Karaburun’da gerçekleştirmeyi planladığımız akşam söyleşilerinin ilki “Ulusal Sorun ve Rojava Devrimi” başlığını taşıyordu. Söyleşiye yaklaşık 30 kişilik yoğun bir katılım gerçekleşti ve 3 saate yakın süren canlı tartışmalar yaşandı. Sunumun ulusal soruna ilişkin ilk başlığında, öncelikle referanslarımız hatırlatıldı. Komünistlerin tüm siyasi konuları bu referansların mihengine vurarak tartışacağı ifade edildi. Ardından Komintern’in 2. Kongresinde ulusal devrimci hareketlerin desteklenmesine ilişkin yürütülen tartışmalara, Roy’un bu konudaki katkısına ve neticede ortaya çıkan tezlere değinildi. Akabinde yine Komintern’in 2. Kongresinde komünistlerin ulusal devrimci hareketlerin kapitalizme uğramadan proletarya diktatörlüğüne ulaşması için çalışması gerektiğine yönelik tezi hatırlatıldı. Yine Marx’ın Meksika’nın ABD tarafından ilhakına ilişkin tutumlarının Polonya ve İrlanda sorunlarına ilişkin görüşleriyle nasıl düzeltildiği ifade edildi. Son olarak bu görüşler ışığında bugün Kürdistan’da ulusal devrimci bir önderliğin bulunmadığından, zira Kürdistan’daki hiçbir partinin ulusun bir bütün olarak bağımsızlığını savunmadığından, dolayısıyla dört parçada bağımsız birleşik bir Kürdistan kurma hedefinin Kürdistanlı komünistlerin temel ödevi olduğundan bahsedilerek ilk sunuma son verildi.

İkinci olarak konuşan yoldaş Rojava Devrimi’nin doğuşu ve gelişiminden bahsederek sunumuna başladı. Akabinde bizim Rojava’daki siyasal gelişmeleri niçin bir devrim olarak gördüğümüze değindi. Köz’ün solun geri kalanından farklı olarak Rojava’da gerçekleşen kimi sosyal reformlardan ötürü bir devrimden bahsetmediğini, Esad’ın Rojava’daki askeri varlığına bir taktik manevra olarak bizzat son vermesinin ardından bayraklarını göndere çekme cüretinin gösterilmesi neticesinde Suriye devletinin ve anayasasının egemenliğinin Rojava bölgesinde ortadan kalkmış olması sebebiyle bir devrim tespiti yaptığını belirtti. Dolayısıyla devrimin siyasi bir kavram olduğunu ve bir bölgedeki devlet egemenliğinin fiilen ortadan kaldırılması anlamına geldiğini ifade etti. Bu itibarla Kürdistan ulusal sorununun ilk adımı olma potansiyelini taşıyan Rojava devriminin bugün Kuzey Suriye Federasyonu olarak isim değiştirmesinin de bir ayrıntı olmadığına, Rojava’nın kopma cüreti gösterdiği gerici Suriye devletine yeniden bağlanması yönünde bir adım olduğuna vurgu yaptı. Kürdistan’ın batısı anlamına gelen Rojava ifadesinin yerine Suriye’nin Kuzeyi ifadesinin kullanılmasının bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğine değindi.

Sohbet kısmında katılımcıların bir bölümü PKK’nin 1992 öncesindeki çizgisiyle 1992 sonrası çizgisi arasında bir ayrım yapma gerekliliği olduğundan bahsettiler. Biz ise böyle bir ayrımın olmadığını, Kürdistan’ın 4 parçasında 4 ayrı örgüt kurmanın baştan beri parçacı bir perspektife sahip olunduğuna delalet ettiğini ifade ettik. Bir başka grup katılımcı ise özetle PKK’nin aslında bağımsızlıktan yana olsa da mevcut güçler dengesi içinde bu hususu dile getiremiyor olabileceğinden bahsettiler. Biz de bu görüşü destekleyici bir emarenin bulunmadığını anlattık. Yine bir grup katılımcı yeni dönemde yeni mücadele biçimleri ve egemenlik biçimlerinin gündeme gelebileceğini ifade ettiler. Cevaben bu biçimlerin yeni olmadığı, tersinden Bookchin’in ve dolayısıyla Bakunin ve Proudhon’un görüşlerinden süzüldüğünü ve dolayısıyla bu referanslarla doğal olarak buraya varılacağını ifade ettik. Esas olarak bugün Türkiye’de ulusal sorun konusunda bölücü ve dolayısıyla devrimci bir tutum alınmadığını, ne T.C.’nin ne de Suriye devletinin parçalanmasından yana tek bir hareketin mevcut olmadığını ifade ettik. Rojava devrimiyle anlamlı bir dayanışmanın kurulabilmesinin yolunun ancak Suriye ve T.C.’ye karşı bu çizgide bir siyasal faaliyetin yürütülmesi olduğunun altını çizdik.