Ezilenlerin, emekçilerin düzene yönelik öfkesinin burjuva siyasetçileri tarafından seçim sandıklarına hapsedilmeye çalışılması bilindik ve şaşırılmaması gereken bir durumdur. Çünkü burjuvazi emekçileri siyaset dışında tutarak sadece kendilerinin belirlediği sınırlamalar ve kanunlar çerçevesinde hareket ettirmeye çalışır. Bunu başaramadığı durumlarda mahkemeleri ve silahlı kuvvetleriyle zor yoluyla emekçileri hizaya çekmeye çalışır. Burjuvazinin emekçileri ehlileştirmesi kendi yöntemleriyle her zaman mümkün olmayabilir, aksine çoğu zaman da işe yaramaz. Bu yüzden burjuvazi emekçilerin içerisinde, ezilenlerden, emekçilerden yanaymış gibi görünen, onları temsil ettiğini iddia eden reformist, parlamenterist akımları öne çıkarır. Devletin zor yoluyla sindiremediği kitleleri, reformist ve parlamenterist akımların yönlendirmesiyle, güya demokrasi mücadelesi yürütüyormuş gibi yaparak düzen içinde tutmaya çalışır. Bunda da çoğu zaman başarılı olur. Bugün bu topraklarda da yaşanan bunun ta kendisidir. 2023 seçimleri yaklaşırken, Cumhur İttifakı’ndan kurtulmak için Türkiye solunun neredeyse tamamı adres olarak; ya açıktan ya susup sessiz kalarak yahut da her iki düzen ittifakına karşı net bir tutum almadan Millet İttifakı’nı adres olarak göstermektedirler. Bunların karşısında, devrim iddiasını taşıyanların, demokrasi mücadelesinin lafta değil devrimci bir çizgide yürütülebileceğini savunanların, bu reformist ve parlamenterist çizgiyi karşılarına alarak, birleşik eylemli bir hattı örmeleri ve ezilenlerin emekçilerin üzerindeki bu reformist parlamenterist kalkanı kırma mücadelesini yürütmeleri icap eder.
KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak bu amaç ve gayeyle başta BMG bileşenleri olmak üzere bir dizi sol akıma aşağıdaki çağrı metniyle gidip böyle bir mücadelenin güçlü bir şekilde yürütülmesinin adımlarını atma çağrısında bulunduk. Ne hikmetse bu iddiaya sahip olan bu siyasi akımlardan hiç birisi bu davetimize icabet etmediler. Bu davete icabet etmeyenlerden beklentimiz, kendilerinin bu yönde bir girişimleri var ise, bu girişim için biz de dahil olmak üzere bu iddiayı savunan tüm siyasi akımlara çağrı yapmaları olurdu. En nihayetinde böyle bir çağrı da henüz tarafımıza ulaşmadı. Bu durumun kendisi de bir kez daha Türkiye sol hareketinin reformizme ve parlamenterizme mahkum olduğunu göstermiştir. Bu mahkumiyetten kurtulmanın biricik yolu da, sadece cumhur ittifakına karşı cepheden tutum almakla yahut millet ittifakına da aynı tutumu takınmakla da değil, bugün ezilenleri millet ittifakının dümen suyuna sürükleyen reformist akımlara karşı da net tutum almaktan ve onları teşhir etmekten geçer. Bu adımı atamayanlar demokrasi mücadelesinin yürütücüsü olamayacakları gibi, demokrasi mücadelesinin kazananı olmak için gerekli olan devrimin örgütleyicisi asla olamazlar. KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak demokrasi savaşımının kazananı olmak için proleter bir devrimin gerekliliğini, böyle bir devrimin örgütlenebilmesi içinde komünist partinin kurulması gerekliliğini öne çıkarıp bu doğrultuda somut mücadele adımları atmaya devam edeceğiz.
İlettiğimiz çağrı metni:
“Dünyada emperyalist savaşın en açık bir haliyle yaşandığı, Türkiye’de 12 Eylül generallerine rahmet okutacak bir siyasi gericiliğin hüküm sürdüğü bir dönemden geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz dönem sadece hükümetin baskısını değil zayıflığını da gözler önüne seriyor. İşçilerden, Kürt halkına, ezilen inanç topluluklarından, kadınlara, cinsel kimlikleri yok sayılanlardan öğrencilere uzanan geniş bir toplumsal kesimin mücadeleleri büyüyor. Kendi sorunları için harekete geçenler kısa süre içinde karşılarında demokratik hak ve özgürlükleri tümüyle ortadan kaldırmış hükümeti buluyorlar. Buna karşılık sözüm ona tek adam rejiminden kurtulma mücadelesi verdiğini iddia eden düzen partileri emekçilerin büyüyen ve giderek eylemli bir karakter kazanan öfkesini frenlemek için her türlü yolu deniyor. Kitleleri eylemsizliğe mahkum ederken, işçi hareketi içinde sermayenin sözcülüğünü yapanlar demokratik haklar mücadelesini de sözüm ona toplumun en geniş kesimlerinin desteğini kazanmak adına demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini ehlieştirmek için emekçi ve ezilenlere bir otosansürü dayatıyorlar. Savaşın son bulmasını temenni edip NATO’nun bir savaş aygıtı olduğuna dikkat çeken çok, ama Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük ordusu olduğuna ve sadece NATO üyeleriyle değil bir dizi başka gerici diktatörlükle askeri ve güvenlik işbirliği içinde olduğundan söz eden pek yok. İşgalden söz ederken Kürdistan ve Kıbrıs’taki işgali hatırlayan da pek yok. Ezilen halklarla dayanışmanın şart olduğu vurgulanırken neredeyse kimsenin aklına Rojava’daki kantonlar gelmiyor. İşçi hareketinin mücadelesi sahte alkışlarla bir ücret mücadelesi içine sıkıştırılmak isteniyor. Grev yasakları sendikal örgütlenmenin önündeki duvarlar gündem edilmiyor. Hükümetin her türlü karşıt görüşlüyü hapse attırdığından bol miktarda şikayet ediliyor ama Abdullah Öcalan’ın da bir siyasi hükümlü olduğunun üzerinden atlanıyor. Soyut bir laiklik vurgusu yapılırken diyanetin Türkiye’deki dinci gericiliğin merkezi olduğu ihmal ediliyor. Bu toprakların emekçileri ve ezilenleri düzen partilerinin teslimiyetçi, uzlaşmacı çizgisine mahkum değildir, olmamalıdır. Demokrasi mücadelesini ancak devrimci bir çizgiyi takip ederek büyütülebileceğini göstermek bu topraklarda devrimci iddiası olan her akımının boynun borcudur. Böyle bir mücadele hattı ancak bu iddiayı taşıyan tüm kesimlerin güç birliğiyle ve onların tarif ettiği bir içerik ve eylem çizgisiyle oluşturulabilir. Köz olarak böyle bir mücadele platformunun oluşturulmasında sorumluluk almak isteyeceğinizi düşündüğümüz için sizi, bağımsız ve liberalizme teslim olmayan bir demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini nasıl vereceğimizi ele alacağımız bir toplantıyla ortak mücadeleye çağırıyoruz.”
Demokrasi İçin Tek Yol Devrim!
Devrim İçin Devrimci Parti!
İstanbul’dan Komünistler