorunlu misafirliğinden söz etmek gerekir. KöZ’ün “HDP içinde rehin kalmak” derken kast ettiği şey tastamam budur.

Eğer HDP bir cephe olsaydı ve ESP de HDP içinde devrimci bir hareketin hareket etmesi gerektiği gibi hareket etseydi ne yapması gerekirdi? Böyle bir durumda HDP içinde yer alan ESP’liler sadece kendi politik kimlikleri ile değil HDP kimliği ile de Tece saldırılarını meşruiyetini savunan açıklamalar yapabilirlerdi. HDP’nin imkanlarıyla meclise girip, sonrasında TİP’e geçen Erkan Baş, fakir fukara hamasetiyle Atatürk Cumhuriyeti’nin bekçiliğini harmanlarken ESP çizgisini benimseyen bir vekil de, HDP kimliğini kullanarak, parlamento kürsüsünden Tece eylemini meşru bir özsavunma olarak tanımlayabilirdi. Bu siyasi gerçekler parlamento kürsüsünden söylenmeyecekse parlamentoda devrimci bir vekil olarak bulunmanın anlamı ne olabilir?

HDP içindeki liberaller de genel geçer bir pasifizm, sosyal şovenizm eleştirisiyle değil, HDP kimliğini bu şekilde kullanmayı engelleyenlerin kimler olduğunu açıkça teşhir ederek “kahredilebilirler”. Dahası ESP’nin benzer bir tutumu, içinde HPG’lileri açıktan terörist ilan eden TİP’in, EMEP’in bulunduğu Emek Özgürlük İttifakı bünyesinde de takınması, bu ittifakın tüm toplantılarında Tece’nin meşruiyetine parmak basması için HDP’yi zorlaması ve bunda ayak direyenleri de teşhir etmesi gerekirdi. Halbuki ESP, Tece’ye dair görüşlerini HDP’ye mal etmek, HDP platformlarından HDP tabanına seslenmek yerine, kendi farkını kendi sınırlı mecrasında göstermekte, kendi etkisindeki yayınlarla kendi militanlarına seslenmektedir. Bu seslenişin amacı HDP’ye rengini vermekten çok kendi militanlarını HDP’nin rengini almaktan korumak olsa gerekir.

HDP bir cephe değil legalist tasfiyeci bir oluşumdur. O yüzden de bu zeminden örgütsel olarak da kopmak gerekir. Aksi bir tutum takınanlar, HDP’nin içinde kendini sansürleyip HDP’nin dışında serbestçe konuşarak, daha baştan kaybettikleri bir varoluş savaşını sürdürmeye mahkumdurlar.

Ortadan Kalkan Bağımsız Siyaset

ESP başta HDP olmak cephe olmayan bir dizi zemini cephe olarak gördüğü ve gösterdiği gibi “bu cephelerin” içinde de Komintern’in şart koştuğu gibi değil İkinci Enternasyonal’in dayatmalarına uygun bir şekilde hareket etmektedir. Bu yaklaşımının bir sonucu olarak ESP, HDP içinde siyasi bağımsızlığını güvence altına alamadığı için müdahale eden değil, kısıtlanandır ve normalde “anti-faşist bir cephe”nin yükümlülüğü olan eylemlerde bulunmak istediği zaman da bunu HDP içinde değil, HDP’nin dışına çıkarak gerçekleştirmek zorunda kalmaktadır.

HDP’nin rahatsız olmayacağı bir alana taşınan, hatta kimi zaman HDP’li vekillerin “destek verdiği” bu tür eylemler, hem HDP’yi hem de HDP içinde devrimcilik iddiası ile var olanları rahata kavuşturmakta, devrimciliğin reformizmle çatışmasının yaratacağı potansiyel tatsızlıkların önünü kesmektedir. Aslına bakılırsa, HDP’nin değil DBP’nin bileşeni olduğu, BMG tam da bu işlevi yerine getirmektedir. BMG içindeki ESP görünüşte devrimci iddiadan taviz vermezken, bu iddianın gereği olan tutumdan taviz vermiş, HDP’yi kendi benimsediği tutumu takınmaya zorlamak yerine onu özgür bırakmıştır. Kimi kayıtlar koyarak benzer bir tespiti Devrimci Parti için de yapmak mümkündür.

Ancak Tece eylemi gibi HDP’nin siyasi projesiyle uyumsuz bir gündem söz konusu olduğundaysa bu işbölümünden dahi mahrum kalınmıştır. Çünkü HDP, kendini Türkiye sathında mücadele eden bir demokrasi hareketinin merkezi aktörü olarak kabul ettirmeye muktedir olduğu için her anda olduğu gibi Tece eyleminde de soldaki siyaseti yine HDP belirlemektedir.

Bugün gelinen noktada ise Millet İttifakı’na sorunsuz eklemlenme projesinde olabildiğince sessiz adımlar atmaya çalışan HDP’ye BMG de uymuş, aylardır BMG tarafından hiçbir eylem veya etkinlik gerçekleştirilememiştir. Sabahında devrimci şiddetten dem vurulan akşamlarda Emek Özgürlük İttifakı ile birlikte Amerikancı muhalefetin suyuna gidildiği bir atmosferde BMG’nin sessizliğinin HPG’nin Türk devletine yönelik saldırısından sonra değil, Türk devletinin gerillaları kimyasal silahla katletmesinden sonra, tam da “insanlık suçu” söylemleri güç kazanırken başlaması anlamlıdır.

Asıl garipsenmesi gereken tutuk kalmayı reddetme iddiasında olanların bu örgütsel zeminlere olan bağımlılığıdır. BMG’yi devrimci bir odak olarak tarif edenlerin takınmak istedikleri devrimci tutumlar reformizmden kendini siyasi olarak ayırmadan, onunla aynı örgütsel zeminde bulunmayı reddetmeden takınılamaz. Oportünistlerle ortak bir örgütsel zeminde yer almayı reddetmeyen ESP gibi akımlar ne HDP’ye ne BMG’ye söz geçirebilmekte, oradan oraya savrulmaktadırlar. Bir taraftan devrimci siyaseti ve devrimci şiddeti savunur görünürken diğer taraftan HDP’nin içinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı’nda “kör terör karşıtlarıyla” kol kola renkli pozlar vermektedir. Bir taraftan faşizm kınamakla kahrolmaz denirken diğer taraftan faşizmi değil, düpedüz ESP’nin savunduğu şiddet biçimini kınayan reformistlerle seçim ittifakları kurulmaktadır.

Örgütsel Tahribat

Söz konusu olanın sadece siyasi bir savrulma olduğunu da düşünmemek gerekir. Adına ne denirse densin, devrimci iddialarla HDP içinde yer alan akımların açmazı daha önemli bir prensip sorununda açığa çıkmaktadır. HDP’nin aldığı kararlar, bu kararlara uyduğu oranda ESP’nin devrimci iddialarının altını oymaktadır. Devrimci çizgisini koruma kaygısıyla bu kararları uymayı reddetmesi, yapılan açıklamaların kendisini bağlamayacağını ilan etmesi ise kendi bünyesinde bozuk bir örgüt bilincinin yaygınlaşmasına yol açacaktır. Bir partinin kararına uymadan da orada durulabileceğini söylemek olsa olsa leninist parti kavramının bulandırılmasına hizmet edecektir.

Söz gelimi içinde ESP’nin de yer aldığı bir dizi HDP bileşeni, 2019 yerel seçimlerinde uyamayacakları bir karar parti tarafından alındığında, ne esaslı bir itiraz geliştirmiş ne de karara uymuşlardır. Buna mukabil HDP’den de ayrılmamış, “Kürt özgürlük hareketi ile olan ittifakın” daha belirleyici olduğu savını ileri sürmüşlerdir. Halbuki komünistler açısından; alınan bir karara uyulmayacak bir partide durulması, gerekçelendirmesi ne şekilde olursa olsun söz konusu olamaz. Marx’ın ifadeleriyle, “ileriye doğru atılan bir adım” programdan taviz vermeyi gerektirmez, hatta tam aksini zorunlu kılar. Aynı nedenden ötürü, komünistlerin reformistleri davet ettiği cephe reformistlerle aynı partide buluşmayı gerektirmez. Bilakis devrimci siyasetin bu gibi gereklerini yerine getirmek için evvela reformistlerden örgütsel ve siyasal bağımsızlığı korumak gerekir.

Önce Oportünizmin Örgütsel Zemininden Kopmak Gerekir

ESP’nin HDP’nin içindeki yalpalayan tutumunu sergilemenin amacı ESP’ye akıl fikir vermek değil elbette. Bugün bu çizgiyi sahiplenenlerin Ezilenlerin Sosyalist Platformu uğrağından HDP’yi “anti-faşist cephe” olarak takdis etmeye varan yolculuğu, bir kaza ya da tesadüf değil 1990’ların sonundan beri “kitlesini arayan parti” şiarıyla ifade ettikleri, bilinçli yönelimin kaçınılmaz sonucudur. Abdestinden şüphe duysun duymasın bu yolculuğu tekrar etmeye çalışan tüm kesimler aynı sonuçla karşılaşacaktır, karşılaşmaktadır. Önemli olan bu yolda gidenlerin yarattığı “oportünizmle aynı örgütsel zeminde bulunarak da devrimci bir siyasal mücadele verilebilir” yanılsamasına karşı mücadele etmektir.

Bu yanılsamaya karşı mücadele komünistlerin parti birliği mücadelesinin gerek şartlarından biridir. Sorumluluğu da komünist bir partinin ihtiyacını hisseden tüm devrimci güçlerin omuzlarındadır.