2019 yerel seçimlerinden hemen sonra Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sath-ı mailinde olduğu tespitini KöZ sayfalarında yapmış. O günden bugüne gerek Erdoğan gerekse de Amerikancı muhalefet attıkları tüm adımları Cumhurbaşkanlığı seçimlerini akılda tutarak attı.

“Bu Seçimde Gönderiyoruz!”

Amerikancı muhalefeti Amerikancı kılan Amerikan devleti ve sermayesiyle kurduğu bağlantılar değildir. Muhalefetin içinde Amerika’yla bu anlamda içli dışlı olmuş kesimler bulunsa da, Amerikancı muhalefete kimliğini veren şey Amerika’nın tercih ve yönelimleriyle uyumlu olan siyasi çizgisidir. Amerika, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak, Türkiye’de bir devrimin yolunu döşeyebilecek halk hareketlerinin önünü açmak istememektedir. Hem Türkiye’deki devrimci dinamikler hem Amerikan emperyalizminin krizi hem de onun Türkiye’deki dayanaklarının zayıflaması bu tercihte belirleyicidir. Bu bakımdan da Erdoğan ile arasındaki sorunlar hangi boyutta olursa olsun ondan seçimlerle, hukuk yoluyla kurtulmak istemektedir.

Amerikancı muhalefet de tastamam bu çizgide ilerlemektedir. Kılıçdaroğlu’nun Gezi’den beri halkı sürekli provokasyonlara karşı uyarıp, “sokağa çıkmayın” çağrısında bulunması, faturalar karşısında “faturamı ödemiyorum” diyerek görünüşte sol ama bireysel eylem çizgisiyle bir halk muhalefetinin önünü kesmesi bu çizginin dışavurumudur.

Amerikancı muhalefet, bir blok olarak hareket etmeye çalıştığı 2014 yerel seçimlerinden beri Erdoğan’ın karşısındaki tüm seçimleri kaybetmiştir. Kazandığı 7 Haziran seçimlerini de elinde tutamamıştır. Buna karşılık “Bu seçimde Erdoğan’ı gönderiyoruz” fikri Amerikancı muhalefet tarafından pompalanmakta ve bu muhalefetin çevresindeki tüm akımlar tarafından da yaygın kabul görmektedir.

Bu durumun anlaşılır nedenleri vardır. 2019 yerel seçimlerinde, muhalefet önemli büyükşehirlerin tümünü Erdoğan’ın elinden almıştır. Muhalefetin kıl payı kazandığı İstanbul seçimi YSK tarafından iptal edildikten sonra bu sefer çok daha büyük bir farkla kazanılmıştır. AKP içindeki çatlaklar daha görünür ve Peker örneğine olduğu gibi hasar verici hale gelmiştir. Fiyatların, faturaların aniden hızla yükselmesinin Erdoğan’ın tabanını aşındıracağı beklenmektedir. Anket sahiplerinin saçtığı manipülatif sonuçlar da bu beklentiyle uyumludur.

Sadece HDP değil bir iki istisna hariç neredeyse tüm akımlar bu beklentinin tılsımına kapılmıştır. Dönemin moda kavramı “restorasyon”dur. Erdoğan’ın seçimlerle gönderileceğini sorgulayan akım yok gibidir. Tartışılan Erdoğan’ın seçimlerle gönderilip gönderilmeyeceği değil, Erdoğan’ı göndermek isteyen sermaye partileri karşısında solun nasıl muhalefet etmesi gerektiğidir. Üçüncü yol/cephe tartışmaları da esas olarak bu muhalefetin biçimiyle ilişkilidir. Erdoğan’ın bir halk hareketiyle devrilmesi, solun bu mücadeleye önderlik etmesi bu akımların gündeminde bile değildir. Bu bakış açısına göre Erdoğan sorunu sermayenin çözeceği/çözmekte olduğu bir sorundur. Sol kendisini sosyal sorunlarla, muhalefetle sınırlamalıdır.

Tümüyle legalist, parlamentarist temelde kurgulanmış, ikinci TİP’in kötü bir kopyası olan ama tıpkı onun gibi, seçimlerden başka bir faaliyet alanına, oylarını arttırmak dışında bir mücadele hedefine sahip olmadığı için, seçimlerde bağımsız bir tutum takınmayı varlık nedeni olarak gören TKP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tutumu restorasyon beklentilerinin yaygınlığını göstermek bakımından öğreticidir. Normal koşullarda seçimlerde bağımsız hareket etmeyi bir devrimcilik nişanesi haline getirmesi gereken TKP, ikinci turda Millet İttifakı’na oy vereceğini Cumhurbaşkanlığı seçimlerine daha bir buçuk sene varken açıklamıştır. Kemal Okuyan Erdoğan’ın gönderileceğinden o kadar emindir ki “Kılıçdaroğlu’nun çözüm olmadığının görülmesi için ikinci turda kendisini destekleriz” diyebilmektedir.

Heves ve ihtiyaçları bir yana Erdoğan faşist bir şef yahut başka türlü bir otokrat değildir. Denetimi altında sivil ya da askeri bir darbe örgütlemeye muktedir bir örgüt de bulunmamaktadır. Türkiye ise, seçimlerin askeri darbelerin ardından bile sürekliliğini koruduğu bir burjuva demokrasisidir. Bu bakımdan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından Erdoğan hükümeti’nin yerini Millet İttifakı’nın başka bir hükümetinin alması teorik olarak imkansız değildir. Nitekim “Emperyalist savaşlara ancak bir devrim son verebilir.” saptamasının da, bir devrimin olmadığı koşullarda emperyalistler arası savaşın sonsuza dek süreceği anlamına geldiğini düşünmek saçmadır. Tekrar ettiğimiz “Erdoğan ya bir darbeyle ya da devrimle gönderilebilir” saptaması bu teorik olasılıkların mümkün olmadığını kanıtlamaya yönelik anlamsız bir çabaya işaret etmez.

Bununla birlikte “Seçimle Değil Devrimle Gidecek!” saptaması Erdoğan’ın devrimle gitmesinin daha tercih edilir olduğundan fazlasını anlatır. Sırf teorik olarak mümkün diye Erdoğan’ın koltuğundan seçimle indirileceğini düşünmek Türkiye’deki siyasi gelişmelere yönelik büyük bir körlüğe işaret eder. Erdoğan’ın seçimle gönderileceği hesabını yapıp buna uyumlu pozisyon almaksa rotayı sınıf işbirlikçiliğine kırmak anlamına gelir. Bugünkü sol akımların ezici çoğunluğu tastamam bu yönde hareket etmektedir.

Asıl Maceracılık Pısırık Muhalefetin Seçim Sonrası Sokak Hareketleri Örgütleyebileceğini Düşünmektir

“Erdoğan seçimle gitmeyecek” saptaması bir analiz olarak kabul edildiğinde üç temel noktaya işaret eder.

Birincisi, Amerikancı muhalefetin Erdoğan’ın karşısında bir blok olarak hareket etme kapasitesiyle ilgilidir. Amerikan emperyalizminin gerileyişi aynı zamanda Amerikan emperyalizminin bir “üst akıl” olarak Türkiye’deki muhalefeti bir araya getirme kapasitesini de düşürmektedir. 2018’de Meral Akşener’in kendisini dayatarak Abdullah Gül çözümünü boşa düşürmesi bu kapasitesizliğin tipik bir örneğidir. Bugün de Kılıçdaroğlu’nun adaylık için nabız yoklaması yapması, belediye başkanlarının görevlerinin başında kalacağını ihsas etmesi, aynı basiretsizliğin bir başka örneğidir.

Dahası tabanında bulunan devrimci unsurlar nedeniyle HDP bu ittifaka dahil olmadan, hatta görünmez kalarak dışarıdan bir destek sunmak zorundadır. Bu bakımdan Millet İttifak’ının daha baştan ne derece sağlam olduğu belli olmayan bir koltuk değneğine muhtaç olduğunu ifade etmek gerekir.

İkincisi, Türkiye  emperyalistler arası paylaşım kavgasının yoğunlaştığı devrimci bir fay hattında yer almaktadır. Demokratik sorunların hiçbirini çözememiş bir imparatorluk bakiyesidir, bir ezen ulus devleti olarak Kürdistan’ın en politik ve militan hareketiyle başa çıkmaya çalışmaktadır. Kürdistan’dan esen devrimci rüzgarlar nedeniyle komşularının aksine Kürdistan dışındaki devrimci dinamikleri imha yahut tasfiye edememiştir. Üstüne üstlük yıllardır bir rejim krizinin pençesindedir. Bu koşullar altında Türkiye’deki en basit gündelik sorun bile siyasal bir soruna dönüşmektedir, rejim sorununa hatta darbe ve devrim sorununa bağlanmaktadır. Nihayetinde Erdoğan 2015’ten beri bir iç savaş başlatmıştır, hedef tahtasınaysa HDP’yi ve tabanını koymuştur. Yaklaşan seçimlerde de aynı hattan yürüyeceği bellidir. Bu koşullar altında muhalefetin siyasetten kaçan, “güçlendirilmiş parlamenter sisteme” odaklanmış, herhangi bir sosyal sorunda taraf olamayan mahçup ve apolitik kampanyasının başarı şansı da düşüktür.

Üçüncüsü ve en önemlisi Türkiye’deki rejim krizi ve devletin parçalanmış yapısıdır. Erdoğan faşizmi, tek adam rejimi safsatalarının aksine, Türkiye’de devlet kurumları ordusundan mahkemesine, yüksek seçim kurulundan polis teşkilatına bütünlüklü bir şekilde işlememektedir. Bu bakımdan Erdoğan, seçimlerde en yüksek oyu almasa da, darbe yapmadan türlü siyasi ve idari krizlerle bulunduğu koltukta kalabilecek manevra alanına sahiptir. Daha önce ABD seçimleri ve sözüm ona “Trump Darbesi” vesilesiyle altını çizmiş olduğumuz gibi Trump seçim sonuçlarını kabul etmediği zaman onu kulağından tutup Beyaz Saray’ın dışına atacak bir mekanizma mevcuttur. Türkiye’de ise Erdoğan’ı sarayından atacak herhangi bir devlet mekanizmasından söz etmek mümkün değildir. Asıl maceracılık ve hayalcilikse pısırık ve apolitik muhalefetin seçimden sonra aslana dönüşerek Erdoğan karşısında sokak hareketleri örgütleyeceğini beklemek olsa gerektir.

Sınıf İşbirlikçiliğine Karşı

“Erdoğan seçimle gitmeyecek” aynı zamanda politik görevlere işaret eden bir saptamadır. Erdoğan’ı koltuğundan indirme hayaliyle, düzen partileriyle ortak hareket etmenin beyhudeliğine işaret eder. Bu tutumların varacağı tek sonuç düzen muhalefetini ürkütmemek adına kendi ayağına pranga, diline kilit vurmak olabilir. Nitekim HDP 7 Haziran seçimlerinden beri askeri, polisiye baskılar yüzünden değil tam da bu beklenti nedeniyle siyaseten felç olmuş, muhalefet etme ve örgütlenme kapasitesini yitirmiştir. HDP’den bağımsız hareket edemeyen reformist ve tasfiyeci tüm akımlar da bu nedenle düzen siyasetine teslim olmuşlardır.

“Erdoğan seçimle gitmeyecek” bu teslimiyete son verme çağrısıdır. Devrimci kaygıları olan kesimleri parlamenter dehlizlerde boğulmayan bir seçim taktiğini izlemeye davet etmektedir. Daha da önemlisi Türkiye siyasetinin düğüm noktasını oluşturan Erdoğan sorununu devrimci bir şekilde çözebilmek için, öncelikle devrimci partinin yaratılması gerektiğini hatırlatmaktır.

İçinden Geçtiğimiz Döneme Damgasını Vuran Gerilim

Erdoğan’ın seçimlerle götürebileceği düşüncesiyle hareket eden Amerikancı muhalefet pısırık ve apolitiktir. Ağırlıklı olarak Amerikancı muhalefetin tabanının oluşturduğu emekçiler ise Erdoğan’ın sıkışmışlığını fark ettikçe kendi temel hakları doğrultusunda hükümeti de karşısına almaktan çekinmeyen bir şekilde mücadele etmeye yönelmektedir. Bu iki eğilim arasındaki gerilim içinden geçtiğimiz döneme damgasını vuruyor. Bu gerilimin en yoğun yaşandığı kesim ise elbette emekçi yığınların en politik, en militan ve partilerinin izlediği politikadan en huzursuz tabana sahip olan HDP tabanıdır.

Bu gerilimin kendisi hedef tahtasına Erdoğan’ı oturtan ve emekçi yığınların politik ve sosyal talepleriyle bağları kurulmuş bir demokrasi mücadelesinin imkanlarına işaret eder. Rejim krizi koşullarında en basit bir demokratik talep bile devrim ve iktidar sorunu haline gelmiştir. Amerikancı muhalefetin apolitik ve eylemsiz bir çizgiye demir attığı, HDP’nin ve etkisi altındaki kesimlerin siyaseten felç olduğu koşullarda ise tüm demokratik talepler sahipsizdir ya da en iğdiş edilmiş haliyle savunulmaktadır. Bu koşullar altında demokrasi mücadelesini devrim mücadelesine bağlayan bir eylem çizgisi düzen muhalefetini olduğu kadar, düzen güçlerinin dümen suyunda siyaset yapan tüm akımları da teşhir edecektir.