1980’de yürürlüğe giren ve hala geçerliliğini sürdüren Şili Anayasası bir askeri darbenin ürünü. Anayasa 1973’te Şili Sosyalist Partisi’nin genel sekreterliğini de yapmış olan Salvador Allende’yi deviren Augusto Pinochet hükümeti tarafından hazırlanmıştı. 1982’den itibaren Pinochet hükümetine ve anayasasına karşı kitlesel eylemler başladı, 1984’te gerilla saldırıları ve 1986’da suikast girişimleri gerçekleşti. Pinochet, bir dönem daha devlet başkanı olarak kalabilmek için gerçekleştirdiği 1988 referandumunu kaybetti, 1990’da iktidardan indi. Sonrasında yargılanan Pinochet ev hapsine mahkum edildi. Bu sırada Şili Solu, 1980 Anayasası’nın sosyal ve siyasi hakları iğdiş ettiği gerekçesiyle değiştirilmesi gerektiğini savundu. Yasama yoluyla anayasaya -sadece 1989 ve 2010 yılları arasında anayasanın yüz yirmi maddesinden doksan birini değiştiren toplam yirmi dört değişikliği ile- sık sık yama yapılsa da yeni bir anayasa hazırlanamadı.
Şili’de metro zamlarına karşı 2019’da başlayan ve sonunda milyonlarca emekçinin katıldığı bir kitleselliğe ulaşıp 2020’de de devam eden ayaklanmalarda Sebastián Piñera hükümetinin istifası istendi ve yeni anayasa talepleri yükseltildi. Piñera, 8 bakanını görevden aldıysa da eylemcileri ikna edemedi. 2020 Ekim’inde halihazırdaki anayasanın değişip değişmemesi konusunda yapılan referandumda bir kurucu meclisin toplanması ve anayasanın değişmesi kararı yüzde seksen oyla kabul edildi. Aralık 2021’de Şili tarihinin en yüksek oyunu alarak başkanlık seçimlerini kazanan ve 2022 Mart’ında en genç Şili Cumhurbaşkanı olarak iktidara gelen, eski Şili Üniversitesi Öğrenci Federasyonu Başkanı Gabriel Boric de bu ayaklanmalarda anayasanın değişmesi gerektiği talebini yükselten siyasetçilerden biriydi.
Kurucu Meclis seçimleri, referandumdan yedi ay sonra, 2021 Mayısı’nda yapıldı. Kurucu Meclis’in görevi bir sene içerisinde yeni bir anayasa hazırlamak ve bunu referanduma sunmaktı ve bir yıllık çalışmasına Temmuz ayında başladı. Meclis yetmiş yedisi kadın yüz elli beş üyeden oluşuyordu. Bu üyelerden yedisi Şili Komünist Partisi (PCCh), on beşi Allende’nin mirasçısı Şili Sosyalist Partisi (PS), altısı ise Boric’in de partisi olan Convergencia Social (CS), Türkçesiyle Toplumsal Kavuşma, üyeleriydi. 2022 Şubat ayında Kurucu Meclis tarafından görevlendirilen ve çoğunlukla avukatlardan oluşan bir komisyon yeni anayasa taslağını hazırlamaya başladı. Hazırlanan anayasa ezilenlerin sosyal haklarını artıran, kamu hizmetlerini genişleten, gelir eşitsizliklerini azaltan, ücretsiz eğitimin, çalışma hakkının, cinsiyet eşitliğinin, çevre temizliğinin ve sosyal adaleti güvence altına alan “dünyanın en ileri anayasalarından biri” olarak nitelendiriliyordu. Bu anayasanın oylandığı 4 Eylül 2022’de gerçekleşen referandumda ise yüzde altmış iki oranla hayır sonucu çıktı. Böylece yürürlükteki yamalı Pinochet anayasası değiştirilemedi.
Şili’deki referandum sonuçları bir anayasa taslağının reddedilmesinin ötesinde anlamlar taşıyordu. Verili düzenin kurumlarına tutunup bu kurumlarda mevziler elde ederek düzenin demokratikleştirilebileceğini savunan reformist projenin iflası anlamına da geliyordu. Projenin Türkiye’de uyandırdığı coşku ile iflasının yarattığı hayal kırıklığı elbette doğru orantılıydı.
Sol, Şili’deki anayasa yapım sürecini sonuna kadar ilgiyle takip etti. Şili’ye yönelik bu ilgi kuşkusuz Türkiye’deki reformizmin seyriyle yakından bağlantılı. Sol, Pinochet darbesini 12 Eylül darbesine, Şili’de yürürlükte kalan anayasayı da 12 Eylül’ün ürünü olan 82 Anayasasına benzetse de Şili’deki sözümona demokratikleşme sürecini imrenerek izledi. Ne de olsa 82 Anayasası yüzde doksan iki oyla kabul edilirken Pinochet’nin anayasasına halkın yüzde kırkı hayır oyu vermişti. Kenan Evren emekliye ayrıldıktan sonra Marmaris’te ressamlık yaparken Pinochet görev süresini uzatma amacıyla gerçekleştirdiği 1988 referandumunu kaybetmiş, yargılanıp ev hapsine mahkum edilmişti. Bu yüzden Şili, Türkiyeli reformistler açısından 12 Eylül sonrası yapılmak istenip yapılamayanın, darbecilerle hesaplaşma ve ardından demokratikleşme projesinin, başarılı bir örneğini teşkil eder.
HDP’nin Umudu, Ertuğrul Kürkçü’nün Devrimci Çözümü
Pervin Buldan ve Mithat Sancar 21 Aralık’ta yayınladıkları açıklamada Boric’in sol bloğun ortak adayı olarak Şili Devlet Başkanlığı görevine gelmesini “Şili halkının demokrasi, adil paylaşım ve özgürlükler konusunda ortaya koyduğu mücadelenin bir sonucu” olarak gördüklerini ve “Güney Amerika’daki anti-faşist demokrasi mücadelesine önemli bir katkı sağlayacağına” inandıklarını söyleyip bunun Türkiye’de de umudun artmasına vesile olacağını eklediler.
Sancar’ın açıklamalarının kerametini, onun Şili’deki demokratikleşme sürecinin başarıyla sonuçlanacağına dair bitmeyen umudunda değil, kendisini bir muhalefet partisi olarak tanımlayan HDP’nin reformist doğasında aramak gerekir. Türkiyelileşme diye kodlanan ve sonunda HDP’ye hayat veren projenin temelinde “geçmişle yüzleşmek”, “katilleri-işkencecileri-darbecileri yargılamak” ve geri kalanlarla da barış içerisinde daha demokratik bir Türkiye’de yaşamaya devam etme fikri yatar. Kurucu Meclis’i ve Boric iktidarını kutlayan, Şili’yi Türkiye’ye örnek gösteren HDP’nin, referandumun olumsuz sonuçlarına dair herhangi bir değerlendirme yapmayışı onun reformist çözümlerin çöküşünü ön plana çıkarmama kaygısıyla uyumludur. Zira Şili’deki bozguna dair yapılacak bir değerlendirme, benzer bir bozgunun Türkiye’de yaşanmasını engellemek için HDP’nin neler yaptığı sorusunu beraberinde getirecektir.
HDP’nin “onursal başkanı” Ertuğrul Kürkçü ise partisi kadar sessiz değildi, referandum sonuçlarını Yeni Yaşam Gazetesi’nde şöyle değerlendirdi:
Muhafazakâr toplumları dönüştürmekte siyasal mevziler, toplumsal değişime kuvvet aktarımı için vazgeçilmez önemde olsa da mülk sahibi sınıfların, iktidar ve güç sahiplerinin yedi bin yıldır süregelen hakimiyetini yıkmak, ezilenlerin tahakkümsüz yaşamanın mümkün olabileceğini kendi deneyimleriyle idrakine bağlıdır. Zora dayansın ya da dayanmasın devrimler bunun için vardır.
Kürkçü’nün devrimci bir faaliyet için kolları sıvadığını düşünmek elbette abesle iştigal olur. O devrimi, bir politik hedef olarak değil siyasi analizde çıkan sorunların üzerini kapamak için sıva niyetine başvurulan hamasetin bir parçası olarak kullanıyor. Nitekim, Selim Açan’la Şili hakkında yaptıkları söyleşide devrimden ne anladığını da bütün açıklığıyla koyuyor:
Şimdilik Şili’de olduğu kadar radikal bir dönüşüm olasılığı gözükmüyor(!) ama Türkiye öylesine gerici bir ülke haline geldi ki, Türkiye’de liberal demokrasinin tüm kurallarıyla kağıt üzerindeki gibi çalışması bile büyük depremler yaratabilir müesses nizam içerisinde.
Bozguna uğramış Şili’de dahi bir radikal dönüşüm görebilen Kürkçü elbette devrim için de liberal demokrasinin kağıt üzerinde uygulanmasını bekleyecek. Başka türlü Şili bozgunundan sonra nasıl hala Millet İttifakı’na destek çağrısı yapabilirdi ki?
SOL Parti’de Önce Zafer Sevinci Sonra Suskunluk
SOL Parti 15 Ekim 2021’de Sol Siyaset sitesinde yayımladığı “Şili’de Solun Seçim İmtihanı” başlıklı yazıda Şili’de solun asıl başarısının “gelir vergisi, yeşil politikalar, emniyet reformu” gibi kulağa hoş gelen uygulamalarla sınırlı olmadığı, asıl başarının “egemen güçlere karşı neredeyse elli yıl sonra ilk kez bu kadar büyük bir taban desteği” bulunması olduğunu ifade ediyor. Bu büyük başarının solun omzuna büyük sorumluluklar da yüklediğini belirterek “solun sisteme yönelik bütünlüklü bir çıkışı işaret etme cüretine sahip olmaması tarihi bir hata olur” diye ekliyor. Kurucu Meclis’in de halkın taleplerini karşılayabilmesi için önüne koyması gereken programı “neoliberal hegemonyadan yapısal bir çıkışı tasarlayabilecek bir program” olarak tanımlıyor. Sol Parti’nin kurucu meclisten istifade etmek kavramından ne anladığı da burada ortaya çıkıyor. Yazı Şili’deki sol güçlerin “kurucu meclis gücünü de kullanarak ülkede noliberal Amerikancı sistemden bütünlüklü bir kopuş” yaratabileceğini tespit ediyor.
Aralık 2021’de Boric’in seçimi kazanmasını kutlayan “Şili’de zafer sokaktan geldi” başlıklı yazıdaysa önceki yazıdaki temenniler devam ediyor ve kurucu meclise “devlet yapısının piyasacı karakterini değiştirme görevi” veriliyor. “Tüm bunlar kadar önemlisi de iktidara geçen Boric’in, halka verdiği sözleri tutması, örneğin bakırın kamulaştırılması, neoliberal uygulamaların kalkıp kamucu politikaların hayata geçmesi gerekiyor.” diye ekleniyor. Böylelikle SOL Parti de ekonomik ve kamucu talepleri soyut olarak tanımlanan ileri bir aşamaya ulaşmanın basamakları olarak kabul ediyor, devrim ve iktidar kavramının üzerinden tamamen atlıyor.
SOL Parti Şili’deki referandum yenilgisine dairse herhangi bir görüş bildirmedi. BirGün gazetesinde yer verilen “uzman görüşlerinden” anayasa taslağının “orta sınıf hassasiyetine” takınılmış olduğunu öğrendik. Yine BirGün gazetesinin köşe yazarı İbrahim Kaboğlu Şili’deki başarısızlıktan sonra başta CHP olmak üzere “Cumhuriyeti savunan bütün siyasal partilerin” görevini şu şekilde tarif etti:
Şili’de siyasal güçler, ‘Anayasa reformu başarısızlığını aşma sorunsalı’ üzerine tartışadursun, Türkiye halkı, 2017 kurgusunu aşabilecek mi?
Bizdeki temel fark şu: 1982 Anayasasında 1987-2004 çizgisindeki değişiklikler, hak ve özgürlük güvencelerini pekiştirdi; 2007-2017 ekseninde ise, tam tersine, siyasal iktidarı sınırlayıcı düzenekler kaldırıldığı için hak ve özgürlükler, anayasa metninde kaldı. Bu nedenle, erkler ayrılığı temelinde yasama, yürütme ve yargıyı yeniden yapılandırmak, başta CHP, ‘eşitlik, yurttaşlık ve laiklik‘ üçlüsünde Cumhuriyeti savunan bütün siyasal partilerin öncelikli ve ivedi tarihsel görevidir.
İDP: Halkın Acil Talepleri Savunulmadı
Gazete Nisan’ın websitesindeki “Şili’de Kurucu Meclis seçimleri: işçiler için bir fırsat” başlıklı yazı kurucu meclisi “demokratik ve anayasal mevziler”e giden yolda bir “kaldıraç” olarak kabul ediyordu.
Şili Kurucu Meclis seçimleri düzen güçleri ve Pinochetci burjuva statüko açısından muazzam bir politik yenilgi anlamına geliyor. Piñera geleneksel düzen güçleriyle yeni anayasayı durduramayacak ve bu nedenle Geniş Cephe ile ŞKP’nin oluşturduğu reformist solla anlaşmalara gitmeye çalışacak. Bu iki yapının da tarihine aşina olanlar, onların ihanetinin çok da zor olmayacağının farkındalar. Bu bağlamda devrimci Marksist, Troçkist partilerin aldığı 100 bine yakın oy oldukça değerli; bunun anlamı, Şili işçi sınıfının bağrında bir devrimci partinin inşa edilmesinin olanaklarının hiç olmadığı kadar bol olduğu. Bu bağlamda Kurucu Meclis proletaryanın güçlerini toparlaması açısından önemli bir fırsat. Bu meclis, Şili sosyalist devriminin görevlerini tek başına hayata geçirebilecek kapasiteye sahip değil ancak buna rağmen devrimci işçiler için önemli demokratik ve anayasal mevzilerin ele geçirilmesi için bir kaldıraç görevi görebilir. Kurucu Meclis kullanılarak işçi sınıfının gelecekteki mücadelelerine daha iyi hazırlanmak mümkündür.
İki yıl sonraki referandumun ardından yine Gazete Nisan’da 8 Eylül 2022’de okuduğumuz İDP’nin de bir parçası olduğu İUB-DE’nin açıklamasına göre hayır oyu ile biten politik sürecin sorumluları şöyle tespit ediliyor:
..eski partilerin bütün politik süreci bugüne kadar getirebilmelerinin bir nedeni de bizlerin tüm halk isyanı sırasında birlikte mücadele ettiğimiz milyonlar için bir politik seçenek inşa edemeyişimiz oldu. Enflasyona ve sefalet ücretlerine karşı, işçi sınıfının ve halkın en acil talepleri için ve (anı geldiğinde) Kurucu Meclis’teki aldatmacalara ve manevralara karşı mücadele etmemizi olanaklı kılacak bir seçenek; ancak bu yolla Pinochet anayasasına karşı Evet oyu sağlanabilirdi. Böyle bir seçenek olmadığında, durumun açığa çıkardığı gibi, tüm çabalar boşunaydı.
Bu açıklamadaki “Kurucu Meclis aldatmacası” ifadesinden İDP’nin kurucu meclisi devrimin bir ön aşaması olarak görmekten vazgeçtiği sonucuna varılmamalı. Açıklamayı okuyunca İUB-DE’nin sorunu Kurucu Mecliste değil, Kurucu Meclis içindeki partilerin hareket tarzında gördüğünü anlıyoruz. İUB-DE’ye göre bozgunun nedeni, devrimci geçinenlerin iktidarsız olduğu baştan belli bir kurucu meclise bel bağlanması değil, “bağımsızların çoğunluğunun kontrolü politik partilere bırakması, doğal kaynakların millileştirilmesi gibi taleplerin yeni anayasa metninin dışında bırakılarak ülkede derin bir yoksulluk yaratan ekonomik modelin aynen devam ettirilmesi”ydi. Zaten İUB-DE tespit ettiği bu hatalara rağmen referandum sürecinde yetmez ama evetçi bir çizgide anayasa taslağına evet oyu verilmesi gerektiğini savunmuştu. Şili de, “işçilerden kopmamak” adına önce Boric’e sonra da anayasa taslağına yetmez ama evet diyenlerin, 2019 Haziranı’ndaki İstanbul seçiminde yine işçilerden kopmamak adına yetmez ama İmamoğlu demiş olmasına şaşırmamak gerek.
DİP: Devrimci İşçi Partisi Postmodernizme Karşı
Gerçek Gazetesi’nin websitesinde 20 Mayıs 2021’de yayınlanan “Şili halkı Türkiye’ye yol gösteriyor: Kurucu Meclis Zaferi!” başlıklı yazı da benzer bir tozpembe tablo çiziyordu:
Bizdeki gibi aşılamaz seçim barajı veya bir dizi Avrupa ülkesinde kullanılan imza toplama gibi yine anti-demokratik engeller bir yana, seçime tam liste ile girmek, bırakın bizdeki gibi partinin belirli bir örgütlenme düzeyini ve kongresini gerçekleştirmiş olması gibi kriterlere bağlanmasını, ortada parti olmasını bile gerektirmiyor! Halkın gücü nelere kadir görüyor musunuz?
Hızını alamayan DİP Şili’deki kurucu meclisi bir model olarak gösteriyordu.
Bize hep kurucu meclis nedir, yararı nedir, bu seçim sistemi nasıl olacak, seçimden yine aynı partiler çıkmayacak mı diye soruyorlar. Kurucu meclis nedir, nasıl kurulur, seçimi nasıl yapılır, siyasi dengeler nasıl değişir, görmek istiyorsanız Şili’ye bakın! Devrimci İşçi Partisi’nin önerdiği yolun hiç de hayal olmadığını, son derecede gerçekçi olduğunu görürsünüz.
DİP de, tıpkı İDP gibi, burjuva anayasasının sınırları içinde kurulan bir Kurucu Meclis’in devrim yolunda bir merhale olduğunu üstüne basa basa vurguladı.
Şili solu bugün sadece bazı mevziler ve önemli bir moral kazanmıştır. 2019 devrimci yükselişinin rüzgârı devam ediyor. Bu devrimci dalga açısından Kurucu Meclis sadece bir merhaledir. Şimdi önemli olan, bu seçimlerin başarısının rüzgârı ve Kurucu Meclis’teki avantajlı konum sayesinde işçi sınıfı ve müttefiklerini gelecekteki daha büyük savaşlara hazırlamaktır. “İyi bir anayasa yaparsak rahatlarız” düşüncesi halkın en büyük afyonu olacaktır.
Aşamalı devrim teorisini merhale merhale ilerleyen devrimci dalga teorisiyle aşan DİP’in “iyi bir anayasa yaparsak rahatlarız” fikrine savaş açtıktan sonra iyi bir anayasa yaparsak devrimci dalga yeni bir merhaleye ulaşır görüşünü savunmasına şaşırmıyoruz.
13 Ocak 2022’deki “Şili Halkının Bir Yıl İçindeki Üçüncü Zaferi” başlıklı yazı ise halkı bu “parlamentarist afyona” karşı korumak için “emekçilerin ve ezilenlerin karargahı” olmuş bir kurucu mecliste “işçi sınıfının politikalarını inşa etme”nin gerekli olduğunu hatırlatıyordu.
Şimdi Şili’nin önündeki mesele şudur: Halkın bu taleplerine (“tutsaklar”ın salıverilmesi, Mapuche’lerin taleplerinin karşılanması vb.) Kurucu Meclis sahip çıkıyor. Bunun için meclis çoğunluğu “egemenlik” talep ediyor. Ama bu egemenliği sağlamak için ardında hiçbir devlet gücü yok. Ne parlamento, ne mahkemeler, ne de en önemlisi ordusu, jandarması, polisi ile silahlı birlikler. Bu sonuncular başkana, yani yürütmeye bağlı. Ama şimdi Boric seçildi ve Mart ayında La Moneda sarayına girecek! İşte dananın kuyruğu burada kopacak. Boric tutsakları salmak için mücadele etmezse, Mapuchelerin Araucanía olarak anılan tarihî topraklarındaki OHAL’i kaldırmaz, Kurucu Meclis’in yanında durmazsa etkisi sıfıra yakın olacaktır.
Boric ülkenin yürütmesinin başı olarak bir seçim yapmak zorunda: 30 yıllık demokrasi komedisinin kalesi parlamentoyu mu seçecek yoksa emekçilerin ve ezilenlerin yeni karargâhı Kurucu Meclis’i mi? Bugün Şili’de işçi sınıfı uğruna izlenecek politika bütün stratejisini bu kavşakta inşa etmelidir.
Ertuğrul Kürkçü devrimden söz ederken DİP’in de el yükseltip Kurucu Meclis’i “emekçilerin ve ezilenlerin karargahı” diye taltif etmesi şaşırtıcı değil. DİP önce parlamento ile kurucu meclis arasında, yani burjuva devletin iki kurumu arasında, “meclis çoğunluğu ‘egemenlik’ talep ediyor” diyerek, hayali bir ikili iktidar durumu tarif ediyor. Peki kurucu meclis nasıl egemen hale gelecek? Az çok marksizmle tanış birisinin aklına hemen silahlı bir ayaklanma, ordunun dağıtılması, halk milislerinin kurulması gibi yöntemler gelse de DİP’in yanıtı başka. Ertuğrul Kürkçü devrim için “tüm kurallarıyla kağıt üzerindeki gibi çalışan” bir “liberal demokrasi”den nasıl medet umuyorsa Devrimci İşçi Partisi de “egemenlik” için Boric’i öyle görevlendiriyor. “Ülkenin yürütmesinin başı”nı, “kendisine bağlı” silahlı kuvvetlerle birlikte “Kurucu Meclis”in yanında durmaya çağırıyor. DİP Şili’de “Yürütmenin başı” Allende’nin 11 Eylül 1973’te kendi atadığı Genel Kurmay Başkanı’nın örgütlediği bir darbeyle devrildiğini de hatırlamıyor.
DİP’in Şili’deki bozgunu nasıl açıkladığını genel başkanı Sungur Savran’ın “Şili halkı postmodernizmi neden reddetti?” yazısından öğreniyoruz. Savran, partisinin öve öve bitiremediği Şili Kurucu Meclisi’nin “sıradan halkın sorunlarına uzak durduğunu” aniden fark edip şunları yazmaya başlıyor:
Kısacası, Şili halkı, sınıf meselelerine sırt çevirerek ilerici politikayı kimlik politikasına indirgeyen, o kimlik politikası çerçevesinde modern küçük burjuvazi ile ücretli emekçilerin ayrıcalıklı eğitimli katmanlarının sorunlarına ve sadece onlara çözüm arayan bir bencillik politikasına “hayır” demiştir. Şili halkı postmodernizme hayır demiştir!
Postmodernlerin anlamadığı şudur: İşçi sınıfı ve emekçiler, ezilen sınıf dışı katmanların davalarına ancak örgütlü bir ittifak içinde sahip çıkar. İşçi sınıfı Şili’nin postmodernlerine şöyle demiştir: Bana ne verdin ki Mapuchelere ayrı mahkeme istiyorsun? Bana ne verdin ki mecliste ve hükümette kadınlara eşit temsil istiyorsun? Bana ne verdin ki hayvanlara hak tanıyabilecek duruma geleyim?
“Bana ne verdin ki Mapuchelere ayrı mahkeme istiyorsun?” Halbuki daha dokuz ay önce DİP’e göre, “Mapuchelerin Araucanía olarak anılan tarihî topraklarındaki OHAL’in” kaldırılması “dananın kuyruğunun kopacağı” meselelerden biriydi, üstelik “halkın talebiydi”. Nasıl oldu da Mapucheler’in talepleri postmodern kimlik siyasetinin bir parçası haline geldi bilmiyoruz ama okuduklarımız Savran’ın Komünist Manifesto’yu tersine çevirdiğini anlamak için yeterli.
Manifesto’nun kendini kurtarmak için toplumun tüm ezilen katmanlarını da kurtarmak zorunda olan proletaryası Savran’ın evreninde yerini her hangi bir hak arama talebiyle karşılaştığında “Bana ne verdin ki senin haklarını savunayım” diyerek omuz silken ‘işçi sınıfına’ bırakıyor. Bakalım DİP tutarlı davranıp 25 Kasım yahut 8 Mart eylemlerine katılanları da “işçi sınıfına ne verdiniz ki tacize karşı yasal önlemler, siyasi yaşamda eşit temsil hakkı talep ediyorsunuz” diyerek azarlayabilecek mi?
Peki Şili’deki anayasa taslağının reddedilmesine yol açan temel kusur taslağın modern küçük burjuvazi ile ayrıcalıklı katmanlarına ve “sadece onlara” çözüm arayan bir “bencillik politikasının ürünü” olması mıdır? Şili’de reddedilen anayasa taslağı ne türden düzenlemeler içeriyordu hatırlayalım. Taslak kamuda ve özel sektördeki tüm işçilere kendi sendikalarını kurma hakkı tanıyor, toplu pazarlıkta çubuğu sendikaların lehine büküyor, hem kamu da hem de özel sektörde sendikalı ve sendikasız işçilerin grev hakkının önündeki engelleri kaldırıyordu. İşçilerin işletmedeki karar alma süreçlerine katılma hakkına yer veriyordu. Mevcut sağlık sisteminin merkezileştirilip devlet tarafından finanse ediliyor, herkesin yüksek öğrenim hakkı olduğu ilan ediliyordu.
Anayasa taslağındaki düzenlemelerin komünist siyasetin değil Lassallecı bir sosyal-demokrasinin çözümleri olduğu doğrudur. Ama “sıradan işçilerin sorunlarına” “çözüm aramadığı” doğru değildir. Savran’ın “halkçı önlemleri”yse de nitelik bakımından bunlardan farklı radikal önlemler değildir. Savran’ın anayasa taslağında bulduğu somut eksikliklerin devlet aygıtının örgütlenmesiyle zerre kadar ilişkisi yoktur, özel sağlık, eğitim ve emeklilik sistemlerinin kamulaştırılmasıyla sınırlıdır. Halbuki sağlığın, eğitimin ve emeklilik sisteminin kamulaştırılması da yine Lassallecı sosyal demokrasinin sınırları içinde kalan önlemlerdir, dün Bismarck’ın yaptıklarını yarın Tayyip Erdoğan’ın yapmasının önünde bir engel yoktur.
Kızıl Bayrak: Boric Hükümeti Emekçilerin Taleplerini Kararlılıkla Uygulamadı
Kızıl Bayrak’ta yer alan “Şili’de referandumun reddi ve Boric’in hezimeti” başlıklı yazı da troçkist akımların dillendirdiği temel tezleri tekrarlıyor. Boric ve hükümetinin temel kusuru devlet aygıtı karşısındaki tutumu değil “emekçilerin taleplerini kararlılıkla uygulamaması” olarak tespit ediliyor.
“Sorun, milyonların özlem ve taleplerinin savunucusu ve temsilcisi olma iddasıyla büyük kitle dalgası üzerinde iktidar koltuğuna oturan solcu liderin temsil ettiği hükümetin, emekçilerin taleplerinin kararlıca uygulayıp uygulamama tutumuyla ilgilidir. Boriç ve hükümeti, Şili emekçilerinin büyük desteği ve hükümet olmanın imkanlarını da kullanarak emekçilerin mücadele dinamizmini onların meşru talepleri üzerinde sürekli geliştireceğine ve bu doğrultuda kararlı bir politika izleyeceğine, sermaye düzeninin çıkarlarına dokunmayan “modern” ve “ılımlı” bir solcu olarak sermayeye sınıfına güven vermeye çalıştı.
Boriç’in “solcu hükümeti” 178 maddelik referendumun halkın ezici çoğunluğu tarafından okunmayacağı durumunu gözeterek, yasayı emekçi halka en sade en yaygın ve en etkili bir şekilde anlatma sorumluluğu vardı. Gözlemciler bu sorumluluğun yerine getirilmediği inancında. Dahası Boric hükümetinin önceki ana argümanlarını terk ederek bir kampanya yürüttükleri bile ileri sürülüyor. Yanı sıra eski merkez sol ittifakı Concertación’dan bazı tanınmış politikacıların da taslağa karşı “savaş” ilan ettikleri idda ediliyor. Tüm bunların, sağ ve gerici bloka destek anlamına geldiği açık.”
Türkiye’de sık sık “parlamenter avanaklık”tan söz eden Kızıl Bayrak’ın yazarı, Şili konusu ele aldığı yazıda bir ayaklanmaya nasıl ket vurulduğunu, demokratik bir anayasanın neden referandumla kabul ettirilemeyeceğini açıklamak yerine Boric’in seçim kampanyasını yürütme biçimini “gözlemcilerin” inançlarından yola çıkarak eleştiriyor.
Şili Komünist Partisi (Proleter Eylem): Yurtsever Bir Halk Hükümetine İhtiyaç Var
Şili Komünist Partisi (Proleter Eylem)’in (Bundan sonra Proleter Eylem diye söz edeceğiz) konuyla ilgili görüşlerini, bu görüşler Atılım’da çıkan tüm yazılara düzenli olarak yer veren ETHA web sitesinde yayınlandığı için, Türkiyeli sol akımların görüşleriyle birlikte ele almak gerekiyor. “Şili’deki seçim sonuçlarının komünist analizi: Yenilginin nedenleri, mevcut senaryo ve devrimci siyaset için yeni zorluklar” başlığını taşıyan yazı, okuyucuya “değerlendirme aynı zamanda yaklaşan seçimler öncesi Türkiye’deki emekçi solun nasıl bir mücadele yürütmesi gerektiğine dair sonuçlar da barındırıyor.” notuyla sunuluyor.
Proleter Eylem referandumda, yetmez ama evetçilerin arasında yer almış. “Seçim yarışına” katılmış. Evet oyu vermiş ama “illüzyona kapılmadan” vermiş.
Tüm mücadele alanlarının kullanımı bizi gerçekliğe göre hareket etmeye zorlamaktadır; bu nedenle, bir dönem için, topluma dair projemizi ve gerekli örgütlenme biçimlerini anlatabilmek için bir alan olarak seçim yarışına katıldık; örneğin, duyurusu geniş çaplı bir şekilde yapılan ve Boric’in neoliberal hükümetinin teslimiyetine bir yanıt olan “Apruebo sin ilusiones” (İlüzyona kapılmadan onaylıyorum) kampanyası aracılığıyla, Frente Amplio (Geniş Cephe), PC ve onun iktidar partisindeki temsilcilerine, yani yapısal değişiklikler için toplumsal seferberliğin başatlığını ortadan kaldırmaya, onları parlamentonun mutfağına taşımaya, retçi kesimlerin sağ kanadıyla bir anlaşma yapmaya ve böylece yeni bir anayasa için halkın tüm isteklerini raydan çıkarmaya çalışan sistemin iktidardaki sosyal-demokrat bloğuna karşı başarılı bir çalışma yürütüldü.
Proleter Eylem’in değerlendirmesi emekçi solun nasıl bir mücadele yürütmesi gerektiğini anlatmasa da Türkiye’deki reformistlerin Millet İttifakı’na verecekleri desteği ne tür bir “sınıf çalışması” illüzyonuyla örtbas etmeye çalışacağının iyi bir örneği olarak karşımızda duruyor: “Daha iyi koşullarda mücadele etmemizi sağlayan küçük alanlar için Evet.”
“Biz komünistler seçim alanlarını asla bir amaç olarak kullanmayız ve aynı nedenle, kapitalizm çerçevesinde gerçekleşen oylamaların sonuçlarından hayal kırıklığına uğramayız, çünkü buralarda proleter sınıf, halk tabakaları ve Şili halkları lehine gerçek devrimci zaferler elde etmek imkansızdır; ancak en fazlasından, kısa vadede gerçekleşen, Apruebo sin ilusiones’in zaferi ve mücadelenin sürekliliğinin sağlanması gibi daha iyi koşullarda mücadele etmemizi sağlayan küçük alanlar ve reformlar elde edilebilir sadece.
Partinin sokaklarda, eylemlerde, mitinglerde, uzun bildiri dağıtma ve propaganda günlerinde yorulmak bilmeden çalışmasını, halk kitlelerini yanılsamalardan uzak, halkçı, sağlam, örgütlü bir onayın öneminin farkına vardırmak için yürüttüğü kampanyanın büyük kapanış eylemini önemsemeliyiz. Parti olarak ilk günden itibaren plebisit sonrasında da mücadelenin devam ettiğine, neoliberal kuşatmanın çok daha fazla sıkılaştırılması gerektiğine ve halk seferberliğinin toplumsal değişimin motoru olduğuna işaret ettik; “Apruebo” (Onaylıyorum) oylarının satılık olmadığını, sınıf uzlaşmaları için verimli zemin ya da neoliberal tariflerin pişirileceği mutfak olmadığını belirttik.”
Proleter Eylem Şili’deki 2019 Ayaklanması’nın gerçek bir kurucu meclis için bir “alan açtığını” savunurken sermaye güçlerinin bu alanı kapatmaya çalıştığını fark etmiş .
Halk ayaklanması, gerçek bir kurucu meclis aracılığıyla yeni bir anayasa ihtiyacı seçeneğini güçlendirmek için bir alan açtı, ancak sistemin aynı savunucuları hızla soğuk maskelerini takmaya, halkın hoşnutsuzluğunu parçalara ayırmaya, gösterilerin ve halk protestolarının tarihi günlerinin ortaya çıkardığı tüm sosyal çelişkilere kurumsal bir çözüm getirmeye çalıştı.
Ancak Proleter Eylem’in Şili’de referandumla kurulan kurucu meclisin “gerçek bir kurucu meclis” olmadığının, söz konusu kurucu meclisin sistem savunucularının “kurumsal çözümü” olduğunun farkında değil. O hatayı kurucu meclisin, hiçbir egemenliği olmayan, burjuva düzenden icazet almış, sahte bir kurucu meclis olmasında değil, kurucu meclis içinde takip edilen politikalarda buluyor. Bu durum Proleter Eylem referandumdaki başarısızlığı açıklamak isterken iyice açığa çıkıyor. Kurucu Meclis’in oluşumu hakkında konuşmadığı için Boric’i ve neoliberalimzi günah keçisi ilan ediyor:
“Başından beri Boric, Frente Amplio, PC ve onların iktidar partisindeki temsilcileri, “Apruebo”nun büyük bir oy almasını ve zafer kazanmasını istemediler, çünkü bu, onları toplumsal talepleri karşılamak ve yeni bir anayasa taslağı hazırlarken korumak için çok uğraştıkları ekonomik modelle yüzleşmek zorunda bırakacaktı, bu nedenle bu kesimler her zaman için bir pozisyonun diğerinden ayrışmadığı azınlıkta kalacak bir “Apruebo” için çalıştı, neredeyse teknik bir eşit oy durumu ya da az bir farkla onay sonucunun çıkması neoliberal mutfağı desteklemeyi sürdürmelerini sağlayacaktı. Ancak sonuç tam tersi oldu, onay seçeneği halk kitlelerinin gözünde tamamen gayrimeşrulaştı ve toplumsal seferberlik ve kitlelerin özneleşmesi yerini “yeni parlamento anlaşmaları”na bıraktı.”
Halkı “gayrımeşru” bir anayasa taslağına “evet” oyu vermeye niye çağırdığı bir yana, Proleter Eylem doğru bir reformizm tanımına sahip olmadığı için neden sonuç ilişkisini tersine çeviriyor. 2019’da ayaklanan kitlelere referandum yoluyla anayasanın değişeceği hayalleri yayanları reformist olarak tanımlayamıyor, çünkü kendisi de ayaklanmadan Kurucu Meclise giden süreci bir alanın kapanması olarak değil bir alanın açılması olarak değerlendiriyor. “Kurucu Meclis bu şekilde kurulmaz”, bu şekilde kurulan “Kurucu Meclis göstermelik olmanın ötesine geçemez” diyemediği için de reformizmi neoliberalizmle eş anlamlı olarak kullanıyor. Boric’in neoliberal politikaları yenilginin sebebi olduğu için de, Proleter Eylem’in devrimci çözümü de neoliberal Boric’in hükümetinin “yurtsever bir halk hükümetiyle” değişmesi oluyor:
“Biz komünistler, mevcut ekonomik modelin ve destekçilerinin üstesinden gelmeyi amaçlayan yeni bir yurt talebini merkeze koyan yeni bir anayasa için gerçek bir Kurucu Meclis sürecinin yürütülmesini ancak yurtsever bir halk hükümetinin sağlayabileceğini anlamalıyız. Halk karşıtı, korkak reformist ve emperyalizm yanlısı neoliberal bir hükümet altında yeni bir anayasa asla kazanılamayacaktır.”
Gerçek bir kurucu meclisin ancak bir devrim sonunda kurulabileceğini aklından bile geçirmeyen Proleter Eylem, gerçek bir kurucu meclisten değil “gerçek bir kurucu meclis sürecinden”, yani halihazırdakine benzer bir kurucu meclisin bu sefer “yurtsever bir hükümetin” önderliğinde demokratik bir anayasa hazırlayabileceği hayallerini yayıyor.
Tek Yol Devrim
Şili’deki anayasa taslağı “sıradan emekçilerin” sorunlarına yeterince dokunmadığı için değil “fazlasıyla dokunduğu” halde yenildi. Sadece Şili sermayesinin partileri ve yayın organları değil uluslararası basın ve televizyonlar da anayasa taslağına karşı bir kara propagandaya giriştiler. “Bir çağın hakim fikirleri hakim sınıfın fikirleri” olduğuna göre işçi sınıfı verili devlet aygıtını parçalayıp kendi iktidarını bir sovyet/şura cumhuriyeti olarak kurmadığı sürece, işçilerin ezici çoğunluğu elbette gerici fikirlerin peşinden gidecektir. Bu bakımdan iktidarı silahlı bir ayaklanmayla almadan parlak taleplerle, geçiş programlarıyla işçi sınıfının çoğunluğunu kazanma hayalleri hep suya düşecektir. Şili’de yaşanan anayasa bozgunun temel nedeni Kurucu Meclis’in şu ya da bu toplumsal soruna yeterince eğilmemiş olması değil, burjuva diktatörlüğünün icazetiyle kurulan iktidarsız bir kurucu meclisle ve sonrasında burjuva diktatörlüğünün icazeti altında gerçekleşen bir referandumla bir rejim değişikliğini gerçekleştirme hayali kurmasıdır. İşçi konseyleriyle proletarya diktatörlüğünü bir tutanların, programında ordunun dağıtılmasından söz etmeyenlerin bu hayallerin neden yanlış olduğunu anlaması elbette mümkün değildir. Onlar işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmayı mümkün kılan o sihirli talepleri imal etmeyi sürdürecekler.
Şili Devlet Başkanı Gabriel Boric, referandumun ardından sonuca şaşırdığını söyledikten sonra referandum yenilgisinin de sorumluluğunu alarak ‘Anayasadaki talepleri yeterince kitleselleştiremediklerini, halkın sesini dinlemek zorunda olduklarını” da kabul etmişti. Boric “şimdilik kongre ve sivil toplum örgütleriyle çalışmalar yürüterek halka “güven verecek” ve Şili’de “birliği sağlayacak” yeni bir taslak hazırlayacaklarını’ bildirdi. Şili’nin kurucu meclis zaferiyle coşkulanıp referandum yenilgisiyle üzülen sol akımlar hükümeti eleştiri yağmuruna tutsalar da aslında referandum bozgunundan Boricle aynı dersleri çıkarıyorlar. Güreşe doymayan pehlivanlar Şili’de sivil toplum örgütleriyle daha fazla temas kurmak ve daha iyi bir anayasa ile halkın karşısına çıkmayı hedeflerken Türkiyeli muadilleri 2023 seçimlerine Millet İttifakı’nın kuyruğuna takılarak, ve “elbette halkla iç içe” Erdoğan’dan kurtulma hayalleri kuruyor. Bu komediye son vermek için hem Şili’de hem de Türkiye’de sadece çözümün devrimde olduğunu değil, devrimin devletin parçalanması anlamına geldiğini hatırlatmak, bu doğrultuda emekçileri harekete geçirmek şart. Bu şartın kendisi Şili’de de Türkiye’de devrimcilerin omuzuna aynı görevi yüklüyor. İşçi sınfına devrimci temelde önderlik edecek komünist partiyi yaratmak. Devrim için devrimci parti!