thumbnail of Sınıf işbirlikçiliği değil sınıf savaşı

***Enternasyonal Komünist İşçi Birliği, Komünist Militanlar Birliği ve KöZ imzalarıyla 1 Mayıs ve 14 Mayıs’a ilişkin yayınlanan ortak bildiri.

Bildirinin PDF hâline buradan ulaşabilirsiniz.

Cumhurbaşkanı seçimi çoktandır siyaset gündeminin merkezinde yer alıyor. 14 Mayıs’a dair hesapları siyasi akımların sadece sözlerini ve eylemlerini değil; eylemsizliklerini, suskunluklarını ve kekemeliklerini de belirliyor. 14 Mayıs’a ve sonrasına dair çizilen pembe tablolar işçilere önderlik etme iddiasındaki akımların aklını da teslim alıyor.

14 Mayıs’la birlikte “tek adam rejimi”nin son bulacağını yahut demokratik bir Türkiye’nin kurulacağını savunanlar, eski rejimi yıkmak ve yeni bir rejim kurmak için yapılması gerekeni tek cümlede özetliyorlar: Seçimde Erdoğan’a karşı Kılıçdaroğlu’na oy verin!

Kuşkusuz bu beklentilerin iler tutar bir yanı bulunmuyor. Emekçilerin kurtuluşları için ihtiyaç duydukları demokrasiyi, bir burjuva diktatörlüğünün parlamentosunda çoğunluğu elde ederek yahut onun yürütmesinin başına geçerek kurmaları mümkün değil. Ücretli köleler sermaye düzenine bekçilik eden kurumlara kapılanarak değil, bu kurumları parçalayarak kurtulabilirler.

Türkiye’de demokratik hak ve özgürlükleri devrim olmadan kazanma düşüncesi hayaldir. Bu hakların burjuvazinin bir kanadı ve onun siyasetçileri aracılığıyla kazanma hedefi ise ham hayaldir. İşçilerin örgütlenme özgürlüğüne kavuşması, NATO’dan çıkmak, “terör suçlusu” olarak lanetlenen siyasi tutsakların özgürlüğü, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı bir devrim sorunudur.

Bugün Türkiye’de açıktan Kılıçdaroğlu şakşakçılığı yapanlar sol içinde azınlıktadır. Hâkim olan çizgi daha sinsi bir “Biz de biliyoruz ama…”  çizgisidir. “14 Mayıs’ta tek adam rejiminde gedik açarsak mücadeleyi büyütmemiz kolaylaşır!” bahaneleri bu kesimlerin ağzında bir tekerlemeye dönüşmüştür. Aynı kesimler beslendikleri ürküntüyü daha da büyütmek için,  2023 seçimlerinin, Kılıçdaroğlu kaybettiği takdirde, son seçimler olabileceğini de ifade ediyorlar.

“Bay Kemal”, Erdoğan hükümetlerinin başbakan ve bakanlarından, AKP öncesi dönemin gedikli siyasetçilerden kurulu bir masanın ortak adayıdır. Cumhur İttifakı Cizre’deki bodrum katıysa, Altılı Masa Sur’u dümdüz eden Davutoğlu’dur. Cumhur İttifakı zam yağmuruysa, Altılı Masa “kemer sıkmamız lazım” diyen Babacan’dır. Hükümet Öcalan’a yönelik tecritse, Altılı Masa Demirtaş’ı kanlısı kabul eden Akşener’dir. IMFli uzmanların sözcülüğünü üstlenen de hükümeti yeterince NATOcu olmamakla eleştiren de “Bay Kemal”dir. Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılmasına evet oyu vermiş, Kandil’i yerle yeksan edeceğine ant içmiştir. Seçimi kazanırsa emekçiler değil uluslararası sermayenin, onların Türkiye’deki uzantıları ve emperyalistlerin bir bölüğü nefes alacaktır.

Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı düzen cephesinde gedik açmaz. En fazla yıpranmış bir hükümeti değiştirerek düzen güçlerine taze kan taşıyabilir. Hükümetin her cephede sıkıştığı günlerde geçiyoruz. Erdoğan saldırı politikalarına rağmen muhalefeti teslim alamadı, yaptığı tüm anayasa değişiklikleri ise ayağına dolandı, dahası Zap’ta pençe atmaya çalışırken Rojava’da kilitlendi. 6 Şubat Kürdistan depreminin enkazı hâlâ ortada. Bu koşullarda düzen ittifaklarına destek vermek burjuvaziye can simidi atmaktır, düpedüz sınıf işbirlikçiliğidir.

“Bay Kemal”e yol vermenin bedeli emekçileri nefessiz bırakmaktır. Emekçi, eylemiyle nefes alır. Oysa Kılıçdaroğlu’nu sahaya sürenler “Erdoğan’a malzeme vermeyelim”, “seçimler başka türlü kazanılmaz” diyerek grevsiz, direnişsiz, mitingsiz, yürüyüşsüz, boykotsuz bir Türkiye’yi dayatıyorlar.

Kılıçdaroğlu’na oy isteyenler burjuvaziye teminat verirken işçi sınıfına güvensizlik aşılıyor. Verilen teminat açıktır: “Biz olağan koşullarda devrim ve sosyalizm propagandası yaparız ama olağanüstü koşullar geldiğinde, iş ciddiye bindiğinde sorumsuz davranamayız. Burjuvazinin olağan koşullara dönmek için attığı adımları destekleriz.”

1 Mayıs tablosu Kılıçdaroğlu destekçiliğinin emekçi hareketini nereye sürüklediğini gösteriyor. Sermayenin peşine takılarak Türkiye’yi demokratikleştirme hayalini yayanlar bütün 1 Mayısları Kılıçdaroğlu’nun seçim mitingine çevirdi. İşçilerin mücadelesini ekonomik taleplere hapsedenler meydanı Altılı Masa’ya terk ettiler.

Hâlbuki 1 Mayıs sermayenin bayramı değil, işçi sınıfının mücadele günü. IMFci patronların ve sözcülerinin değil grevci işçileri günü. Müteahhit partilerinin değil onların enkaz altında bıraktığı emekçilerin günü.

1 Mayıs uluslararası bir mücadele günü. İşgal operasyonlarının şakşakçılarının, şovenizmin yardakçılarının değil, ezilen Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savunanların günü.

1 Mayıs sınıfın birlik ve dayanışma günü. “Suriyelileri geri göndereceğiz” diyenlerin değil “Göçmenler sınıf mücadelesinin bir parçasıdır” diyenlerin günü.

Sınıf işbirlikçisi tutumlarını örtbas etmek isteyenler dikkati milletvekili seçimlerine çekiyorlar. Sözümona bağımsız, sosyalist, anti-emperyalist tutumlarını milletvekili seçimlerinde söyledikleriyle kanıtlamak gayretindeler. Ancak cumhurbaşkanı seçiminde Kılıçdaroğlu’na boyun eğenler mecliste ne emperyalizme ne de sermayeye kafa tutabilir. Hedef olarak “meclisin gerçek yüzünü açığa çıkarmayı” değil de “meclise emekçilerin damgasını vurmayı”, “meclisi emekçilerin bir kürsüsü olarak kullanmayı” belirleyenlerse sadece pespaye bir parlamentarizmle Türkiye’nin iyiden iyiye kolu kanadı kırılmış meclisinin yaldızlarını parlatabilir.

14 Mayısta düzen ittifaklarına destek vermemek yetmez, bu tutumun propagandasını yapmak ve onu eylemli bir şekilde ifade etmek de gerekir. Genel geçer bir sınıf mücadelesi, devrim ve sosyalizm propagandasıyla yetinmek cumhurbaşkanı seçimine dair somut bir tutum almaktan ve çağrıda bulunmaktan kaçınmak, soldaki sınıf işbirlikçisi propagandayla hesaplaşmaktan kaçmak anlamına gelir. Devrimci mücadele yürütmeye kararlı olanların karşı-devrimci akıntının en kuvvetli olduğu günlerde siyasi gerçekleri eylemli bir şekilde açıklamaktan geri durmaması gerekir.

“Sınıf İşbirliği Değil Sınıf Savaşı!” şiarını yükseltmenin bugün tarihe not düşmekten öte bir anlamı var. Üzerinde mücadele ettiğimiz topraklar devrim toprağıdır. Devrimci dinamikleri ortadan kaldırarak, bu toprakları sermaye için dikensiz gül bahçesine çevirme girişimleri bugüne dek sonuç alamadı, bundan sonra da alamayacak.

Emekçilere teslimiyeti aşılamak isteyenler sınıf işbirlikçiliğini bugün arsızca savunmalarının sebebi onların marifeti ve gücü değil, devrimci bir çizgiyi benimseyenlerin tutukluğu ve tereddütür. Devrimci güçler bu liberal dalgaya karşı sahadan çekilerek, sessiz kalarak, kendi kısmi çalışmalarına gömülerek değil de güçlü eylem birliğiyle cepheden yanıt verdikçe payandaları çatırdayan bu çürük rejimde dengeleri değiştirecek asıl siyasi güç ortaya çıkacaktır.

Seçimlere dair açıklamamız sadece sınıf işbirlikçiliğini dayatanlara cepheden verilmiş bir yanıt değil, aynı zamanda devrimci güçlerin eylem birliğini örme yolunda atılmış bir adımdır. Çağrısı ise devrimci iddiası olan tüm güçleredir.

Sınıf İşbirliğini Dayatan Liberal Dalgaya Teslim Olmayalım!

Demokrasi Burjuvaziyle Değil Devrimle Gelecek!

Düzen İttifaklarına Her İki Turda Da Oy Yok!