“İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya ve Rusya onlarca yıldır sömürgeleri yağmalama, yabancı ulusları baskı altında tutma ve işçi hareketini ezme politikası izlemektedir. Bugünkü savaşta sürdürülmekte olan da bu politikadır, başkası değil. Avusturya’da ve özellikle de Rusya’da savaş zamanında olduğu gibi, barış zamanında da politika, ulusların köleleştirilmesidir; onların kurtarılması değil.” (Sosyalizm ve Savaş, TE. c.21, s. 314-315)
Emperyalizm çağında ve sermaye egemenliğinin sürdüğü koşullarda barış, savaşın farklı araçlarla sürdürülmesidir! Bu yalın gerçekliğin silikleşmesi burjuvazinin işine yarar. Böylece sonsuz barışlarını korumak için savaşlarını meşrulaştırırlar. Meşrulaştırmalıdırlar çünkü tıpkı barış dönemleri gibi savaş dönemlerinde de ezilenlere muhtaçtırlar. Çünkü tıpkı barış süreçlerinin tüm külfetini yükledikleri gibi, savaş dönemlerinin bütün yükünü de onların sırtına vurmak isterler.
Proletaryanın devrimci bir partiden mahrum olduğu koşullarda burjuvazi bu yükü zorlanmadan aktarır. Hele bir de, yığınların savaştan uzak durmak arzularını kullanan burjuva sosyalistleri yardımına koşarsa, burjuvazinin işinin hiç de zor olmadığı görülür.
Savaşlardan, bu koşulları yaşamaya zorlanan yığınların kurtulma çabaları asla anlamsız değildir. Yaşadığımız topraklardan da biliyoruz ki, her gün savaş ortamına kalkmak, savaş uçaklarını duyarak yaşamak, en çok sevdiklerini cephelere göndermek, ezilen yığınlar için katlanılacak bir durum değildir. Eğer ki bu savaşın başlaması ve sonlanması kendi iradesi ile gerçekleşmiyorsa.
Hangi Barış Çığlıklarını Karşımıza Almalıyız?
Tıpkı barış zamanlarında olduğu gibi, savaş zamanlarında da esas zarar görenler ezilen sömürülen yığınlardır, dolayısıyla onların barış ve huzur istemesi olağandır.
“Proletaryanın bilinçli öncüsü yani devrimci sosyal demokratlar kitlelerin ruh halini dikkatle takip ederler; ama onların büyüyen barış arzusundan, kapitalist rejim altında «demokratik» bir barış hakkındaki kuru ütopyaları destekleyici sonuçlar çıkarmazlar; işçilerin insanseverlere, liderlerine, burjuvaziye bağladıkları umutları pekiştirici bir sonuç çıkarmazlar. Kitlelerin henüz bulanık olan devrimci arzusunu berraklaştırmak için; onların deneyiminden ve ruh halinden destek alarak, onları savaş öncesi siyasetten alınmış binlerce örnek olguyla eğiterek; burjuvaziye ve kendi hükümetlerine karşı devrimci eylemlere girişmeleri gerektiğini ısrarla ve usanmaksızın metodik bir biçimde göstererek, sosyalizm ve demokrasiye giden tek yolun bu olduğunu öne çıkarırlar.” (Burjuva İnsanseverler ve Devrimci Sosyal Demokratlar, TE. c. 21, s.195)
Savaşlar gündeme geldiğinde, yığınların barış arzularını kendilerine dayanak yapan bir tutum vardır ki, ona anlayışla yaklaşmak, yığınların savaş öncesi ya da sonrası barış hapsine tıkılmasına da anlayışla yaklaşmak anlamına gelir. Yığınlar zaten savaşa karşıyken, onun bu arzusundan uzaklaşmamak, onlardan kopmamak gerekçesine yaslanan siyaset tarzı; sıfatsız, genel bir barış söylemine sığınmaktadır. Bu durum, barış hedefinin peşinden sürüklenmekte mahzur görmeyen sosyalistlerin peyda olmasını sağlar. Ne yazık ki, yığınların halihazırdaki bilinçlerinin bir adım ötesine geçmeyi beceremeyen bu sözde önderlikler, yığınların meşru olan barış özlemini, onlara devrimci bilinç diye aşılamak isterler. «Barış hemen şimdi» sloganları, yığınlardan önce, bunlar tarafından dillendirilmeye başlanır.
Binlerce, milyonlarca ezilenin bir araya geldiğini ve silahların susmasını istediğini hayal edip, bu gerçekleştiğinde emperyalistlerin savaşmaktan vazgeçmelerini beklemek tutumuna değinmeyelim, savaşların böyle sonlanmayacağını biliyoruz. Barış çığlıkları atarak, silahsızlanma propagandası yaparak elde edilebilecek tek şey, silahsız yığınlar ve bütün silahları ezilenlere çevirmiş emperyalistler tablosunun sürmesini sağlamak olacaktır. Dolayısıyla ezilenlerin silahsız bir dünya için örgütlenmiş olması durumu, düşmanına karşı araçsız kalması anlamına gelmektedir.
Savaş olasılığının, savaş durumunun hüküm sürdüğü dönemlerde «barışsever» tutumların öne çıkarılması, ezilenlerin gözünde savaş öncesi koşulların meşrulaşmasına da hizmet eder. Bu söylem yığınların önüne «ehven-i şer» bir seçenek sunmak anlamına gelir, emperyalistlerin savaşlarındansa barışlarına razı olma tutumudur bu öneriyle yolları döşenen. Ancak ehven-i şer, şer-i beladır. Bu bela olan tutum sosyalistlerce dillendirildiğinde, daha da büyük bir belayla karşı karşıyayız demektir. Gerçekçilik ve yığınlardan kopmama arzusuyla şekillenmiş barışsever-pasifist tutum, böylece sınıf mücadelesinin önünü tıkar, savaşların devrime yol açmasının yahut savaşların bir devrimle sonlanmasının engellenmesine katkıda bulunur.
Burjuvazinin barış koşullarında hazırda tuttuğu silahların hedefinin proletarya olduğu birden unutuluverir. Burjuva sosyalistleri, silahsızlanmayı, silah yerine eğitime bütçe ayırmayı vs. savunmaya başlarlar. Bu çağrı, kendisine silahlar yönetilmiş proletaryaya, savaşmanın gereksiz olduğunu söylemek anlamına gelir. Oysa savaş da barış da düşmanla yapılır, düşmanın ortadan kalkması için yapılmaz. Proletaryanın hedefiyse sınıf düşmanlarının böylece tüm düşmanlıkların ortadan kalkması ve savaş ya da barışa yer olmayan bir dünyadır. Sınıf mücadelesinin ve bunun sonuçlarının ortadan kaldırılmasıdır proletaryanın özlemi ve bunun adı barış değildir.
«Ancak burjuvaziyi silahsızlandırdıktan sonra, proletarya, kendi dünya ölçüsündeki görevine ihanet etmeden bütün silahları hurdalığa atar. Proletarya, kuşku yok ki, bunu yapacaktır, ama ancak bu koşul yerine getirildikten sonra, kesinkes önce değil. Eğer şimdi savaş, gerici hıristiyan sosyalistler ile, tir tir titreyen küçük-burjuvazi arasında yalnızca korku ve dehşet yaratıyor, silahların her çeşit kullanılmasına, kan dökülmesine, ölüme vb. karşı yalnızca bir nefret uyandırıyorsa, kendilerine şunu söyleriz: kapitalist toplum daima ucu bucağı olmayan bir dehşettir. Ve savaşların en gericisi olan bu savaş, bu topluma korkunç bir son hazırlıyorsa, umutsuzluğa düşmemiz için hiçbir neden yok. Herkesin görebildiği gibi, burjuvanın, kendi eliyle tek meşru ve devrimci savaş için, yani emperyalist burjuvaya karşı bir iç savaş için yolları hazırladığı bir sırada, silahsızlanma “isteği” ya da daha doğrusu silahsızlanma hayali, aslında, bir umutsuzluğun ifadesinden başka bir şey değildir.»
Barışseverler, işte bu mücadelede, işçi sınıfının güçsüzleşmesinde etkin bir rol oynamış olur. Savaş karşıtı söylem ve etkinlikler, işçi sınıfının, sınıf düşmanının karşısına dikilmesini engeller.
Düne kadar küresel sorunlara, küresel çözümler olduğu keşfedilmeye başlanmıştı. «İnsanlığın» global, sınıflar üstü sorunları olduğu vurgusu, bunların çözümünü de sınıflar üstü bir yerlerde arama eğilimini beslemişti. Bugün popüler olan ise «kapitalizmin öldürdüğü»nü söylemek. Emperyalizmin tüm dünyayı kana bulamaya çalıştığını söyleyenler giderek artıyor, Seattle, Cenova vb. eylemler, küreselleşme karşıtlığının damga vurduğu eylemler olarak hafızalara kazınıyor. Ancak ilk bakışta birbirinin tezatı gibi görünen bu yaklaşımların hem sahipleri, hem de yöntemleri aynıdır. Yığınlara yapılan önerme, her iki durumda da silahsızlanmak, kandan, göz yaşından uzak durmaktır. Küresel sorunların keşfi de, küreselleşme karşıtlığının keşfi de «gerçekçi siyaset yapma» kaygısından güç alır. Oysa günümüz gerçekliği burjuva diktatörlüğüdür, kendini bu «gerçek» zemine dayandıran hiçbir siyasal tutum, onun kulvarından kurtulamaz. Nitekim barışsever söylemlerle hareket eden siyasal hareketler de, tıpkı dün olduğu gibi bugün de bu kaynaktan beslenmektedir.
Ancak bütün sorumluluğu bu burjuva sosyalistlerin sırtına yüklemek, devrimci çözümü takip etmek hedefinde olanların sırtına hiçbir yük bindirmez. Bu tavrın devrimci bir tutum olmadığı da besbellidir. Tıpkı dün olduğu gibi bugün de, bu gerçekçilik kılıfına sığınan siyasal hareketlerin ayaklarını yere bastırmanın tek yolu, devrimci tutumların ete kemiğe bürünmüş halini, devrimci bir parti ve enternasyonali yaratmaktır. Dün bu tutumları çöpe atan, tam da böyle bir özneydi. Bunların hortlamasının tek sebebi de, böyle bir öznenin ortadan kalkmış olmasıdır.
Komünistler yaklaşık 100 yıl önce yığınların barış özlemlerinin karşılanabilmesinin yolunu gösterebilmek ve biricik devrimci çözüm yolunu açabilmek ve onların gözbağlarını çözmek üzere, burjuva pasifistlerinin (yani barış taraftarlarının) ve sosyal-pasifistlerin (yani sözde sosyalist aslında barışçı olanların) karşısına, Milletler Cemiyeti’nin gerçek alternatifi olan Uluslararası Sovyet Cumhuriyetleri için mücadelenin öncüsü olarak, Komünist Enternasyonal’le dikildiler. Bu enternasyonale katılma koşulları arasında şu koşul da sayılmaktaydı:
“Komünist Enternasyonal’e katılmak isteyen her parti sadece aleni sosyal-yurtseverliği değil, ikiyüzlü ve uyduruk sosyal-pasifizmi de teşhir etmek zorundadır. Kapitalizm devrim yoluyla yıkılmadıkça hiçbir uluslararası hakem kurumunun, silahsızlanma hakkındaki hiçbir tartışmanın, Milletler Cemiyeti’ni «demokratikleştirmek» üzere yeniden örgütlenmesi yolunda hiçbir girişimin insanlığı emperyalist savaşlardan kurtarmayacağı, işçilere sistemli bir biçimde gösterilmelidir.” (Komünist Enternasyonal’e Katılma’nın 21 Koşulu’ndan, bkz. III. Enternasyonal-Belgeler, Belge Yay.)