Konuşmacı: Nisan Tezleri hakkında konuşacağız. Nisan Tezleri Lenin’in en az okunan eseri demeyeceğim, çünkü zaten Lenin pek okunmuyor yani. Bütün eserleri aşağı yukarı aynı miktarda az okunuyor. Ama hakkında en fazla tantana koparılan, hakkında en fazla karmaşa olan, efsane olan, bir anlamıyla da en fazla cımbızlanan eseri. Muhtelif yerleri alıntılananlara “Bakın, gördünüz mü, Lenin şöyle diyor.” diye hakkında en fazla hurafe üretilen bir eser. Bu tantanaların kendisi de dikkatleri yanlış bir noktaya yönlendirdiği için, Nisan Tezleri’nin asıl önemini perdeliyor. Yani, Leninizm denilen, Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin sonrasına damgasını vuran çizginin İkinci Enternasyonal anlayışıyla arasındaki farkları belirsizleştiren bir tantana oluyor. Nisan Tezleri’nin bizim açımızdan da özel bir anlamı var, çünkü biz bir anlamda komünistlerin birliğini yeniden kurarken, tekrardan, 20 yıl önce, KöZ gazetesini bir yıl aradan sonra tekrardan çıkarmaya hazırlanırken, bu platform gazeteden önce bir kitap yayınladı. Çoğunuz biliyorsunuzdur, 99 model bir kitabımız var. Bir sürü farklı kitap basacağımızı da söyledik. Sonrasında bunları farklı şekillerde, bu içeriği kitap olarak değil, ama farklı içeriklerde sunduk. Bir anlamıyla bizim 99’dan sonra savunduğumuz Türkiye’ye, dünyaya, devrime ve partiye dair bütün tezler aslında bu kitapta; İki Taktik ve Nisan Tezleri tarihsel bağlamında gerçekleşen bir polemikte, yani o bağlamda, sunulmuş oluyor. En özet halini burada bulabilirsiniz. Yani, bugün çok daha somut, köşeli, ayrıntılı ifade ettiğimiz görüşlerin hepsi burada mevcut. Dolayısıyla bu tartışma bizim açımızdan sol içerisindeki, devrimci hareket içerisindeki diğer akımlarla ayrımlarımızı belirginleştiren bir tartışma. Zaten kitabın adı da bunu gösteriyor değil mi: “Sosyalist Devrimcilerle Demokratik Devrimciler Nerede Buluşur?”. Yani Nisan Tezleri tartışması aslında neden yanlış, sahte bir tartışma ve bu tartışmanın farklı taraflarında yer alanlar neden aslında aynı şeyi savunuyorlar? Proleter devrimciler onlardan nasıl ayrılır? Yani aslında Nisan Tezleri’nin asıl katkısı nedir? Nisan Tezleri üzerinden de bu kitabı okuyabilirsiniz. Türkiye solunun evrimiyle ya da Türkiye solunun tarih yazımıyla da ilgili önemli bir kitap bu. Birincisi genelde 1960-80 arasında sol içerisindeki tartışmalar bize göre isabetsiz bir şekilde milli demokratik devrim-sosyalist devrim arasındaki tartışmaya dayandırılır. Bu da aslında bir anlamıyla gene demokratik devrim-sosyalist devrim tartışması oluyor. Sadece bu nedenle bile, yani “71 kopuşunun özgün anlamı nedir?” diye sorduğumuzda da aslında tekrardan bu tartışmaya geri dönmemiz lazım. Ama sadece 60-80 arasındaki tartışmalarla bitmiş bir konudan bahsetmiyoruz. 80 sonrasında da yükselen tasfiyecilik kendisini popülizm eleştirisiyle ifade etti. Devrimci demokratlar eleştirisiyle ifade etti kendi terminolojilerine göre. Bu da aslında çözüm sosyalizmde diyen bir tasfiyecilik olarak karşımıza çıkmış oldu. Yani sosyalist devrimcilik Türkiye’de tasfiyeciliğin ideolojik kılıfı oldu. Aslında şöyle bir basit saptama yapabilirsiniz: Herhangi bir yayını aldığınız zaman “Çözüm sosyalist devrimde, Türkiye’nin kurtuluşu sosyalizmden geçiyor.” diye saptamalar okuyorsanız bir yayında, o hareketin otomatik olarak reformist olduğunu söyleyebilirsiniz, iyi bir turnusol kağıdı, kimi istisnaları olmakla birlikte. Ya ekonomisttir, ekonomizme meyleden bir hattı vardır ya da reformisttir. Neden böyle olduğu hakkında da konuşacağız. Şimdi, üçüncü bir önem daha var. O da aslında bizim Stalin ve Troçki dosyalarımızla ilişkili. Bizim temel tespitimiz ne: Aslında Stalin ve çevresindekilerin Stalin’e ürettiği ideolojik programatik çerçeveyle, Troçki’nin programatik ideolojik örgütsel çerçevesi, birbirinden esaslı derecede farklı değildir; ikisi de menşevizmin varyantlarıdır. bu konu, bize aslında şubattan Ekim’e doğru ilerleyen sürecin tarih yazımı, aslında bize bir anlamıyla da, özellikle Şubat devrimine bakış, SBKP tarihinin hem de Troçki’nin sonrasındaki ürettiği, Troçkistlerin altını çizerek öne çıkardıkları sürekli devrim teorisinin nasıl olup da aynı olduğunu gösteriyor. Yani aynı esaslara dayandığını. dolayısıyla aslında Stalin ve Troçki arasındaki ortaklığı görmek açısından da önemli bir metin Nisan Tezleri. Şimdi bir efsaneden, bir tantanadan bahsettik. Nedir bu efsane? Şöyle: bu efsaneye göre aslında İkinci Enternasyonal devrimciliği aşamalı devrimcilik ve aşamalı bir azami ve asgari program ayrımına dayalı bir sosyalizm anlayışına sahip, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi de bundan azade değildi bunun en militan, en devrimci perspektifine sahip olan Lenin de bu kusura malüldü. Yani bu bakış açısına göre kapitalizmin gelişmediği yerlerde, önce bir burjuva devrimi şarttı. Bu burjuva devrimi de burjuvazinin siyasi olarak iktidara gelmesi, kapitalizmin gelişmesi anlamına geliyordu. Ondan sonra burjuvazi kendisini siyasi olarak iktidara getiren burjuva devrimini yapıp kapitalist üretim ilişkilerini geliştirdikten sonra, kırdaki ve şehirdeki sınıf mücadelesi derinleşecek ve sonrasında sıra sosyalist devrime gelecek diye hakim bir görüş vardı. Lenin tam olarak bunu böyle savunmasa da, gene aslında bizim iki hafta önce konuştuğumuz Rus Sosyal Demokrasisinin İki Taktiği kitabında ele alındığı üzere, Rusya’da öncelikli görevin bir burjuva devrimi olduğunu söylüyordu. Ama sonrasında Lenin emperyalizm çağına dair yaptığı okumalar sonucunda, Hegel okudu, savaş deneyimlerini çıkardı. Buradan yola çıkarak aslında bu görüşün yanlış olduğunu fark etti. Kapitalizmin her yerde gelişmiş olduğunu fark etti. Her yerde güncel görevin sosyalist devrim olduğunu fark etti. Ve aslında, İsviçre’deki sürgününden Rusya’ya döndüğü zamanda da bu farklılık, Lenin’in düşüncesindeki bu dönüşüm iyice açığa çıktı. Çünkü Lenin’in partisi bolşevik hizbin, 1912’den sonra Bolşevik Partisi, hala eski bolşevik zihniyete göre şekillenmişti. Bu eski bolşevik zihniyet de Şubat devriminin bir burjuva demokratik devrim olmasını, burjuvazinin iktidara gelmesi gerektiğini savunuyordu. Lenin garda iner inmez herkesi azarladı, ajitatif br konuşma yaptı, “Yaşasın dünya sosyalist devrimi!” diye bitirdi konuşmasını. Bütün bolşevikler şok oldu. Ardından ilk toplantılar, Lenin’in görüşleri, şiddetle reddedildi. Sonrasında Lenin ayrıntılı sert polemikler yaptı. Taktik üzerine mektupları yazdı. Nihayetinde Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin, yedinci konferansı gerçekleşti nisan ayında. Lenin buraya tezlerini sundu. Bu tezler de bolşevikler tarafından şokla karşılandı ama Lenin kendi ağırlığını kullanarak bolşevikleri bu tezlere ikna etti ve sonrasında da görevin sosyalist devrim olduğunu anlattı. İktidarı almalıyız dedi. Daha önce iktidarı almayı düşünmeyen bolşevikler, iktidarı almaya karar verdiler ve bu perspektifle silahlanmış olarak bolşevikler 7 Kasım’da iktidarı aldılar. Yandan da Troçki konuşuyor tabii o genel tez olurken. Troçki, aslında Troçkistler, Troçki Bolşevik partisine girdiği için hiçbir zaman bu açıklıkta söyleyemiyor. Sonrasındaki değerlendirmelerinde de tersi vurgular yapıyor hatta zaman zaman. Ben zaten bunları 1905t’e Sonuçlar ve Olasılıklar kitabında yazmıştım, o zaman kapitalizmin eşitsiz ve bileşik geliştiğini söylemiştim. O yüzden de aynı zamanda köylülüğün de Marx’ın 1848 devriminde incelerken söylediği gibi bağımsız bir sınıf oluşturamayacağını da söyledim. Bundan dolayı da işçi köylü ittifakı diye bir şey de olamaz. Köylü bağımsız bir sınıf olmadığı için kendi partisini kuramaz, dolayısıyla bir işçi partisiyle köylü partisinin koalisyonu mümkün değildir. Bir işçi hükümeti kurulması gerekir. İşçi iktidarının olması gerekir. İşçi hükümeti alacağı kararlar iktidarı aldıktan sonra yapacağı hamlelerle köylüyü peşinden sürükleyecektir ve devrimi ilerletecektir. Nihayetinde Lenin de aslında aşamalı devrim anlayışını terk edip burjuvazinin siyasi olarak hakim sınıf olduğunu tespit ettiği için benim görüşüme geldi ve sosyalist devrimci oldu bu anlamıyla. Çözümün acil sosyalist önlemler alınması gerektiği olduğunu söylediği bir pozisyon. Ben de tabii ki aslında o zamana kadar çok talihsiz tartışmalarım oldu Leninle. Çünkü parti konusunda onun söylediklerinin doğru olduğunu göremiyordum. Ben de parti konusundaki görüşlerimi değiştirdim, Lenin devrim konusundaki fikirlerini değiştirdi. Birlikte Bolşevik partisini zafere doğru ilerlettik. Karşılıklı bir öğrenme süreci denen şey bu. Üstelik burada tabii Troçki’nin veya Troçkistlerin bu pozisyonu öne çıkarmasının başka bir sebebi daha var. Bunun sebebi tabii biliyorsunuz 1917 Şubat devrimi yapıldıktan sonra, sovyetler oluşuyor, aynı zamanda bir geçici hükümet kuruluyor kurucu meclisi toplamak üzere. Sovyetler geçici hükümete tam destek veriyorlar. Prenslerden oluşan, kapitalistlerden oluşan bir geçici hükümet bu. Ve ilk başta Molotov daha net kararlı bir pozisyonla geçici hükümete karşı, geçici hükümetin bir parçası olunmayacağını, işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü için mücadele edeceğini savunurken Stalin sürgünden döndükten sonra on gün sonra martın ortasında daha doğrusu Kamenevle birlikte dönüyorlar. Kamenevle birlikte Stalin Pravda’nın yayın kuruluna yerleştikleri için Molotov’un çizgisini değiştirip geçici hükümet karşısında daha temkinli bir dil tutturuyorlar. Hatta yazılan yazılarda Kamenev’in yazdığı yazılarda da savaş konusunda da biz devrimci bir iktidarız, kurşuna karşı kurşun, gülleye karşı gülleyle karşılık vereceğiz türünden yazılar yayınlanıyor Rusya-Almanya meselesinde. Biz barış teklif ederiz, onlar kabul etmezlerse yanıtlarını alırlar şeklinde yanıtlar alıyor. Şimdi Stalin de böyle dediği için özellikle Lenin’in ölümünden sonra başlayan edebi tartışma denilen süreçte de, yani Ekim devriminde kim ne yapmıştı sırasında Troçki bu konuları ele alıyor. Bir genel tereddüt olduğunu, zaten ayaklanma sürecine biz burada bugün girmeyeceğiz, oradaki tereddütten bahsettiği gibi, aynı zamanda da bu mart nisan sürecinde Lenin Rusya’ya gelene kadarki süreçte Stalin’in ve Kamenev’in tereddütlü, yalpalayan geçici hükümete yanaşan bir pozisyonda olduğunu gösteriyor. Stalin de SBKP tarihinde ve sonrasında kendi bu konuya ilişkin yazdıklarında da şöyle diyor: Evet benim ufak bir yalpalamam oldu ama Lenin geldi ve bizi düzeltti, doğru hatta soktu diye bir pozisyonu oluyor. Türkiye meselesi bağlamında da bu konu şöyle ele alınıyor. Yani iki taktik çizgisinde bir sosyalist hareketimiz olduğu için, demokratik devrim diyenlerden oluşan bir sosyalist hareketimiz olduğu için aslında Türkiye solu hiçbir zaman iktidarı almak istemedi. Hep burjuvazinin, burjuva demokrat veya küçük burjuva unsurların iktidarı almasını istedi. Dolayısıyla da iktidardan kaçan, muhalif, liberal, demokrat bir pozisyonu oldu. Oysa her zaman iktidarı alması için çalışması gerekirdi. Bunun için de çözümün sosyalizmde olması gerektiğini söylemesi gerekirdi diye bir bağlamı var. Bunların hepsi yanlış, bu saptamaların. Karşımızda büyük bir hurafe var. Cımbızlanan dediğimiz zaman da şöyle şeyler görüyoruz bu hurafeyi destekleyen. İşte mesela Nisan tezleri ve Nisan tezlerini sunarken Lenin’in sunduğu raporda ve sonrasında taktik üzerine mektuplarda nisan konferansından önce yazdığı mektuplarda Lenin şöyle diyor: Devrimimiz, diyor, Şubat devriminden sonra, birinci aşamayı tamamlamıştır ikinci aşamaya geçmiştir, geçmesi gerekir. Böyle olduğu zaman da aslında burjuvazi siyasi olarak Şubat devrimiyle hakimiyetini kurmuştur gibi bir tespit ortaya çıkıyor. Böyle olunca da birinci aşama ve ikinci aşama kavramları genelde yanlış okunduğu için bu cımbızlanan alıntı nedeniyle aşamalılık zannediliyor bu. İlk iki ayda yazdıklarında özellikle bunu daha çok söylüyor. Birinci aşama dediğimiz şey demokratik devrim, ikinci aşama dediğimiz şey de sosyalist devrim. Lenin de birinci aşamanın tamamlandığını söylüyor diye bir yorumda bulunuluyor. Bu efsanelerle başa çıkabilmek için, bunların neden yanlış olduğunu anlayabilmek için bir kavramsal temizlik yapmak gerekiyor. Bazı kavramları yerine oturtmak gerekiyor. Bunlardan birincisi sosyal devrim siyasal devrim ayrımı. Aslında 1848 devrimleri gündemdeyken Marks ve Engels ilk yazdıkları şeylerde karşılarındaki unsurlarla polemiğe girerken genelde tersi bir vurgu yapıyorlar. Devrimin siyasal görevlerini vurgulamayı ihmal etmiyorlar ama özellikle 48 öncesinde yazdıkları yazılarda siyasal bir devrimin kendi başına yeterli olmayacağını, devrimin aynı zamanda sosyal bir devrim olması gerektiğini, aslında mülkiyet ilişkilerini değiştirmesi gerekir diye bir vurgu yapıyorlar. Sonrasında ama bu ayrım yapıldıktan belli bir süre sonrasında olay şöyle bir yere ilerliyor. Lassalle’dan başlayarak; önemli olan işçi sınıfıyla burjuva arasındaki sosyal karşıtlıktır saptamaları öne çıkmaya başlıyor. Ama işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki karşıtlıktan söz ederken özellikle Lassallela birlikte, devlet iktidarı ve diğer sınıflar ortadan kalkıyor ve sosyal olarak işçi sınıfının lehine olan bütün düzenlenmeler olumlanmaya başlanıyor bir devrim olmaksızın. Yani aslında burjuva devleti kullanılarak devletin dönüşmesi. Yıkılması gerektiği reddedilerek, işçi sınıfın lehine sosyal düzenlemelerin yapılabileceği savunulmaya başlanıyor Lassalle’dan itibaren. Yani aslında devrimin siyasi boyutu ortadan kaldırılmış oluyor. Oysa bütün bu iki taktik, ve nisan tezleri tartışmasında Lenin iki şeyden bahsediyor: Bir burjuva devrimden, bir sosyal devrimden bahsediyor. İlk olarak şunu temizlemek gerekiyor. Lenin burada bir burjuva devrimden bahsederken de, daha doğrusu devrimin burjuva demokratik görevlerinden, burjuva karakterinden bahsederken de sosyalist görevlerinden bahsederken de iki ayrı ayaklanma, devletin iki kere değiştirilmesinden bahsetmiyor. Tek bir devirim sürecinin önüne koyacağı iki ayrı görevden bahsediyor. İki ayrı toplumsal düzenlemeden bahsediyor. Yani burjuva demokratik görevler dediğimiz şeyler esas itibariyle toprak reformu, barış sorunu, ulusal sorun normalde teorik olarak burjuvazinin çözebileceği ama çözmediği, çözmenin işine gelmediği veya devrim korkusundan dolayı çözmediği sorunlar kümesi. Bunlar daha çok köylülüğü de yakından ilgilendiren sorunlar. Sosyalist devrim dediği zamansa, yekpare bir köylülükten ziyade, köylülüğün içindeki, elbette işçilerin ve şehirli emekçi sınıfları ve aynı zamanda yekpare bir köylülük yerine köylülüğün içindeki, komple bir katman olarak küçük burjuva olarak köylüden ziyade, köylünün içindeki çalışan sömürülen topraksız kesimlerin, yoksul köylülük olarak da tanımlanan kesimin lehine olan reformlardan bahsediyor, yani düzenlemelerden bahsediyor. Devrimin burjuva görevleri dediği zaman aslında Lenin, akademik bir ayrım yapmak için bundan bahsetmiyor. İki nedenden dolayı burjuva görevlerinden bahsediyor, devrimimiz burjuva devrimidir diyor. Bunlardan birincisi bizim içinde yaşadığımız toplumu bir devrime ilerletecek olan süreç, kriz, aslında burjuvazinin de ihtiyaçlarıyla ilişkili olan bir kriz. Burjuvazinin, küçük burjuvazinin sorunlarıyla da ilgili bir kriz. Bizim devrimin burjuva karakterini bu anlamıyla teslim etmemiz gerekiyor ki bu devrime her an burjuvazinin müdahale edebileceğini; kendi araç, yöntem ve tercihleriyle müdahale edeceğini akılda tutalım. Biz aslında burjuvazinin kendi yöntemleriyle çözmeye çalıştığı, ama bir türlü çözemediği, çözemediği için de bir devrime evrilen sorunların yarattığı bir devrim sürecindeyiz. Bunu akılda tutmamız lazım. Aslında burjuvazinin karşı devrimci bir şekilde, burjuva devrimi dediği zaman burjuvazi bu devrimi ilerletir diye burjuva devrimi demiyor Lenin. Burjuvazi kendi sorunlarıyla ilgili olan bu krizi karşı devrimci bir şekilde çözmek ister. Biz devrimi yaşatmak için bundan haberdar olmalıyız. Burjuvazi bu sorunlara kayıtsız kalmayacak demek için birincisi bunu altını çiziyor. İkincisi, aynı zamanda bu sorunların kendisi bir burjuva devriminin görevlerinden, toprak reformundan bahsetmek başka bir şey; daha sonra” üretim araçlarının özel toprağın diyelim ki kamulaştırılmasından bahsetmek, toprağın ve üretimin merkezi devlet idaresi altına sovyet idaresi altına alınmasından bahsetmek başka bir düzenleme. Her iki sorun kümesinde ya da her iki farklı aşamada farklı sınıflarla ittifak yapıyorsunuz, farklı talepleri yükseltiyorsunuz. Hangi taleplerle en geniş devrimci birliği oluşturacağınızı bilmeniz için de devrimin karakterini bu anlamıyla tespit etmemiz gerekiyor. Ve aslına bakarsanız bu toplumsal düzenlemeler anlamında Şubat devrimi de başarısız. Şubat devrimi de Ekim devrimi de önüne burjuva demokratik anlamda görevler koyan devrimler. Yani savaş sorunuyla, barış sorunuyla ilgileniyor. Toprak sorunuyla ilgileniyor. Hatta öyle ki sol sosyalist devrimcilerin programını alarak, yani bunu da benimseyerek yapıyor. Bunu da bir pragmatizm olarak yapmıyor. Yani 1918 yılı Lenin’in kendi ifadesiyle daha sonraki eserlerine baktığınızda 1918 yılının ortalarına kadar bir demokratik devrimin, yani devrimin demokratik görevleri, yani birinci bu anlamıyla sosyal anlamıyla birinci aşaması oluyor. Bu aşamada da işçiler bir bütün olarak köylü kitlesiyle hareket ediyorlar. Devrimin ikinci aşaması iç savaş sırasında köylülüğün içinde farklı saflaşmalar olduğu sırada yaşanmaya başlıyor. Yani zaten Lenin’in koyduğu resmi tanımlamaya, kendisi içerisinde sonrasında bunun tarihini yazarken anlattığı öyküde Şubat devrimi demokratik devrim, Ekim devrimi sosyalist devrim diye bir tanım yok. Birincisi bu. Şimdi, siyasi olaraksa, bu sosyal görevlerden bahsediyor ama siyasi olarak da başka bir devrim tartışması var. Burada da burjuva devrim ve bir proleter devrim tartışması var. Burjuva demokratik görevler anlamında bir burjuva devrimi değil, parlamenter bir cumhuriyet ya da tercihen parlamenter bir krallıkla ülkeyi yönetmek isteyen burjuvazinin ihtiyaçlarına uygun siyasi düzenlemelere burjuva devrimi diyoruz. Ortada bir aslında parlamentonun burjuvazinin siyasete parlamentoyla dahil olduğu bu parlamento üzerinden bürokrasiyi de güdümünde tuttuğu ama diğer sınıfları da ürkütmemek için ve ülkedeki siyasi istikrarı sağlamak için de bir krallığı tercih ettiği bir siyasi düzenlemeye de burjuva devrim diyoruz. Bu siyasi boyutu. Sosyal boyutu değil; toprak sorunu, barış sorunu gibi bir şey değil. Bunun karşısına Lenin proleter devrimi çıkarıyor. Ve bu konuda aslında bakarsanız diğer İkinci Enternasyonal partilerinden farklı olarak bolşevikler her zaman proletarya diktatörlüğü talebiyle çıkıyorlar. Siyasi olarak bolşevikler her zaman tek bir devrimi savunuyorlar. Tek bir devrim gerçekleşiyor, bu devrim farklı zamanlarda farklı sınıflarla ittifaklar kurarak farklı sosyal düzenlemeler yağıyor ama tek bir siyasal devrim var: bu da proleter devrim. Bu noktada bir ikinci temizlik yapmak lazım Nisan Tezleri’ndeki tartışmayı anlayabilmek için. O da minimum programa ilişkin. Eskiden asgari program azamı program vardı. Asgari program aslında burjuvaziye yaptırılmak istenen şeylerdi, azami program da işçi sınıfının kendi gündemiydi diye bir anlayış var. Bu da doğru değil. Mesela Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin 1903’te kabul edilen bir programı var. Plehanov tarafından yazılan. birincisi bu programı ayırt eden şeylerin balında, bir önceki seminerde de dinleyen yoldaş da anlatmıştı, RSDİP’in programı içinde proletarya diktatörlüğü saptaması olan tek program. Ama sanıldığının aksine RSDİP’in programı şöyle bir program da değil: Bir minimum program var, sonra azami programda da proletarya diktatörlüğü geçmiyor. Minimum program denen şey, aslında iktidarın alınmasıyla gerçekleşir ve bu bir kurucu meclis aracılığıyla yapılacak diyor. Şimdi bunu görünce bu kurucu meclisi gördüğümüz zaman önce şöyle yanlış bir düşünce oluşuyor kafamızda. Gördünüz mü kurucu meclis burjuva anlamda parlamenter bir rejim istiyor bolşevikler, bu olsa olsa minimum programdır. Bu doğru değil, bunu temizlemek gerekiyor. Kurucu meclisin o zaman için başka bir anlamı var. Lenin İki Taktik’i yazarken de sonrasında da uzun bir dönem, diğer sosyalistlerin kafasındaki devrim, gerçekleşecek devrim, proleter niteliği daha belirgin olan bir Fransız Devrimi esas itibariyle. Oradaki konvansiyon, genel ulusal bir meclis, merkezi bir iktidar kurup, radikal düzenlemeler yapa bir meclis aracılığıyla ülkeyi yönetmekten bahsediyorlar. Proletarya diktatörlüğünde daha çok böyle bir ulusal bir meclis üzerinden yönetmeyi düşünüyorlar. zaten RSDİP’in programına baktığınız zaman da, siyasi olarak da, milis var, genel olarak bürokrasinin her mevkiine seçilen unsurların yerleştirilmesi var, şu var bu var. Devlet aygıtının zaten proleter bir temelde, daha sonra proletarya diktatörlüğü olarak tanımlanacak bir şekilde öğeleri var. Aslında kurucu meclis dediği bolşeviklerin, böyle genel bir burjuva demokratik anlamda kurucu meclis değil. Ve Paris Komünü, bu anlamıyla daha tali bir örnek Lenin’in devrim tasavvurunda 1905-1906ya kadar. daha akla gelen şey, Babeuf’ten dolayı da öyle, Fransız Devrimi. Marx da 1848’de polemiklerine baktığınız zaman, akla gelen şey her zaman için şu: Bir ulusal meclis toplanıyor ama burjuvazi bu meclisi kaçırıyor, proleter unsurları ayıklatıyor, bürokratikleştiriyor, devrime ihanet eden bir burjuvazi var. Aslında Babeuf’ün davasından baktığımızda biz kayıtsız şartsız bir diktatörlük uygulayarak, son derece kararlı bir şekilde, bu meclisin işlemesini sağlayacağız diye genel bir ifade var. Paris Komünü, bu sıklette olamıyor çünkü çok yerel kalıyor. Evet bir proletarya diktatörlüğü olarak geçiyor, herkes de haberdar bundan ama oturup herkes de Paris Komünü hakkında biz de böyle bir şey yapacağız, ama merkezi olarak yapacağız diye konuşmuyor. Kafalarda daha çok konvansiyon var. Lenin’in de dolayısıyla yazarken bir kurucu meclisi kurmak için geçici hükümet derken, kafasında daha farklı bir iktidar biçimi yok 1905-1906 yılında. O yüzden de şunu söylüyor Lenin: Bizim işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü dediğimiz şey de zaten proletarya diktatörlüğünün özgün biçimidir diyor. Evet proletarya diktatörlüğü kuracağız diyor. Sovyetler İki Taktik’ten sonra kuruluyor ve bolşevikler arasında tartışmalar oluyor. Lenin de parti mi sovyet mi tartışmasına hem parti hem sovyet diye bir makaleyle müdahale ediyor. O noktadan itibaren Lenin’in gündemine bu konu girmiş oluyor. Yani sovyet iktidarının aslında yeni, kurucu meclisten bağımsız, farklı, ve proletarya diktatörlüğünü merkezi bir şekilde uygulamaya, sağlamaya müsait bir devlet biçimi olduğu fikri 1906’dan sonra, 1906 deneyiminden sonra, Lenin’in daha sonra 1917nin kostümlü provası dediği deneyimden sonra gündemine girmiş oluyor. Hala şu var: Rusya’da çarı yıktıktan sonra bir kurucu meclis talebi sürüyor. 1905 devriminde de temel sorun şu, daha somutladığınız zaman: Biz çarlığı yıktığımız zaman ne yapacağız sorusu var. İki Taktik’in temel sorusu bu. Lenin diyor ki: Kurucu meclisi toplayacağız ama burjuvazi kurucu meclisin toplanmasına izin vermeyecek. Yani emekçilerin kendi kendilerini yönetebilecekleri kurucu meclisin toplanmasına izin vermeyecek. Bunu sündürecek, yapmayacak, tavizler verecek. Oyalamayla gidecek ve en sonunda işçilerin ve köylülerin, devrimci dinamiğini ezecek. Bizim bunu engellememiz lazım. Bunu nasıl engelleriz? Burjuvazinin devrim ve yeni bir demokratik cumhuriyetin oluşmasını engelleme girişimlerini nasıl boşa çıkarırız? Bizim bir diktatörlüğü kurup burjuvaziye nefes aldırmamamız lazım. Burada bir aşamacılık yok. Bunları zaten daha önce konuştuk. Özgün olan şey, şu oluyor Nisan Tezleri’ne geldiği zaman tartışmada: Devrimin birinci aşaması tamamlandı dediği zaman Lenin şunu kastetmiş olmuyor. Aslında bu demokratik devrim şimdi sırada sosyalist devrim var gibi bir şey söylemiyor Lenin. Sosyal görevlerden bahsetmiyor. Devrimi zaten bir süreç olarak alıyor. Başlıyor, ilerliyor, tek bir ayaklanmadan, tek bir vuruştan gerçekleşen bir şeyden bahsetmiyor. Devrim başladı ve 1905’ten farklı olarak şöyle bir durum oluştu diyor. Bir tarafta burjuvazi başarılı oldu. 1905’te olmamıştı. Çarı indirdiler yani. O yüzden de uzaktan bu nisan tezlerini yazmadan önce daha İsviçre’deyken uzaktan mektupları yazdığı zaman uzun uzun bunların üstünde duruyor. Bu kısmı sansürleniyor: Aslında bir saray komplosu gerçekleşti. Devrimin bir boyutu işçilerin ayaklanmasıysa, diğer boyutu da İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin savaşı daha güçlü bir şekilde devam ettirebilmek için çardan kurtulma hamlesiydi. Şubat devrimine kara çalıyor, bu diyor aslında saray komplosu, emperyalistlerin parmağının olduğu bir değişikliktir. Bu işçi sınıfını lekelemez, girişiminin kahramanca olduğu gerçeğini değiştirmez, ama bu olayın bir de bu boyutu var çünkü biz bir burjuva devrimden de bahsediyoruz. İkincisi, burjuvazi geçen sefer yapamadığını bu sefer yaptı, kendisini siyasi olarak egemen kıldı diyor. Devlet aygıtının başına burjuvazi geçti diyor, 1905te bu olmamıştı. Ama bunun yanında, özgünlüğün bir boyutu bu. Egemen olan ve egemenliğini korumak isteyen bir burjuvazi var 1905ten farklı olarak, işte çar sen uygun olduğun bir zaman kurucu meclis topla demiyor. Bir şekilde çarı devirmiş, proletaryayı susturduktan sonra yeni bir çar getirmek üzere harekete geçirecek bir. Burjuvazi var. Parlamenter bir monarşi kurmak istiyor diyor. Buralar direk sansürleniyor, Pravda’da çıkmıyor. Ama aynı zamanda işçi köylü asker sovyetleri var diyor. Bunlar bir ikili iktidar durumu oluşturuyor diyor. Biz daha önceden o meseleyi şöyle koyuyorduk: aslında burjuvazi bunu toplamayacak, biz de dolayısıyla devrimci bir hükümet kurup ilerleyecektik. Sonra evet bu sovyetle olacak diyorduk. Ve buna işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü diyorduk ama şu anda ikisi birden var. Üstelik daha kötüsü, bu sovyetler iktidar organı olmalarına rağmen, bu geçici hükümetle bağdaşmamasına rağmen objektif olarak, yani bir ipte oynayan iki cambaz olmalarına rağmen, kendisi kenara çekiliyor ve sen yönet diyor. Üstelik buna tam destek veriyor. Yani işçi sınıfının iktidar organı burjuvaziyi iktidara çağırıyor. Devrimimizin özgün yönü budur diyor. Bunu niye söylüyor? Vay sovyetler kuruldu, ne güzel halk organı kuruldu. İşte iktidar işte işçi sınıfı deyip sovyet ne eylerse güzel eyler demememiz lazım diyor. Bu sovyetten berbat bir karar çıktı. Bizim bunu akılda tutmamız lazım işçilerin köyülerin devrimci demokratik diktatörlüğünden bahsederken. Bunlar işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğünü boğacaklar çünkü şu an sovyetin kendisi iktidarı almak istemiyor. Çünkü, sovyetin kendisi küçük burjuvazinin etkisi altında, küçük burjuvazi de burjuvaziye bağımlı bir sınıftır, yalpalar, güçlü bir proleter odak olmadığı zaman, proleter örgütlü ve kararlı bir şekilde çıkmadığı zaman da burjuvaziye yanaşır, sen yönet der. Rusya dünyanın en büyük küçük burjuva ülkesidir diyor. Bunlar farklılıklar ama bunların hepsi iki taktik çerçevesinde gerçekleşen bir tartışma. Böyle bir özgünlük var, o yüzden de bizim asla bu geçici hükümete destek vermememiz lazım zaten İki Taktik’te de biz kendi hükümetimizi kuralım demiştik sakın ha bu geçici hükümetin bizim kuracağımız geçici hükümetle karıştırmayın. Sakın ha bu geçici hükümete eleştirel destek vererek, itekleyerek, yıpratıp öteki iktidarı yapabileceğinizi düşünmeyin. Böyle olursa küçük burjuvazinin kuyruğuna takılırız diyor. Sovyetlerin kendisini ayırması lazım ve biz sovyetler içerisinde çok küçük bir azınlığız bunu da unutmayalım diyor. Sovyetler yapacak bir şey yok onlara yönetecek diyecekler. Biz de sovyetlerde sovyetler iktidarı almalıdır propagandası yapacağız. Kararlı, uzlaşmaz, geçici hükümetle kalın ayrım çizgilerini çeken bir şekilde, her meselede karşıtlığı arttıran bir pozisyonumuz olacak. Asla geçici hükümetten talepte bulunmayacağız. “Şunu yapsın, bunu yapsın, maske dağıtsın, ücretli izin versin, barış ilan etsin…” demeyeceğiz. “Bak, barışı ilan edemedi!” diye işçilere gitmeyeceğiz. Direk bunun karşı devrimci bir burjuva hükümet, olduğunu söyleyeceğiz. Ben sizi ayaklanmaya çağırmıyorum, şu anda ayaklanamayız böyle bir gücümüz yok ama biz esas olarak böyle yapacağız diyor. Tartışmanın özü bu nisan kongresinde. Ve bu İki Taktik’te yazılanlarla asla çelişen bir şey değil. Stalin tarafından da Kamenev tarafından da anlaşılmaz bir şey değil. Asıl gerilim şuradan çıkıyor çünkü, 7 Kasım’da başka bir tartışmaya varacak Kamenevle olan tartışması, iktidarı almaya hazır mıyız değil miyiz? Çünkü soru şu oluyor, eğer biz bu sovyetler iktidarı alsın deyince, bizim iktidarı almamız gerekecek, e siz ayaklanma mı savunuyorsunuz diye sıkıştırıyor Kamenev. Kamenev Leninle yaptığı polemikte, siz şimdi bolşevikler gitsin ayaklansın mı diyorsunuz diyor. Lenin de diyor ki ben şu an ayaklanalım demiyorum ama bunun propagandasını yapmamız lazım, koşullar bir ayaklanmayı hazırlayacak şekilde ilerleyecektir diye bir tartışma var. Ama zaten bolşevikler bunu kabul ediyorlar, yani pozisyon çok esaslı bir farklılık olmadığı için rotaya girmiş oluyor. Burada Troçkistlerin resmettiği gibi şöyle bir olay olmuyor: eski bolşevikler var, eski dogmaya alışmış ve Lenin yepyeni bir şeyle geliyor ve bir anda bütün bolşeviklerin ezberini değiştiriyor diye bir durum yok. Eskiden bizim daha soyut şablon olarak kullandığımız şey bu durumda böyle somutlanır ve bunun için de böyle bir taktik yürütmemiz gerekiyor diyor. Şablonu değiştirmiyor yani. programı değiştirmiyor. Zaten program değişikliği önerilerine baktığınız zaman da program değişikliğinde devrimin bir aşamasını kaldırdık demiyor. Minimum programımızı değiştirelim dediği zaman da minimum programdan vazgeçelim demiyor. Bu arada minimum program da yanlış anlaşılıyor. Genelde acil görevler olarak anlaşıldığı için şöyle algılanıyor minimum program da: yani bizim hükümetten talep ettiklerimiz, başkasından yapmasını talep ettiğimiz şeyler değil. İktidara geldiğimiz zaman ilk yapacağımız şeyler aslında minimum program. Talepler kısmı RSDİP’in programında var: Emeğin korunmasına dair talepler var ama o minimum program değil. Sekiz saat iş günü filan şu bu gibi şeyler var, çalışma koşullarının düzeltilmesi gibi. Asıl olarak iktidarı aldıktan sonra ilk yapacağınız şeylerden bahsediyor Lenin. Ve orada da bakıyorsunuz yine programa verdiği değişiklikler programın esasına dair değişiklikler değil. Esasa dair yapılan asıl değişiklikler 19 programında bulunacak. O formülün işçi ve köylülerin devrimci diktatörlüğü dediğimiz şeyin somutlanması oluyor. Sovyet tipi devletten proletarya diktatörlüğü daha net daha köşeli şekilde tarif edilmiş oluyor. Ama daha önceden parlamenter demokrasiyi savunuyorduk, şimdi artık sovyet demokrasisini tartışıyoruz diye bir durum yok. O zaman kan çıkar zaten partinin içerisinde. Çünkü esasa dair bir tartışma olur, o da olmuyor. Hatta bu tartışma da nisan konferansında Leninle aynı hatta yer almayan Kamenevle Stalin merkez komitesine seçilen, Lenin’den sonra en çok oyla seçilen iki üye oluyor. Dördüncüsü Zinovyev oluyor, o Leninle yan yana. Kamenevle Stalin de öbür hatta ve birlikte çalışıyorlar, hiçbir tartışma da yaşamıyorlar çünkü esasa dair bir tartışma değil. Bu tartışmanın bu kadar öne çıkmasının sebebi devrimin sosyal sorunlarıyla aslında bu sosyal görevleriyle siyasi boyutu arasındaki bunların birbirine karışması. Mesela 1917de çok daha aşırı taleplerde bulunan sosyalist devrimciler var sosyalist devrimci parti içerisinde, hükümette de var. Skobelev var bir bakan, bankaların kamulaştırılmasından bahsediyor. Ekim devriminin talepleri arasında bankaların kamulaştırılması ya da öncelikli görevleri arasında yok arkadaşlar. Çok daha radikal diyor Lenin bay Skobelev. Sosyal konuda yaptığı düzenlemeler konusunda en keskin şeyleri söylüyorlar. Söylemedikleri tek bir şey var: bu düzenlemelerin nasıl bir devlet aygıtıyla yapılacağını söylemiyorlar. Prensle, kapitalistlerle kurulan bir koalisyon hükümetiyle, parlamenter zeminde kapitalistlerin Kadetlerin desteğine bağlı olan bir hükümetle, kamulaştırılmalar yapılır mı? Savaş bitirilir mi en basitinden? Köylüye toprak dağıtılır mı? Kurucu meclis toplanır mı? Toplayamazsınız diyor, en basit şeyleri bile yapamazsınız diyor. Bugün Rus halkının, Rusya’daki emekçilerin yüzde doksanının acil sorunlarından hiçbir tanesini çözemezsiniz diyor. Siz gevezelik yaparsınız ve zaten bu gevezelikleriniz de işçi sınıfının devrimci enerjisini bitirmek için. Biz tek bir şeyden bahsediyoruz. En basit bir adımın atılması için bile iktidarın alınması gerekir diyor. Asıl fark burada. Ve bolşeviklerle diğerleri arasında esasa dair fark burada ortaya çıkıyor. Bu da bolşeviklerin öteden beri idmanlı olduğu bir konu olduğu için bir savrulma yaşanmıyor. Ama tartışmanın boyutunu değiştirdiğimiz zaman, bolşeviklerin demokratik devrim sosyalist devrim, devrimin birinci ikinci aşamaları vs, temel sorunları bu olarak görüp aslında nisandan 7 Kasım’a kadar ya da şubat devriminden 7 Kasım’a kadar yaşanan süreçte bolşevikleri diğerlerinden ayırt eden bu iktidar vurgusunu, geçici hükümete destek vermeme konusunu, burjuva hükümetlere destek vermeme konusundaki kararlı tutumunu perdelerseniz, sanki birtakım talepler yerine başka talepleri söylediğiniz zaman daha devrimci bir hatta yer aldığınızı söylemeye başlarsınız. Bugün Türkiye’de de öyle oluyor. bak onlar maskeler dağıtılsın diyor, biz ücretli izin istiyoruz… Onlar şunu istiyor, biz daha fazlasını istiyoruz denen bir pozisyon var. Onlar sekiz saat iş günü diyor, biz altı saat diyoruz. biz bütün toprakları kamulaştıracağız, herkese konut hakkını savunuyoruz, borçları ödemeyeceğiz deniyor. Muhtelif talep yarışları var değil mi partilerin akımların arasında? Bunlar her somut durumda ittifaklar bağlamında değerlendirilebilecek, formüle edilebilecek talepler elbette, taleplerin kendisi önemsiz değil. Ama taleplerin kendisini iktidar sorunundan kopardığınız zaman, o zaman, Lenin’in kitabında üç makalenin başında yazıyor. Bütün devrimlerin temel sorunu iktidar sorunudur diyor. Asıl sorunu perdelemiş oluyorsunuz. Nasıl bir devrim, nasıl bir iktidar? Bu devrimi ve iktidara gidecek yolda nasıl bir parti sorularını ortadan kaldırmış oluyorsunuz. O yüzden de Türkiye’de bugün sosyalist devrimcilik denilen şey aslında var olan devlet yapısını değiştirmeden temel burjuva devriminin temel sorun niye temel büyük sosyalist lafazanlıklar yaptığı zaman bunun sonucu ne olur? Bankaları kamulaştıracağız, dış borcu ödemeyeceğiz, toprağı millileştireceğiz vs dediğiniz zaman. Bu zaten burjuvazinin çözebileceği bir sorun, bizim gündemimizde değil dediğiniz zaman, yani normalde burjuva rejiminin içinden çıkan ama aslında işçileri köylüleri ezilen ulusları ilgilendiren sorunları küçümsediğiniz zaman bunların bir devrim sorunu olmadığını söylemeye gelir ve siz aslında çok kamucu çok radikal çok mülkiyet ilişkilerini değiştirecek şeyleri savunduğunuzu sanırken aslında çok ham bir ekonomizm yapmış olursunuz. Aslında ülkenin içerisindeki en temel siyasi konuların çözümünü burjuvaziye bırakmış olursunuz. Bunlar zaten bizim gündemimizde değil diyerek. Türkiye’de o yüzden sosyalist devrimciliği seçmek, var olan genel pratik somut günlük hayattaki acil siyasi sorunlar hakkında kekeme olmak ve burjuvazinin çözümüne fit olmak anlamına geliyor. Ve kendi ayrım çizgilerini gelecek zamandaki bir mülkiyet ilişkisi düzenlemeleri üzerinden çekmeye çalışmak anlamına geliyor. Bu yüzden sosyalist devrimcilik hattı reformizme giden Türkiye’de en kestirme yol. Bunları söyledim ama asıl başka bir soru daha var. Bu tartışma bir şeyi perdeliyor diyoruz. Nisan Tezleri’ni Lenin’in zafer konferansı olarak görürseniz, yani rotasından çıkmış bir partiyi rotasına oturttuğu bir konferans olarak görürseniz, aslında Nisan Tezleri’nin neyi yapamadığını ve Lenin’in nerede nasıl bir yenilgi aldığını da görememiş olursunuz. Bizim açımızdan Nisan Tezleri başarısından ziyade, çünkü başarısı zaten daha önceki İki Taktik’teki formülasyondaki olan çizgide başarısına giden yol oraya bakarak da görebilirsiniz. Başarısızlıklarıyla hatırlanması gereken bir konferans. İki konu var. Herkes şöyle anlatıyor: Lenin geldi istifa ederim dedi, ben partimin tabanında hepinize karşı mücadele ederim dedi ve partiyi ya ben ya diğer görüş diyerek kendi çizgisine çekti, liderlik vasfını bir daha gösterdi diye okuyoruz. Böyle bir durumda aslında bolşevikler son derece iradesiz, Lenin ne derse yapan, kafaları sürekli karışan, odun kırıcının hınk deyicileri pozisyonunda çapsız devrimciler oluyor. birincisi çok ciddi siyasi tartışmalar olduğu doğru, ikincisi Lenin belli konularda da bolşevikleri hiç ikna edemiyor. En yakınındaki Zinovyev’i bile ikna edemiyor. İki konu var: bunlardan biri görünürde sembolik bir konu, ama aslında değil. Partimizin adını değiştirelim diyor. Komünist partisi koyalım diyor partimizin adını. Kirli kıyafetleri çıkarıp temiz bir gömlek giyelim diyor. Bunu reddediyorlar. Bir oy alıyor, Lenin kendisi veriyor. İkincisi, Stockholm’de o zaman bir barış konferansı var, bir de Üçüncü Zimmerwald Konferansı var. 1914’te Enternasyonal çöktükten sonra herkes birbiriyle savaşıyor, savaş kredilerine onay verince ortak bir şekilde işçi hareketinin hareket etmesi mümkün olmuyor ama enternasyonali tekrar kurmak isteyenler en azından enternasyonalist bir pozisyonda bu savaşa karşı duranlar Zimmerwald’de İsviçre’de bir araya geliyorlar iki kere. Bunlardan üçüncüsünü de Stockholm’de toplamak istiyor. Lenin partiyi şuna ikna ediyor. Biz emperyalistlerle olan, onların temsilcilerinin katıldığı genel barış konferansına katılmayacağız. Ama şuna ikna edemiyor: Üçüncü Zimmerwald’e katılmamamız gerekiyor diyor. Orada Kautskyci Martovlar da var, enternasyonalist menşevik dedikleri de var, Kautskyciler de var. Genel barış şiarını savunanlar da var. Merkezci akımlar da var yani. Bunlara katılmamamız lazım, bizim yeni bir enternasyonal kurmamız lazım ve bu enternasyonalde de merkezcilerin işi yok diye bir tespitte bulunuyor. Yine tek oy… İkinci oyu bulamıyor ve gidiliyor o konferansa. Bu ikisi aslında birbiriyle bağlantılı şeyler. Partinin adını Komünist Partisi yapmak, yani sosyal demokrat isminden komünist ismine geçmek bir detay değil. Çünkü bu ismi bu şekilde değiştirdiğiniz zaman diğerleri sosyal demokrat ismini taşıyan herkes sizin dışınızda hareketler oluyor. Artık komünistlerin birliği diye bir sorununuz var, sosyal demokratların birliği diye bir sorununuz yok. Kautskyle sizin ayrı yerde durduğunuz çok net. Lenin’i de tam bu nedenden dolayı kabul etmiyorlar. Çünkü bolşevik partisi içerisinde hala ve daha sonradan göreceğiz, 23 sonrasında da, aslında merkezci unsurlarla aynı parti içerisinde durulabileceğine dair bir görüş var. yani Stockholm’deki enternasyonale gidilebileceğine dair bir görüş var. Rusya özelinde menşeviklerle taban tabana zıt bir pozisyona gelinmiş olsa da uluslararası çapta aslında merkezcilerden yani barışçılardan, sosyal pasifistlerden ayrı durmanın gerekli olmadığına dair bir görüş var. Ve Lenin bu görüşü değiştirmiyor. Partinin adı ancak 7. kongrede bir sonraki kongrede değişiyor. Enternasyonal 1919’da kuruluyor. Hemen kurmamız lazım diyor Lenin ama kurulamıyor. Aslında biz kurduk enternasyonali, bunu ilan etmemiz lazım diyor. Kabul ettiremiyor. Bunun sonucu ne oluyor? Bu sembolik bir tartışma olmadığı için. Aslında Lenin’in 1914 sonrasında,13 sonrasında kafasında netleşen şey, 1912’deki Prag Konferansı’ndan sonra, asla ve kata merkezcilerle oportünistlerle aynı parti içinde yer almamak gerektiği. 1914’te de savaş deneyimi ne oluyor? Uluslararası çapta enternasyonal düzlemde de bunun böyle olması gerektiği, İkinci Enternasyonal gibi bir yapının asla olmaması gerektiği sonucuna varıyor. Yani eğer Lenin savaştan ne öğrendi? diyorsak, bunu öğrendi. Bunu Rusya için gördüğü 1912’de Prag konferansıyla somutladığı deneyimin dünya çapında olduğunu 1914’ten sonra anladı. Ama kendi partisine bunu anlatamıyor 1917’de. Anlatamadığı için Enternasyonal geç kuruluyor. Geç kurulduğu için Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin bölünmesine, Enternasyonal yeterince müdahale edemiyor. Oradan kopuşları denetleyemiyor. Enternasyonalistler olarak görülen Rosa Luxemburglar, Kautskylerden sonra parti kuruyor. USPD diye ne idüğü belirsiz, herkesin içinde olduğu, karışık bir parti ortaya çıkıyor. Bu parti Komintern’e giriyor. Parçalanarak giriyor ama Fransada aynısı oluyor, İtalya’da benzer bir parçalanma oluyor. Bunların hepsini ayıklamak diye bir işle uğraşıyor Komintern ve ayıklayamıyor. Daha sonrasında da Komünist Enternasyonal tasfiye oluyor, bu unsurlar. Bu olay 1917’de Ekim Devriminden önce yapılmış olsaydı, uluslararası düzlemde ayrımlar daha önce çekilmiş olsaydı, bu süreç daha farklı ve bolşevikler açısından daha elverişli bir şekilde gerçekleşecekti. Yine yenilebilirdi, ama daha elverişli olacağına şüphe yok. Çünkü daha uzun bir zamanda bir sadeleşme, devrime yönelik pozisyonlar bu sefer uluslararası olarak alınmış olacak, daha örgütlü bir şekilde alınmış olacak. Muhtemelen alman devrimine komünistler daha hazırlıklı olacaktı, bu komünist enternasyonalin yapısı dışında başka bir boyutu daha. Bu kısımları nisan tezlerinin hatırlanmıyor. Daha çok İki Taktik’in somutlanma sürecindeki tartışmalar çarpıtılarak farklı bir bağlama itilerek anlatılıyor. Ve bu bağlamda ele alındığı zaman da eski bolşevikleri eski bolşevik yapan konu da unutulmuş oluyor. İktidar sorunu, bolşevikler bütün sorunların iktidarın ele geçirilmesiyle çözüleceğini savunan örgütlü devrimciler. Demokratik devrim mi sosyalist devrim mi tartışmasına başlamak, asıl bu soruyu unutmak anlamına geliyor, bir tuzak oluyor o yüzden. Biz de hem kendi kitabımızda, tartışmalarımızda, hem ekim devrimindeki temel sorunu 1905te, 1917de şubatında ekiminde iktidar sorunu olduğunu vurguluyoruz. Hem de aslında Nisan tezleriyle Lenin’in partiyi tam olarak da istediği yere getiremediğini ve bunun da komünist enternasyonalin sonraki yenilgisindeki sorumluluğunu vurguluyoruz. Altını çiziyoruz.

Katılımcı: Yani en son yoldaşın bahsettiği konuya katkı yapmak istiyorum. Bu Nisan Konferansında bekleyen neydi ve niye başarısız oldu konusu yani basit bir arzu mevzusu değil. Aslında Nisan Konferansı daha çok beklenmedik bir tartışmayla geçti ve orada zor belada olsa yapılması gereken ya da beklenen sonucu aldık. Yani İki Taktik çizgisini, iktidarın işçiler köylüler tarafından ele alınması noktasına Bolşevikleri geri getirdi ama arzulanan bu değil çünkü bu zaten 1905’ten beri Bolşeviklerin çizgisiydi. Asıl sorun işte, beklenti daha doğrusu nereden? İşte partinin adını değiştirmek, Stockholm Konferansına gitmemek falan gibi kabul edilmeyen konular niçin geçmedi orada? Bunun üzerinde durmak lazım. Şimdi savaşın patlak vermesi ve 2. Enternasyonal’in ihanet çizgisinin açığa çıkmasıyla beraber, Avrupa’da bulunan Bolşevikler, özellikle Zinovyev ve Lenin, ısrarla 2. Enternasyonal’in çöküşü, sosyal şovenizm, bunlardan kopmak, yeni bir Enternasyonal kurmak konularında birbirini destekleyen yazılarla, konferanslarla veyahut teke tek buluşmayla, Avrupalı sosyalistler arasında aşağı yukarı iki yılı aşkın bir süre boyunca yoğun bir faaliyet yürütüyorlar. Yani burada yazıların tamamı, iki cilt halinde, sonunda akıntıya karşı diye bir derleme halinde basıldığında görüyorsunuz ki, üç yıl boyunca hangi konularla daha çok Lenin ve Avrupa’daki Bolşevikler uğraşmış bunu görebiliyoruz. Fakat elbette ki Nisan Konferansına da gelirken de esas itibarıyla bunları öne çıkartan, yani sosyal demokrasinin kirli gömleğini çıkartmak, yeni bir kimlik almak, yeni bir Enternasyonal, işte merkezci girişimleri boykot falan çizgisi ki bunlar muhtelif yazılarda defalarca vurgulanmış yurt dışında. Ama görülen o ki, bu yazıların büyük bir kısmı Rusya’da yayınlanmamış, yayınlanmadıysa ya da yayınlandıysa dahi, çok fazla ilgi görmemiş ve okunmamış yazılar. O nedenle Nisan Konferansında Lenin birden bire yapayalnız kalıyor. O üç yıl boyunca Avrupa’da bir çok başka 2. Enternasyonal’den kopan unsurun aşina olduğu bir komünist enternasyonal, sosyal şovenizm vs. konuları, fikirleri, Avrupa’da Bolşevikleri takip eden birçok devrimci tarafından daha fazla biliniyor ama Rusya’da bilinmiyor. Bilhassa son yazıları Lenin’in yani uzaktan mektuplar diye gönderdiği yazılar mesela hiç yayınlanmıyor. Dolayısıyla Lenin Petrograd’a geldiği zaman hazır bir zemine gelmiyor, tam tersine bütün atlasını kaybetmiş birtakım insanlarla karşılaşıyor. İki Taktik’i unutmuş Bolşeviklerle karşılaşıyor ve bununla uğraşmak zorunda kalıyor. Oysa bu sadece o konferansın akıbetini ilgilendiren bir şey değil, böyle görmemek lazım. Yani Komünist Parti isminin alınmamasını, Stockholm Konferansının boykot edilmesi falan gibi bunların reddedilmemiş olması tek başına belirleyici şeyler değil. Bunun altında yatan yeni bir Enternasyonal, komünist bir Enternasyonal, sosyal şovenizm falan gibi fikirler önemli. Bunu nereden biliyoruz, işte daha Lenin geldiğinde Pravda’da geçici hükümeti destekleyen bir çizgi hakim, yeni bir Enternasyonal, Komünist Parti gibi tartışmalar hiç yok. Şimdi bu eksiklik sadece Konferansın akıbetini belirlemiyor, hem Komünist Enternasyonal’in gecikmesine sebep oldu, hem de kurulduktan sonra bile, bu Komünist Enternasyonal’in en ağırlıklı ve önemli unsurları olacak olan Rusya’daki komünistlerin yeterince buna hazırlıklı olmadığı koşullarda geldi. Bu aynı zamanda K.E’in rayından çıkması ve teslim olmasının da arka planında yatan, yani 4 yıl boyunca Avrupa’da İkinci Enternasyonal oportünizmine karşı sert bir mücadelenin bilinip Rusya’daki komünistlere yansıtılmamış olması, bununla şekillenmemiş, sadece devrimin verdiği dürtüyle, K.E’ye yönelen Rusya’daki komünistler esas itibarıyla Komünist Enternasyonal’in korunması girişimine de beklenen katkıyı yapamamış oldular. Bir manada Nisan Konferansında görülen tablonun aynı zamanda da Komünist Enternasyonal’in akıbetiyle ilgili eksiklere işaret ettiğini de kavramak ve bu konferansta Lenin’in tek oyla esaslı meselelerde yalnız kalmasının aslında daha sonraki gelişmelerinde ilk işareti olduğunu ve aradan geçecek olan bir sürü gayretli çabalara rağmen bu açığın kolaylıkla kapatılamadığını da düşünmek lazım. Bu açıdan basit bir biçimde işte Nisan Konferansında madde madde değişmediği, bir de Stockholm’e gittiler falan diye geçiştirilebilecek bir şey değil. Çok daha esaslı ve tayin edici bir eksikliğe sahne olduğunu da anlamak gerekiyor. Böyle olunca anlayabiliriz Komünist Enternasyonal niye kolaylıkla rayından çıktı, hatta buna Rusya’daki komünistlerin ön ayak olması, öncülük etmesi, en azından bunların Avrupalı sosyal demokrat artıklarının kolaylıkla kuyruğuna takıldığını anlamak için de Nisan Konferansındaki bu tablo öğreticidir. Bunu hatırlatmak istedim.

Katılımcı: Ben aslında buraya gelmeden önce soruları hazırlamıştım siz bir kısmını anlattınız ama açmak istediğiniz bir yer olursa diye tekrarlayacağım. Troçkistlerle yaptığım tartışmalarda bu tartışmalara vakıf oldum ve içine girmiş bulundum. Tekrardan yeni bir devrim olması için Şubat’ın gerekliliğinden hala bahsedenlerle tartıştım. Bir Şubat Devrimi olmadan bir Ekim Devrimi olamayacağı, bugün Türkiye’de de bir Şubat’ın gerçekleşmesi gerektiğine dair tespitler duymuştum. Ve işte bir Sovyet organının doğması için de Şubat’ın gerekli olduğuna dair bir şey vardı, bir ikili iktidarın gerekliliği. Bu konuda ne diyebiliriz?

Katılımcı: 1871-1914’te Marx ve Engels’in bilerek oportünist eğilimlere ve sosyal demokrasi düzmeciliğine boyun eğdiklerinden bahsediyor ve yavaş örgütlenme ve eğitim çalışması gibi gündemler var. 66. sayfada. Orada çağrı doğru değerlendirmesini yaptılar ve uluslararası durumu anladılar, toplumsal devrime doğru ağır ağır yol alma görevlerini anladılar. Bu ağır ağır kısmını ve yavaş örgütlenme kısmını açabilir miyiz?

Konuşmacı: “Bu durum artık 1871-1914’teki, Marx ve Engels’in, doğru olmayan, oportünist “sosyal-demokrasi” terimine bile bile boyun eğdikleri dönemdeki durum değil. Çünkü, o dönemde, Paris Komününün yenilgisinden sonra, tarih, gündeme yavaş örgütlenme ve eğitim çalışmasını koymuştu. Gündemde başka bir madde yoktu. Anarşistler, teorik açıdan olduğu kadar iktisat ve siyaset konusunda da adamakıllı haksızdılar (ve gene de haksızdırlar). Dönem üzerine yanlış bir fikir besliyor, uluslararası durumu anlayamıyorlardı: oysa, İngiliz işçisi emperyalist kârlar yüzünden bozulmuş, Paris Komünü ezilmiş, burjuva ulusal hareket Almanya da daha yeni zafer kazanmış (1871), yarı-feodal Rusya yüzyıllık uykusunu uyumakta bulunuyordu. Marx ve Engels, bu dönemin doğru bir değerlendirmesini verdiler; o zamanki uluslararası durumu, toplumsal devrimin yavaş bir hazırlık zorunluluğunu anladılar. Biz de, yeni dönemin görev ve özelliklerini anlamasını bilelim. Marx’ın kendileri için: “Ejderha ektim, pire biçtim”40 dediği o sözde-marksistlere öykünmeyelim.”

Katılımcı: Bir de bir koalisyon bakanlığı broşüründen bahsediyor. Son sözde. Onun öncesinde koalisyon bakanlığına katılma fikrinin ne olduğunu sormaya çalışıyorum aslında.

Konuşmacı: Senin dediğin sorudan başlayalım. Bizim Lenin’in her dediği doğru diyecek bir pozisyonumuz yok yani buradan da, kendi tarihi bakışımız nedeniyle de, buradaki açıklamayı doğru kabul etmemiz mümkün değil yani. Aslında zaten Marx Komünist adını o gün alamazdı çünkü koşullar buna uygun değildi, o zaman gericilik dönemi vardı, Paris Komünü yenilmişti dersek bu doğru olmaz. Bu da bizim Lenin’in katılmadığımız değerlendirmelerinden birisi oluyor. Sonuçta söylenen burada daha çok, yani kendi yaptığı şeyi, Marx’ın yaptığı yanlıştı ben doğrusunu yapıyorum demek yerine Marx’ın yaptığı o dönem için anlayabiliriz gibi bir açıklama var bu çok isabetli olmuyor. Öyle bir tutumu takıldığınız zaman, bizde Marx’ın yaptığı gibi yaparız diyenlerin sayısı hiç azalmıyor. O yüzden şimdi bunu tevil etmeye gerek yok aslında. Zaten sosyal demokrat parti içinde kalmak gerekirdi, zaten komünist adını almamak lazımdı, o dönemler güncel bir devrim olmadığı için yavaş yavaş örgütlenmek gerekirdi, komünist program için uğraşmamak gerekirdi diye bir şeyi bizim savunacak halimiz yok. Yani bizim saptamalarımız net 1848’den itibaren Komünist Manifesto’nun yayınlanmasından itibaren, Avrupa bir komünist devrim için hazır, nesnel şartlar, kapitalizmin gelişmesi itibariyle en azından emperyalizm çağının başlangıcından itibaren de, yani 1916 Paskalya Ayaklanması’ndan itibaren de tüm dünya açısından bu durum söz konusu diye iki saptamamız var. Avrupa’daki herhangi bir yer için bizim aslında 1971’de kötü ezdiler, sonrasında yavaş yavaş tekrar örgütleneceğiz o yüzden de komünist adını almamak, program konusunda taviz vermek gerekir, sosyal demokrat bir program, Erfurt programını benimsemek gerekir diye bir pozisyonu kabul etmemiz mümkün değil. Hatta tam tersini savunuyoruz. Yani aslında Erfurt programının tasfiyecilik olduğunu, başka yerlerde tasfiyeciliğin illa örgütü dağıtarak değil, ama bazen de güçlü örgüt kurarak geldiğini savunuyoruz ya; ve bunun aslında Lassallecıların bastırarak dayattıkları Erfurt programıyla olduğunu savunuyoruz. Çok güçlü bir örgüt çıkıyor ama aslında büyük bir komünist hareket tasfiye edilmiş oluyor. Biz böyle bir analiz yaptıktan sonra, Lenin burada haklıdır diyemeyiz. Katılmıyoruz yani, yanlış buluyoruz.

Şubat-Ekim Devrimi meselesinde evet o ortaklaşılan nokta öyle bir şey oluyor. Yani Şubat’ta demokratik bir devrim oldu, bir burjuva devrim oldu, burjuvazi iktidara geldi. İkili iktidar oldu. En azından burjuvazi iktidara geldiği için, Şubat’ta demokratik devrim gerçekleştiği için, Ekim’de sosyalist devrim mümkündür diye bir görüş var. Bu yanlış. Bizim açımızdan Şubat devrimi, başarısız bir devrim. Devrim süreci ilerliyor aslında. Şubat’tan Ekim’e doğru aslında hep aynı devrim süreci içerisinden bakıyoruz. İki ayrı devrim de yok. 1917’de çarlığın devrilmesiyle bir devrim süreci başlıyor ve gerekli müdahaleler yapılmadığı için bir ikili iktidar doğuyor. İki başlı bir rejim oluyor ve bu iki başlı rejimin kendisi, proletaryayı yenilgiye götürecek bir hatta giriyor. Bolşeviklerin müdahalesiyle, ayaklanmasıyla sovyetler egemen hale geliyor. Tek bir devrim var: Bolşevik partisinin müdahalesiyle bu süreç tamamlanmış oluyor. Troçkistlerin pozisyonu ise, buradaki aslında şöyle bir doktriner pozisyon; yanıltıcı ve aslında sınıf uzlaşmacılığa giden bir pozisyon oluyor Bolivya devriminde görüldüğü üzere: Lenin’in Ekim Devrimi’nin özgün bir durum olarak anlattığı şeyi genel bir devrim şablonu haline getiriyor. Nisan Tezleri’ni okursanız, Lenin ısrarla diyor ki “Bizim devrimimizin özgünlüğü ikili bir iktidarın çıkmasıdır.” diyor. Her yerde devrim ikili iktidarla çıkar demiyor. Çünkü her yerde devrim ikili iktidarla çıkarsa, Bolivya’da Troçkistlerin yaptığı gibi, sovyet çıkmadı iktidarı almayalım demeniz lazım. Halbuki Lenin burada bir de üstelik tersini de söylüyor. Devrimin Görevleri diye bir makale var. Onun sonunda ilginç bir tartışma yürütüyor Lenin. Devrimin barışçıl yolla gelişmesi diye bir tartışma yürütüyor. Diyor ki: Sovyetler iktidarı alıp kendini egemen kılsaydı, küçük burjuva bilince teslim olmasaydı, diğer iktidar güçlenemeyeceği için, daha kansız şekilde bu devrim sorununu çözerdik. Hala böyle bir şansımız var. Aslında 7 Kasım kanlı bir devrim olmuyor. Etkisizleştirebiliriz diyor. Ama sovyetler iktidarı almazsa, o zaman, bir ipte iki cambaz oynayamayacağı için, burjuvazi sovyetleri iktidarsız hale getirir ve kanlı bir iç savaş başlar diyor. Yani, sovyetler kapatıldığı için devrim durumu ortadan kalktı demiyor. Bilakis sovyetler kapatılsa da, devrim mücadelesi bir iç savaşla sürer ve biz de bunu kazanırız diyor üstelik. Bunun kendisi zaten sovyetlerin olmadığı bir durumda da, ikili iktidarın olmadığı durumda da devrim mücadelesinin yürütüleceğini söylüyor. (alıntı)

Barışçıl geçiş derkeni Lenin şunu demek istemiyor. Oylayalım, sosyalizm isteyenler ve istemeyenler diye değil. 7 Kasım’daki gibi bir darbeyle, bir hamleyle, sovyetlerin egemen hale gelmesinden bahsediyor barışçı derken. (alıntı)

Burjuvazi, sovyetleri iktidarsız hale getirse de, biz işçi sınıfının zaferini kazanacağız diyor. (alıntı)
Sonra zaten 7 KAsım’da görece kansız bir ayaklanmayla alıyorsunuz ama burjuvazi tekrardan direniyor ve kanlı bir iç savaş oluyor. O ayrı bir boyutu. Burada önemli olan şey, bir sovyet iktidarı çıkmadan, bir ayaklanmayı biz gerçekleştirmeyiz, iktidarı almayız diye bir tespit yok. Sınıfın kararlı gücüne yaslanabileceğimizi ve bu iktidar organlarını kurabileceğimizi düşündüğümüz zaman, o kurulsun kurulmasın, bunu yaparız. Bu gözle bakmazsanız zaten önce Şubat devriminin kendi kendine olması lazım ki, bir sovyetin çıkması lazım ki, siz ondan sonra devrim için sahaya çıkabilesiniz. Sizin zaten bir sovyetin ortaya çıkabileceği durumda, onu egemen hale getirebilmek için bir ayaklanmayı geçici hükümete fırsat vermeden başarıya ulaştırmanız gerekiyor. Asıl mesele o. Stalin’in de, Troçki’nin de anlamadığı bu, SBKP tarihinde sonrasındaki Troçkistlerin de anlamadığı bu. Yani bir ikili iktidarı şart koşma kısmı. Halbuki öyle bir şart yok. Bu, Rus devriminin özgünlüğü ve esas olarak da bolşeviklerin. Lenin’in açıklamaları var: Bu özgünlük proletarya yeterince örgütlü ve hazır olmadığı için ortaya çıkıyor diyor. Daha hazırlıklı olsaydı komünistler, böyle bir sürecin yaşanmasına gerek kalmayacaktı anlamına geliyor bu. Bu gözle bakınca Alman devriminde de sürekli sovyetik bir durum yok her seferinde. Sovyet olmadığı için ayaklanmamak gerekirdi gibi bir tespite varmak gerekirdi o zaman, o da bizi bambaşka bir yere götürürdü.

Soru: Ben mi çok dikkatli okumadım bilmiyorum ama, Ekim devrimi demokratik devrimi tamamlamıştır demek…

Konuşmacı: Ekim devrimi dediğinizde, sovyetlerin temel talebi ne? Barış, toprak talebi değil mi? Bunların sosyalizmle ne alakası var? Üstelik bir de gidiyorsunuz sol srların programını benimsiyorsunuz köylüye toprak dağıtma meselesinde. Öncesinde daha kamucu, daha doğrudan toprağın özel mülkiyetten kaldırılması programında geri adım atıyorsunuz. Aslında Lenin pragmatik olarak taviz verdi mi diyeceğiz? Ekim Devrimi sosyal olarak baktığımız zaman, herhangi bir burjuva devriminin önüne koyması gereken sorunlardan besleniyor. Barış sorunuyla, toprak meselesine, ulusal soruna acil çözüm getireceğim diyor. Doğrudan sosyalist devrimin sorusu değil, bir emek sermaye çelişkisiyle doğrudan ilişkili bir sorun değil. Burjuvazinin teorik olarak çözebileceği ama çözmediği, pratik olarak da çoğu zaman çözemeyeceği sorunlar kümesinden bahsediyoruz. Lenin sonra “Rus Devrimi’nin Beşinci Yılı” makalesinde diyor ki 23’te, biz o sorunları bir çırpıda geçerken çözdük. Ama devrimdeki o büyük sınıf ittifakını kuran ve bolşevikleri diğerlerinden ayıran sorunlar bu sorunlar. Bankaları ne yapacağız meselesi üzerinden ayrışmıyorlar. Fabrikalarda işçi denetimi sorunu üzerinden ayrışmıyor. Fabrikaların özel mülkiyetinin kaldırılması meselesinde diğer akımlardan ayrışmıyor. Temel olarak burjuva siyasetinden doğan sorunlara devrimci bir çözüm getiriyor çünkü diğerleri küçük burjuva sosyalizminin uzantısı olduğu için, sorunu iktidar sorusundan koparıp, daha doğrusu yeni bir devlet örgütlenmesinden bağımsız şekilde çözülebileceği yanılsamasını yaratıyor. Kerensky savaş yanlısı bir insan değil ki. Kerensky de barış istiyor. Hepsi sovyetlerden çıkıyor. Bu hükümetin içinde koalisyon kurarak, iktidar olarak, burjuva geçici hükümette çoğunluğu sağlayarak ve sovyetler aracılığıyla baskı yaparak, hatta sovyetleri kontrol aygıtı haline getirterek bu sorunların çözülebileceğini savunuyorlar. Yoksa kapitalistler bizi kurtarır gibi bir görüşleri yok. Bugünki sosyalistlerden çok farklı bir pozisyon değil, hatta çoğu zaman daha ileri bir pozisyondalar. Ama sorun o devlet aygıtının içinde bunu yapamıyor olmanız. Bolşeviklerle diğerini ayırt eden nokta bu. Bugün Türkiye’de korona vesilesiyle kapitalizmin yüzlerce kez teşhir olduğunu, sorunun bir sınıf sorunu olduğunu, krizin herkesi farklı vurduğunu söylemeyen var mı? Genel grev, ücretli izin demeyen var mı? Yok. Baktığınız zaman toplumsal düzenlemelere ilişkin çok fazla itiraz edilecek bir şey söylenmiyor. Genelgeçer doğrular tekrar ediliyor. Asıl sorun bunu kimin yapacağı. Bu konuda en derin analizleri herkes her yerde yapsa da, asıl temel sorun hakkında kimse bir şey demiyor. Orada da aynısı oluyor. Bolşevikler diyor biz iktidarı alacağız, sovyetlere vermek için alacağız, milis kuracağız, emekçilerle bunu yapacağız, var olan devleti parçalayarak bunu yapacağız deyince devrimci oluyorsunuz. Bu yüzden orada tek devrimci olan sol SRlarla birlikte bolşevikler oluyor. SRlar da belli bir aşamadan sonra bu pozisyonu terk ediyorlar.

Katılımcı: Devlet ve Devrim yarım kalıyor.

Konuşmacı: Hep devrim hakkında uğraşıyor. belki Proleter Devrim ve Melun Kautsky diyebiliriz, Rus devriminin derslerini sonrasında orada anlatıyor ama, bir devrimi yapmak devrim hakkında yazmaktan daha faydalıdır dediği için, öyle bir analiz yapmıyor, ya da daha soyut olarak Sol Komünizm’de yapıyor bunu.