Devrimci durumun en yoğun yaşandığı bölge elbette merkezinde Türkiye ve Kürdistan’ın durduğu Ortadoğu’dur. Öyle ki Kafkaslardaki devrimci durumun bir başka göstergesi olan Azerbaycan ve Ermenistan savaşı dahi Ortadoğu’daki gelişmelerle kıyaslayınca sıradan bir olay olarak görünmektedir. Hatta, son on yıldır ısrarla vurguladığımız gibi Kürdistan’ın güneybatısında, bir devrimci durum değil devrim söz konusudur. Ne olduğu, neden önemli olduğu konusunda fikir birliği olmasa da Rojava Devrimi sol akımların gündeminde bir zamanlar önemli bir yer tutmuştu.

Rojava Devrimi’ni Devrim Yapan Neydi?

Rojava’da Paris Komünü’ne benzeyen tipte bir devrimin gerçekleştiğini Temmuz 2012’de KöZ sayfalarında tespit edilmişti. Sol akımlarsa Rojava’da bir devrimin yaşandığını sonradan kademeli olarak fark etmiştir, ki devrim derken ne kast edildiği de net değildir. Kadınların kazandıkları haklar ve siyasi mücadeleye katılımlarındaki sıçramalar, farklı kökenden gelen emekçilerin kültürel haklara kavuşması, yaygın bir şekilde kurulan kooperatif ağlarının hepsi bir devrimin kanıtı ve öğesi olarak kabul edildi. Emekçilere ısrarla propagandası yapılması gereken bu dönüşümün bu hızda ve bu kapsamda ancak bir devrimci iktidarın altında gerçekleşebileceği doğru olsa da Rojava Devrimi’nin tanımlayıcı öğesi bunlardan hiçbiri değildi. KöZ açısından Rojava Devrimi’nin egemenlikle doğrudan bağlantılı siyasi bir anlamı vardı: Güneybatı Kürdistan’da Esad Suriyesinin egemenliği son bulmuş, inen Suriye bayrağının yerine başka bir bayrak çekilmişti. Nitekim Ekim Devrimi’nin de önemi işçilerin kazandıkları sosyal haklar değil sovyet iktidarının kendisiydi. IŞİD’in ve Türk Devleti’nin hücumlarının henüz başlamadığı o dönemde bu görüşlerimiz hayli tepki topladı. “Hiçbir silahlı çatışmanın yaşanmadığı bir devrim olur mu?” diye soruyorlardı bize. Biz de “Olur.” diyorduk “Her devrim, devrimci iktidarı bir aşamada karşı devrimci güçleri ezmek için şiddet kullanmaya mecbur bıraksa da devrimci partinin uyguladığı asıl şiddet halihazırdaki devlet aygıtının kurumsal varlığına uyguladığı şiddettir.” “Suriye ordusunun boşluğunu doldurmanın adı ne zamandan beri devrim oldu?” diye soranlara “Kendini Kürdistan’ın güneybatısı olarak tanımlayan Rojava yönetimi artık Suriye devletinin bir parçası değildir, artık orada yeni bir egemenlik alanı vardır” yanıtını veriyorduk.

Bir devrimin ayırt edici yönünü tarif etmek sadece onun ne zaman başladığını değil aynı zamanda onun ne zaman son bulduğunu tespit etmeyi de mümkün kılar. Bu da kuşkusuz akademik bir merak konusu değildir. Karşı devrimin nasıl, hangi dinamiklerle ve hangi yönelimlerle geliştiğini anlamayı ve buna karşı mücadele etmeyi mümkün kılar. Sovyet örneğinden devam edersek Ekim Devrimi’nin ayırt edici yönünün işçilerin sosyal kazanımları olduğunu ileri sürenler Gorbaçov, hatta Yeltsin dönemine dek Sovyet Devrimi’nin sürdüğünü savunmuşlardır, toprağın kamulaştırılmasını öne çıkaran bir dizi troçkist akımsa Putin Rusya’sını da Ekim Devrimi’nin takipçisi olarak görmek zorunda kalmıştır. Benzer şekilde Rojava Devrimi’ni bir kadın devrimi olarak görenler, kooperatifleri öne çıkaranlar, YPG’nin bağımsız silahlı gücünün altını çizenler bugün de Rojava Devrimi’nin sürdüğünü, hatta hız kazandığını savunuyorlar. Hâlbuki, Rojava Devrimi’nin ayırt edici yönünün Suriye devletinden bağımsız bir egemenlik alanının ilanı olduğunu savunanlar açısından Rojava Kantonal Yönetiminin kendini Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu olarak tanımlaması, demokratik bir Suriye için Baas yönetimiyle anayasa görüşmeleri için masaya oturmaya gayret etmesi taktik ya da sembolik adımlar değildirler. Eğer silahlı kuvvetler üzerine denetim, bölgesel idari yapı üzerindeki hakimiyet bir devrim için yeterli koşullar olsaydı o halde asıl Kürdistan devriminin, Suriye’dekinden farklı olarak kendi mevzilerini federatif bir yapı içinde güvence altına almış Güney Kürdistan’da gerçekleştiğini söylemek gerekirdi.

Rojava Devrimi Neden Bitti? Hangi Anlamda Hâlâ Sürüyor?

Rojava’daki kanton örgütlenmesinin, öz örgütlenmelerin emekçilerin ve her boydan ezilenin mücadele bilincini ve deneyimini arttırmak bakımından muazzam önemi vardır. Bununla birlikte Rojava Devrimi, Rojava’dan Kuzey Suriye Demokratik Federasyonuna geçildiği gün bitmiştir. Bugün Rojava’da Baas hükümetinin fiilen egemen olmadığı, kantonların sınırları tümüyle merkezi idare tarafından çizilmiş bir çerçeveye hapsolmadığı aşikardır. Bu anlamıyla, ama sadece bu fiili anlamıyla, Rojava’yı Suriye’ye eklemlemek isteyen güçlerin planları henüz hayat bulmamış, Rojava Devrimi bitmemiştir. Rojava Devrimi’nin ayakta kalması için bağımsız Kürdistan talebini hasır altı edip demokratik Suriye şiarını öne çıkaranların alt edilmesi gereklidir. Bu da elbette ancak asıl hedefi özgür Kürdistan’ı, dünyanın geri kalanındaki sovyet cumhuriyetleriyle birleştirmek olan bir komünist partinin yaratıldığı ve kendini şu ya da bu ulus devletin sınırlarına hapsetmeden, Kürdistan’ın bütün parçalarında “Bağımsız, birleşik Kürdistan” mücadelesine önderlik edebildiği koşullarda gerçekleşecektir.

Rojava’daki mücadele “Demokratik Suriye” çerçevesine çekildiğinde Rojava Devrimi’nin bittiği tespitine itiraz edenler var. Bu kesimler çoğunlukla bu tür tespitlerin Kürdistan’da kırk yıldır kan ve can pahasına görkemli bir mücadele yürütüldüğünün görmezden gelindiğini ileri sürerler. Ama Manifestolarına yüz elli yıl önce “Komünistler görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler!” diye yazmış komünistler ne zamandır mücadelelerde ödenen bedeller nedeniyle kendi görüşlerini ihtiyatlı bir içerikle, dostça eleştiriler yaptığına teminat üstüne teminat vererek dile getirir (daha da kötüsü getirmez) olmuştur? Yürütülen mücadelede ödenen bedeller hakkında da bugünkü mücadelenin dünyada devrim sancısının en şiddetli yaşandığı coğrafyada gerçekleştiğine şüphe yoktur. Gelgelelim mücadelede ödenen bedelleri bir mücadelenin siyasi muhtevasının sergilenip eleştirilmesinin önüne geçirmek yanlış olduğu kadar tutarsızdır, uluslararası ve tarihsel bir bilince kavuşamamış balık hafızalı ve taşralı bir bakış açısını yansıtır. Bugün HDP’nin yörüngesinde dolanan maocu akımların ataları sosyal emperyalizm tezlerini geliştirirken SSCB’de kan ve can pahasına bir mücadele yürütüldüğünü unutmuşlar mıydı? Stalin’i “kişi tapınması” safsatalarının arkasına sığınarak tasfiye edenler arasında ikinci paylaşım savaşında 20 milyonu aşkın Sovyet yurttaşının canını yitirdiği Nazi karşıtı direnişe komuta edenler yok muydu? Anti-revizyonist kampın SSCB’de revizyonist bir karşı devrimin gerçekleştiğini keşfettiği 60’lı yılların sonunda Sovyetler dünyanın dört bir yanındaki gerilla mücadelelerini kan ve can pahasına desteklemiyor muydu? Afgan devriminin özde bir işgal harekatı olduğunu söyleyenler niye binlerce sovyet askerinin Amerika’nın donattığı mücahitlere karşı mücadelesini hatırlamıyordu? Tersinden Moskova merkezli siyasetlerin gözüyle bakarsak o zamanlar Çin’in sosyal faşist bir kampa savrulduğunu söyleyenler, broşür üstüne broşür yazarak “dar kafalı köylü milliyetçiliğini” mahkum edenler Çin Devrimi’nin görkeminin hiç mi farkında değillerdi, Kültür Devrimi’nin Çin’de yarattığı alt üst oluşu görmüyorlar mıydı? Nihayetinde SBKP, ÇKP, AEP çizgisi takipçilerin şamar oğlanına çevirdiği Tito özyönetimciliği Nazilere karşı partizan savaşını, Yugoslav Devrimi’ni bedel ödemeden mi gerçekleştirmişti? Kürdistan’daki devrimci güçlerin ödediği bedel SBKP, ÇKP, Tito güçlerinin ödediği bedelden daha büyük olduğu için mi devrimcilik iddiasını kimseye bırakmayan akımlar berikine güzellemeler düzmek dışında bir şey yapmazken ötekileri kolayca karşı devrimci olarak adlandırabilmektedir?

Rojava’yı Türkiye Emekçilerinin Gündemine Sokmak Öncelikli Görevdir

Devrimin seyri ne olursa olsun, Rojava’da hâlâ varlığını koruyan kantonal iktidar tüm dünya emekçileri ve ezilenleri için ama özellikle Türkiye emekçileri için muazzam önem taşımaktadır. Birincisi ve herşeyden önemlisi Rojava halihazırda tıpkı kuzey Kürdistan gibi Türk ordusunun işgali altındadır. Emekçileri Rojava’daki işgale karşı çıkan bir mücadele yürütmeye çağırmak her türden şovenizme ve sosyal şovenizme karşı mücadele bayrağını yükseltmek demek olduğu gibi, Kuzey Kürdistan’daki ilhaka karşı mücadeleyi ezen ulus cephesinden büyütmek anlamına gelecektir. İkincisi dörtlü bir kıskaç altında olan Rojava işgale karşın hâlâ bölgeye devrimci enerjiler saçan bir merkezdir. Rojava’yı Türkiyeli emekçilerin gündemine taşımak sadece Rojava’daki devrimci egemenlik aygıtlarının daha rahat nefes almasını sağlamayacak aynı zamanda Kürdistan’da devrimci bir mücadeleyi sürdürmek isteyenlerin Rojava’yı Suriye’nin bir parçası haline getirmeyi zafer olarak sunanlara karşı daha etkili bir mücadele yürütmesini sağlayacaktır. Üçüncüsü, her ne kadar Proudhoncu bir anlayışın hakimiyeti altında olduğu için merkeziyetçilikten uzak dursa da, Rojava’daki devrimci iktidarı gündeme getirmek, özellikle demokrasi mücadelesinin ve anayasa sorunlarının gündemde olduğu Türkiye’de işçilerin demokrasi mücadelesini ancak silahlandıkları ve iktidarı ellerine aldıkları zaman verebilecekleri tezini somutlamayı mümkün kılmaktadır. Dördüncüsü Rojava’yı emekçilerin gündemine sokmak, Rojava’nın en büyük düşmanının Erdoğan hükümeti olduğunu anlatmak demektir. Bu yönelimin kendisi de sol içerisinde enternasyonalizmin ne olduğuna dair bir tartışma başlatacaktır. Rojava, Türkiyeli sosyalistlerin gündemine enternasyonalizm bağlamında girmektedir. Bu konudaki tüm çarpık kavrayışlar Rojava örneğinde kendini belli etmektedir. Nasıl demokrasi kavramını kullanırken sınıfsal niteliğini işaret eden bir sıfatla kullanmak gerekiyorsa enternasyonalizmin de tek bir türü olmadığının altını çizmek gerekir. Proleter enternasyonalizmi diğer enternasyonalizmlerden ayrılır. Komünistlerin dünya devrimine karşı temel sorumlulukları kendi topraklarındaki hakim sınıf diktatörlüğünü yıkmak, bu devrime önderlik edecek komünist partiyi yaratmaktır. Dünyadaki muhtelif devrimci gelişmelere o gelişmelerin bulunduğu coğrafyada destek vermeye çalışmak, enternasyonalizm değil en iyi ihtimalle kuyrukçuluktur. Hiç bilmediği, tanımadığı bir coğrafyada devrim için siperlerde dövüşecek kararlı unsurları asıl ait oldukları coğrafyadan uzaklaştırmak bu kesimlerin tasfiyeci örgütler üzerinde yaratacağı devrimci basıncı ortadan kaldırmanın, “Savaşıyoruz, mücadele ediyoruz” sloganlarıyla pespaye liberal projelerin içindeki varlıklarını meşrulaştırmanın en revaçtaki biçimidir. Bahis konusu Rojava olunca durum tam da böyledir. Yüzlerce gözüpek devrimciyi Rojava’ya çarpışmaya gönderenler konu Türkiye’de devrimci mücadeleyi yükseltmek olunca kadro sıkıntısından yakınmaktadırlar. Rojava’da silahlı mücadelenin bir parçası olduğunu her fırsatta vurgulayan akımlar Türkiye’de HDP’den ya da yörüngesinden ayrılmamaktadır.

Bununla birlikte Rojava’nın Türkiye’deki sol akımların gündeminden düştüğü de bir vakadır. Bu durum bir yönüyle Rojava’dan Kuzey Suriye Federasyonu’na geçişle ilgili olsa da diğer yönüyle Rojava’nın HDP’nin gündeminden düşmesiyle ilişkilidir. Millet İttifakı’nın kendisine biçtiği rol nedeniyle HDP, “AKP’ye malzeme verebilecek” her türlü gündemden uzak durmaktadır. HDP’nin sessizliğe büründüğü koşullarda elbette onun içine hapsolmuşlar da Rojava’yı gündemlerinden düşüreceklerdir. Sadece bu durum nedeniyle bile Rojava Devrimi’ni Türkiyeli emekçilerin gündemine sokma yönündeki ısrarlı bir çaba proleter enternasyonalizmiyle tasfiyeci kuyrukçuluk arasındaki ayrımları belirginleştirecektir.