16 Aralık Pazar günü KöZ gazetesi bürosunda gerçekleşen “Türkiye’de Rejim Krizi ve Devrimci Durum” başlıklı söyleşide Söz ve Eylem ile KöZ adına konuşmacılar yer aldı. Söyleşide ilk sözü KöZ konuşmacısı aldı.
Lenin devrimci durum için üç koşul sıralar: yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilememesi ve yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediklerini kitlesel eylemlerle ifade etmesi. Bu koşullara göre Türkiye’de devrimci durum yok ama uygun koşullar var. Lenin’in koşullarından birincisi Türkiye’de mevcut, uzun zamandır Türkiye’de bir rejim krizi var yönetenler eskisi gibi yönetemiyorlar. Kökleri 12 Mart’ta atılmış ve sonrasında da 12 Eylül anayasasıyla sağlamlaştırılmış düzenin hukuki, kurumsal ve siyasal çerçevesi bugün Türkiye’yi yönetmeye müsait değil. Bu rejim iktisadi altyapısını Amerikancı TÜSİAD’ın oluşturduğu, güvencesi ise silahlı kuvvetler olan bir rejimdir. Bu rejimde ordunun hem askeri hem sivil bürokrasi içinde regüle edici bir rolünün olması, MGK aracılığıyla veya dolaylı olarak siyasete müdahale edebilecek kurumsal etkisinin olması gerekiyordu. Bugün böyle bir şey kalmadı. İkincisi cumhurbaşkanının ordunun onayını almış olması kuralı ezildi. Üçüncüsü %10 barajıyla ezilenlerin parlamentoda veya devlet aygıtlarında hiç bir zaman söz sahibi olmayacakları şekilde tasarlanmış bir sistemdi ancak bu da delindi. Normalde bu sistemde bir düzen partisinin iktidara gelmesi, istenen reformları yapması, yıpranması, zamanı dolduğunda skandallar ve soruşturmalar gibi araçlarla gitmesi gerekir. Bu sistem işlemediği için 2009’dan beri Erdoğan kan kaybetmesine rağmen, ABD’nin yedek lastiği olarak CHP başına Kılıçdaroğlu’nu getirmesine, Cemaat operasyonlarına rağmen gitmiyor. Erdoğan’ın da kendi sorunlarını çözmesi için rejimi değiştirmesi gerek ama onu da yapamıyor. Anayasayı değiştirerek tüm aygıtları çalışmaz ama iyice içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Tüm düzen için aktörlerin güç kaybettiği ve krizi çözemediği bu durum rejim krizine işaret ediyor.
Devrimci durumun ikinci koşulu da var. Bunu Gezi’de, Kobane’de, hendeklerde hatta Kılıçdaroğlu’nun laf olsun diye yaptığı yürüyüşe milyonların katılmasında gördük. Şovenizm güçlensin diye yapılan Afrin operasyonunun itibar görmemesinden anlıyoruz. İnce’nin sırf sert çıkışlar yapabildiği için aldığı destekten daha sert ve kararlı bir siyasete ihtiyaç duyulduğunu görüyoruz. Bunu 1 Mayisin, Newrozun ulaştığı kitlesellikten anlıyoruz. Bunu terörist olarak tanımlanan ve dokunulmazlığı kaldırılarak üyeleri hapse tıkılan bir partinin hala barajı aşabilmesinden görüyoruz.
Üçüncü koşul ise yok; ezilenler, emekçiler bağımsız kitlesel eylemlerle rahatsızlıklarını gösteremiyor. Kitleler olanak bulduklarında sokağa çıkıyorsa neden büyük kitlesel eylemlerle karşı karşıya değiliz? Bu sınıf hareketinin ve solun zayıflığıyla açıklanıyor. Dolayısıyla güçlenmek, mevzi kazanmak, sınıf içerisinde ilmek ilmek çalışmak gibi daha çok temennilerden oluşan bir çözüm listesi var. Oysa bugün Türkiye’de kitlesel bir hareket olmuyorsa bunun sebebi solun güçlü olmasıdır. Türkiye’de solu temsil eden siyasi partiler tarihlerinin en güçlü dönemindeler, siyasette belirleyici rol oynuyorlar. Geçmişte HDP gibi bir partinin ülke siyasetinin gündemine bu kadar girdiğini göremeyiz. Öbür yandan da parlamentarist solun tasfiyeci etkisi de DİSK’in yaptığıyla kıyaslanmayacak kadar büyük, iş Meral Akşener desteklemeye kadar vardı. Bu parlamentarist oportünist solun ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Bu da olsa üçüncü koşul da sağlanmış olur ama devrim olacağı anlamına gelmez, ancak Şubat devrimi gibi bir şey gerçekleşir. Muzaffer devrime dönüşmesinin koşulu Leninist partinin varlığıdır.
Oportünist solun yaptıklarını boşa çıkaracak bir devrimci parti yok ve bunu yaratmak için uğraşmak gerek. Bu konuda objektif koşulları değerlendirmektense görevlerimizi konuşmak lazım. İki şeyden kaçınmalıyız . Birincisi sınıf içinde kök salmalıyız refleksidir. HDP güçsüz olduğumuz için halka, yani AKP seçmenine gideceğiz diyor. Bu yüzden de devleti, Kürt meselesini konuşmaktansa herkesi birleştiren ekonomik kriz hakkında konuşuyor. Bu en ilkel, en apolitik ajitasyondur. Bu ajitasyonun sonucu kendisini CHP’nin yanında bunuyor. İkincisi de her duvara tosladığımızda teorik yeniden kuruluşa gidiliyor. Lenin de devrimci teori olmadan pratik olmaz dediği için önceliği teorik çalışmaya veren bir grup ortaya çıkıyor. Halbuki devrimci bir program var ama bu programa sahip çıkma cesaretini gösterenler yok. Lenin de 1848’den itibaren Komünistlerin Birliği’nin bir mirası var deyip ona sahip çıkıyor. Bugün de kaçınılması gereken şey siyasetten kaçan böyle tutuma gitmek.
Söz ve Eylem temsilcisi ilk turda söz şunları söyledi
Dünyada Kapitalizm dengesinin bozulmasından kaynaklı bir kriz var. Sistemin tek sahibi ABD iken önce ekonomik sonra ideolojik gerilemeyle sadece askeri güçle varlığını sürdürür hale geldi. Çeşitli ülkelerde ABD’nin zayıflamasıyla kendilerine yol çizme çabası var. Türkiye’de de böyle bir arayışı var burjuvazinin. Şu an da İngiltere ve ABD cephesi ile Rusya Çin cephesi var ve bu da savaşa evrilebilir. Bir yandan kitlelerin durumu çekilmez hale geldiyse diğer yandan azınlıkta olan … dünya devriminin iki koşuluyla karşı karşıya durumdayız.
Bugün de bunu görüyoruz. Kapitalizmi hızlı gelişmesiyle kitlelerin durumu hızlı bir şekilde kötüleşti. Dünya çapında bir devrimci dalgayla karsı karsıyayız. Sömürüye sessiz kalmayan kitlelerin hareketliliği artmıyor çünkü sadece hareketlenme değil yeni bir dünyayı kurabilecek bir hareketlenme olması gerekir. Üçüncü koşul da tam olarak Türkiye’de sağlanmış değil ama ortaya çıkacağı kesin. Kapitalizm kaçınılmaz olarak koşulları devrimcileştirecek ama hiçbir devrimci durum kendiliğinden devrime dönüşmez. Bunun için devrimci partiye ihtiyaç vardır. Devrimci parti henüz olgunlaşmamış devrimci durumu olgunlaştırabilir veya gelmekte olan bir devrime hazırlık yapar. Devrimci hazırlık politiktir, işçi sınıfı içerisinde devrimci bir çalışma gerektirir. Bu zaten bir devrimci partinin devrimci olduğunun pratik göstergesidir. Devrimcilik sınıfla olan ilişkiyle güce dönüşür. Bu olmazsa hiç bir anlamı olmaz. Sosyalist hareketin bir kısmı CHP’nin peşinde başka bir kısmı da HDP peşine takılmış durumda/ Sosyalist hareket bu iki parti kanatları altında eridi. Ve bu likidasyonun etkilerini ileride de göreceğiz. Bunun önüne geçmek devrimci güçlerin devrimci strateji ve taktik etrafında buluşmaları gerek.
Bugün dört sendikanın kampanyası var ve çok fazla örgüt bunun peşine takılıyor. Bundan kurtulmak lazım. İşçi sınıfı içinde örgütlenenler sendikalardır oysa fabrikalarda örgütlenen bir devrimci örgüte ihtiyaç vardır.
İlk turun ardından konuşmacılara yöneltilen soru ve görüşler şöyleydi
-İki konuşmacı da parti eksikliğinden bahsetti. Bu parti hangi referanslar ve hangi yöntemlerle kurulacak?
-KöZ adına konuşan arkadaş sol güçlü ama oportünist olduğu için kitleyi bastırıyor dedi. Lenin de tüm okları oportünistlere yöneltmişti. Böyle mi yapmak lazım şu an?
– Söz ve Eylem KöZ’ün önerdiği referanslara veya 21 koşula hangi noktada katılmıyor?
– Kızılbayrak da fabrikalarda örgütlenmeye çok önem veriyor bunlarla söz ve eylemin farkı nedir?
-Gördüğümüz iki büyük kitlesel ayaklanma da Türkiye’nin merkezi siyasal sorunlarına aitti. Bu ayaklanmalara yeterince devrimci değil dersek acil siyasi görevlerden kopmuş olmaz mıyız?
-Türkiye’deki ekonomik ve siyasal kriz sadece AKP saray iktidarı çerçevesinde mi yoksa kapitalizmin işleyişindeki sorunlar olarak mı anlaşılmalı?
-2007’ye kadar sosyalist hareketin Kürt hareketinin talepleri karşısında tavrı talepleri ikircikliydi. HDK Türkiyeli sosyalistlerden beklentimiz mücadeleyi beraber taşımak demişlerdi. Sonrasında sosyalistler sadece ulusal taleplerin arkasına düştü. Bu konuda bağımsız olarak sosyalist hareketin durumunu nasıl değerlendirmeliyiz?
-Söz ve Eylem konuşmacısı boykotun ne zaman yapılacağı belli dedi. Neden 24 Haziranı boykot ettiniz?
-Partiyi boyutuyla mı yoksa amaç ve ilkeleriyle mi ölçmek gerekir?
-KöZ ekonomik kriz devrimcilere hiç olanak tanıyamaz mı demek istiyor?
– Söz ve Eylem konuşmacısı kapitalizmin barışçıl dönemi sona erdi derken neoliberalizm öncesini mi kastediyor? öyleyse devrimin maddi koşulları neoliberalist koşullar içinde mi oluşur?
– KöZ’e göre Erdoğan’ı indirecek bir devrimci parti yok, AKP indirilirse de eski Amerikancı düzen geri gelecek o zaman şu anki en iyi durum AKP’nin başta kalmasıdır bunla sorunumuz yok diye anlıyorum, doğru mu anlıyorum?
-Panelin başlığı Türkiye’de rejim krizi, KöZ adına konuşan arkadaş ise daha çok hükümetten bahsediyor. Kriz burjuva devletinin krizi değil de hükümetin krizi gibi oldu. Bu konuda ne diyecek?
– Arkadaş işçi sınıfı krizin yükünü çekmeyecek dedi ancak 2018 Ocak ayından beri zamlar geliyor, işçiler çekmiş oluyor buna da bir açıklık getirsin.
– KöZ adına konuşan arkadaş mevcut sorun programatik bir sorun değil dedi. Öyleyse yeterince cesur, adanmış olamıyoruz diye mi parti kurulamıyor? Bence rejim krizi yaşanıyor ama komünist hareket de kriz yaşıyor. Bu daha çok işçilere, fabrikalara giderek çözülebilecek bir kriz mi? Bunun sebebi cesaret ve adanmışlık eksikliği de değil. Sebebi 1928 programının dört kongre kararının önüne geçmesi. Buradan çıkış yolu devrimci program üzerinde birleşmeye çalışan Devrimci Parti Güçleri gibi bir şey çıkmasıdır.
– KöZ adına konuşan arkadaş Demirtaş’ın arkasındaki kitleden bahsetti. Bu kitle HDP’nin Türkiyelileşmesinin önünde engel mi? HDP’nin sol ile birleşmesi ulusal sorunun unutulmasına yol açmıyor mu?
– Program meselesi ve sınıfa gitme meselesi üzerinde bir farklılık göze çarptı. Söz ve Eylem asıl koşul devrimci bir program diyor ve yakın zamanda bir program ortaya koydu. Devrimci partinin yaratılma noktasında atılması gereken adımları Söz ve Eylem nasıl görüyor ve kendisi burada ne aşamada? KöZ bir program sorunu yok diyor. KöZ atılması gereken adımları ne olarak görüyor?
– KöZ adına konuşan arkadaş Türkiye’de HDP’nin parlamentarist oportünist rolünden bahsetti. Buna katılıyorum fakat Kürdistan’da gerçekten devrimci bir role sahip. Böyle bir güç varken nasıl bir tutum almamız gerekiyor ki ortak bir devrimci hat çizebilelim?
– Program eksikliği olduğunu düşünüyorum fakat Türkiye’nin sosyal ve ekonomik yapısı farklı olabilir. Kendi yapımıza koşullarımıza özgü bir program inşa etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
İkinci turda ilk sözü Söz ve Eylem konuşmacısı aldı:
Sınıfın partisinin uzantısı olan bir sendika ancak sınıf sendikası olabilir, sadece ekonomik değil siyasi mücadele de verir. DİSK ve TKP arasında bir çok siyasi bağlantı vardı keşle TKP devrimci bir parti olsaydı o zaman bu durum farklı olabilirdi.
Doğrusal büyüme sorusuna dair, bir parti sınıf hareketi ile kurulmaz parti kurulur ve sınıfla bağlantısı kurulur. Marks’tan alıntılarsak devrimcilik için gerekli iki şeyin birincisi nitelik ikincisi iş bölümüne taşıyabilecek bir niceliktir. Bir parti için sınıfın hazır olması beklenmez partiyi devrimciler kurar. Önlerindeki hedeflerden biri de sınıfın ileri kesimlerini kazanmaktır bu da sendikada örgütlenmek değil fabrikalarda devrimci hücreler kurmaktır. Önce parti sonra sınıf doğru ama eksik çözümlemedir. Parti de yine burada siyasal çalışmanın sonunda kurulacak. Yani bu ikisi birbirinin içindedir ama öncelik partinin kurumasıdır. Marks da devrimci öğretiniz yoksa sınıfa gidemezsiniz der.
Lenin’in yazdıkları doğrudan olarak burjuva dolaylı olarak da küçük burjuva güçlerinin ekonomizmini hedef alır. Bir polemik yürütmüyorsa bu parti başka siyasetleri etkileyemez. Parti kurarken başka partileri de kendinize doğru çekmeniz lazım bunun da aracı polemiktir. Türkiye’de kimse kimseyle polemiğe girmek istemiyor bunu da devrimciler aşar. Bu açıdan KöZ bizden daha iyidir çünkü devamlı polemik yapmak istiyorlar.
21 Koşul çok farklı bir dönemde ortaya konmuş koşullardır. 2. Enternasyonel çok zayıf bir kuruluştu, en büyük parti Alman Komünist Partisiydi ve onlar bile enternasyonale olumlu oy vermemişti. Onların gelmesi için pek çok şey konmalıydı. Bugün ise 21 koşulda çok saçma gelebilecek şeyler var. Yani orda geçen Marksizm’in temel ilkeleri konusunda hiç bir sorunumuz yok ama içinde şu an anlamsız olan maddeler var.
Kızılbayrakla aramızdaki fark şu, Kızılbayrak işçi sınıfı içinde örgütlenme hedefi koydu. Ancak sendikalist bir hatta doğru kaydı. Sendikal mücadeleden devrim çıkarmaya kalktı. Bir parti kendine sendika kurmaz. İşçi sınıfı sendika kurar parti ona etki etmeye çalışır. Bana göre taktikleri yanlıştı.
Gezinin hükûmeti sarstığı doğru, her tür kendiliğinden eylem sarsar ama kendiliğinden eylemler hiç bir zaman devrimci bir rota tutturamazlar. Bu ancak o eylemleri yönetebilecek devrimci bir partiyle olur. Gezide eksik olan da buydu. Sosyalist hareketler orda kuzey ormanları derken kitle hükümet istifa dedi. Devrimci parti olsaydı kitle taleplerini yönlendirebilirdi.
Komintern’in dördüncü kongresinden itibaren bir işçi hükûmeti sloganı başladı ve dördüncü kongreden sonra komünist hareketin ortak talebi haline geldi. Sonrasında ise faşizme karşı birleşik cephe diye burjuvaziyle beraber cephe kuruldu. Burjuvaziyle sadece politik değil ideolojik işbirliği oldu. Türkiye’de de böyle kaybediliyor rota, burjuva politikası yani parlamentarizm belirliyor. Birleşip AKP’yi iktidardan düşürmek yeni bir AKP üretecek. Geçmişte TKP, CHP’yi destekledi sonrasında CHP devrimcilere hapishanelerde zulüm uyguladı. Şu an CHP iktidarda olsaydı da aynısı olacaktı çünkü bu sistemle alakalı bir problem.
Biz daha önce de HDK üyesiydik ve HDK partiye dönüşmemelidir demiştik. HDK içinde devrimci yapıların örgütlenmesini önerdik ama gerçekleşmedi. HDP Türkiyelileşme meselesiyle Kürt sorunundan uzaklaştı. Ulusal bağımsızlıktan buraya gelindi demek ki bu örgüt devrimci değil. Bizim buradan istifade etmemiz gerekir. Burjuvazinin iç çatışmasından yararlanmak ancak devrimci bir örgütle olur. Bir burjuva parti karşısında başka burjuva partinin peşine takılarak olmaz. Sosyalistler böyle düşünmüş olacak ki onlar HDP’yi büyüterek bu çelişkiden yararlanmak istediler. Elbette Kürt ve Türk sosyalist hareketi beraber bir devrimci bir hareket oluşturabilirdi ancak bu olmadı.
24 Haziran seçimlerinde bir ilginç bir yol izledik. Ondan önce referandumda hayır dedik. Sonrasında karşımıza bir seçim getirildi ve bu hayır dediğimiz anayasanın yasal hale getirilmesi seçimiydi. Hayır dediğimiz şeyin yasalaştırılmasına karşı bir propaganda geliştirdik. Kimseye boykot edin demedik. Sadece ajitasyonumuzu buraya dayandırdık. Sonradan da bu çizginin doğruluğu ispatlandı. Yerel seçimler de yasallaşan bu sistemin oturtulmasının bir parçasıdır.
Kriz olanak yaratır elbette ama kullananlar için. Her kriz kitleleri hareketlendirebilir ama bunu kullanabilmek için devrimci örgüte ihtiyacınız var. Mesela krizin yükünü biz çekmeyeceğiz deniyor, öyleyse devrim yapacaksınız. O zaman işçi sınıfını aldatıyorlar, krizin yükünü taşıyanlara taşımıyorsunuz propagandası yapıyorlar.
Kapitalizmin barışçı dönemi hem hızlı geliştiği hem de devrimci hareketin görülmediği donemi ifade eder. Belki de reformcu bir dönem demek daha doğru olur.
Devrimci parti meselesini ağzımızda sakıza döndürürsek her konuda parti olmadığı için yapamıyoruz deriz. Devrimci hareketin bundan kurtulması lazım.
Devrimci kadro bugünün sorununa yanıt veren bir kadro demektir. Türkiye devrimci hareketinin devrimci, sınıfı etkileyebilen, disiplinli kadroları var ama bugünün sorununu çözemiyorlar. ÖDP içerisinde bile devrimci insanlara rastlayabilirsiniz, devrimciler her yerde dağınık biçimde varlar. Bu ortamda doğrusal şekilde büyünmez. Yanlış değildir ama mümkün değildir. Bunu düşünmek de kibirliliktir.
Komünist harekette kriz yok çünkü komünist hareket yok. Marksizmin liberalleşme çizgisinden kurtarılması ve yenilenmesi lazım. Bu da masa başında oturarak olmaz, devrimci mücadele içinde geliştirilebilir. Devrimci mücadele olmadan teori yenilenmez. Marksizm de mücadele içinde gelişti ve sonrasında bu teoriye devrimler katkı sundu.
Devrimci kadrodan söz ediyorsak bu kadroyu bir araya getirecek bir programın olması şart. Bu da bir strateji ve taktiktir. Partinin nasıl bir mücadeleyi ne yöntemlerle izleyeceğine dair bir program olması gerek. Bunu yapmadığımız sürece bir yere varılmaz.
HDP’nin programı Türkiyelileşmesi sonucunda ulusal sorundan Kürtlere özerklik diyen bir burjuva program haline dönüştü.
Yapılması gereken küçük büyük bakılmaksızın devrimci bir programla devrimci bir kadronun kurulmasıdır. Bunun için de sizin net görüşlere sahip olmanız lazımdır. Böyle bir şans mümkün ama örgütlerin bir araya gelmesiyle zordur. Bu sorunu aşmak için devrimci örgütler eylem birliğiyle bir araya gelip güven sorunlarını aşabilir ve bu yolda bir adım atabilir.
Elimizde program varsa parti neden kurulmuyor sorusuna karşılık biz Türkiyeli devrimcilere bir program sunduk. Ne kadar yayıldı veya ciddiye alındı bilemiyoruz. Bu program bir taslak olarak sunuldu. Biz devrimci hareketin bolünmüş olduğunu düşünüyoruz. Biz böyle bir program yaptık eleştirecekseniz de eleştirin ama birlikte yürüyüşün zeminini bulalım diyoruz. Devrimci teorinin doğru olması da pratiğin doğru olduğunu göstermez. İkisi bütünleştiğinde ise zaten parti oluyor. Bunu yarattığımız ölçüde teorimiz de pratiğimiz de devrimci olur.
KöZ adına söz alan konuşmacı ikinci turda şunları söyledi:
Arkadaş polemik eksikliği var dedi, ben de polemik yapmayı düşünüyorum. Bizi dinleyen arkadaşların kafasında şu soru olmalı; KöZ ile Söz ve Eylemin ikisi de partisiz olmaz, kriz, oportünizm, tasfiyecilik gibi konulardan bahsediyor. Madem aynı şeyi yapmak istiyorlar o zaman neden bunlar ayrı duruyor? Buradan ayrılırken bu sorunun cevabini netleştirmemiz lazım.
Cesaretten kastım yetenek veya atılganlık değil. HDP’lilerden daha cesuruz desek kaç kişi hapiste kaç şehidiniz var diye sorulur. Dolayısıyla böyle bir iddia havada kalır ve tüm devrimci mirasa da haksızlık etmiş olurum. Cesaret siyasi cesaret, akıntıya karşı yüzmek demek. Baskın ideoloji sizi bir şey demeye zorlarken herkese hayır siz yanlışsınız demek cesarettir. CHP’ye oy vermeyeceğiz deme cesareti gösteren kimse yok. Çünkü İstanbul’da secimler 240 oyla kaybedilirse senin yüzünden diyecek bir kitlenin karşısında durmak cesaret gerektirir. Mustafa Kemal karşı devrimci bir Osmanlı paşasıdır demenin siyasi sonuçlarına katlanabilmek lazım. Zaten tasfiyecilik bu kadar yaygınsa ters yönde gitmek, herkesin söylediğinin tersini söylemek gerekir.
Krizden başlayalım. 1999’da ilk çıktığımızda küreselleşme karşıtı eylemler vardı. Herkes bu hareketlerden kapitalizmin krizi diye övgüyle bahsederken biz başka bir şey demiştik. Aslında küreselleşme derken Kautskyci bir hattasınız, neoliberalizm karşıtlığı gibi kategoriler uydurma kategorilerdir demiştik. İkincisi bunun ayrıcalıklarını kaybeden isçi aristokrasisinin gerici talepleri olduğundan bahsetmiştik. 1945’te SSCB karşıtı kurulmuş statükoyu istediklerini, göçmen karşıtı, sosyal devletçi olduklarını söyledik. Bu bir siyasi cesaretti. Bugünkü analiz de bununla alakalı. Biz Erdoğan’ın krizi diye bir şey tarif etmiyoruz, Erdoğan hükümeti sebep değil sadece bu krizin bir sonucu. Bir şeyi hedef gösteriyor olmamız onun sebep olduğu anlamına gelmez. Hükümeti gidip tutuklayalım diye bir hedef olmaz, bu programda olur.
Herkes Türkiye’de kapitalizmin krizinden bahsediyor ve bunların hiç bir ampirik dayanağı yok, tamamen anekdotlara dayanarak TUSİAD ekonomistlerinin ürettiği bazı argümanları kullanıyorlar. Buna Marksizm sosu katmak için bunun aslında kapitalizmin krizi olduğunu soyluyorlar. Böyle Marksist veya bilimsel analiz olmaz. Bugün Türkiye’de bir ekonomik kriz yok çünkü aslında dünyada bir ekonomik kriz var. Ulusal dar görüşlülükler, sosyal demokrat bakış açısı sebebiyle Türkiye’nin kamu politikasına, maliyesine, birikim rejimine bakarak bunu saptamaya çalışıyorlar. Türkiye’nin dünya ekonomisindeki yeri, ilişkileri, sıcak para akışı, kar oranlarının düşmesi ve bunların Türkiye’de sermayeye rahat nefes aldıran kanalların açması gibi durumları değerlendirmiyorlar. Su an ekonomi hükümetin istediği gitmiyor ekonomi ancak her baskıya faşizm denmediği gibi her sendelemeye kriz denmez. Bu kavramları gerektirdikleri ciddiyetle, dayanaklarla kullanmak lazım. Kullanmadığımız zaman kitle kuyrukçusu oluruz.
Ekonomik kriz yok derken asıl amacımız ekonomik kriz ajitasyonunun çok tehlikeli olduğunu göstermek. Türkiye’de siyasi bir kriz var diyoruz, dünyanın her yerinde kriz var burada da var demiyoruz. Türkiye devriminin sorunlarıyla ilgileniyorsanız böyle konuşmamanız gerekiyor. ABD’de veya Fransa’da bir rejim krizi yok ama Türkiye’de var. Her siyasi kriz rejim krizi değildir. Hükümetler her yerde çöküyorsa, merkez partiler zayıflıyorsa bu bir kriz anlamına gelmez. Türkiye’de devlet aygıtının işlemesiyle ilgili bir kriz var. TUSİAD-TSK’nın 12 Eylül rejimi işlemiyor. Fransa’da besinci cumhuriyet veya ABD’de Madison’un kurduğu anayasa işlemiyor diyemeyiz. Her yerde var dediğimizde Türkiye’deki siyasi krizi hafife almış oluruz. Erdoğan devrilebilir bir pozisyonda. Fransa’da Macron bu porsiyonda değil. Trump’ı devrilirse de demokratlar devirecek. Bunları ayni kategoride değerlendirirsek programatik sorunlar derken genel geçer gazeteciliğin ve doktrinerliğin ötesine geçemeyiz.
Amerika 12 Eylül rejimini reformlar aracılığıyla demokratikleştirmeye çalıştı. Bu zaten rejimin altını oymuştu. 1999’da Türkiye hakkında analiz yaparken Genelkurmay şunu istiyor, TSK böyle yapacak diyebilirdik. Şu an ordunun şöyle bir politikası var dediğimizde sonu mahcubiyet olur. Türkiye’de şu an bir devlet veya devlet aklı yok. Türkiye devletinin Suriye politikası diye bir politikası var mi? Türkiye devletinin Amerika’ya karşı politikası var mı?
Lenin emperyalizm döneminde parlamento anlamını yitirmiştir gerici bir anlam kazanmıştır diyor. Solcular sermaye yürütmeyi güçlendirmek istiyor diyor ancak bunun yeni bir tarafı yok, 1920’den beri bu böyle. Şu an söylenecek özgün tek şey sermayenin bu konuda başarısızlığıdır çünkü Türkiye’de güçlü değil zayıf bir yürütme var. Her politikasında diklene diklene geri adim atan bir hükümetle karşı karşıyayız ve kendi aczimizi hükümetin gücüyle örtmek istediğimiz için diktatör bir rejim tanımlıyoruz. Tayyip Erdoğan bu rejimin payandaları atmak isterken atamadığı için ayakta. Onu götürecek olan Amerikan Emperyalizmi zayıflamış durumda, CHP, devlet bürokrasisi, MGK, TUSİAD, Hürriyet gazetesi bunlar krizde. Erdoğan bu dengelere dayanarak bir cambaz gibi orda kalıyor. Bu elbette burjuvazinin krizidir, hakim burjuva bloğun bir ucu OYAK bir ucu TUSİAD a dayanır şu an bunların herhangi bir fayda sağladığını görmek mumun mu? Yeni dönem de yok çünkü yeni donemin kurulması için kendisinin de darbe yapması lazım ama yapamıyor. Bu da Erdoğan diğer seçeneklerden iyi anlamına gelmiyor, aksine diğerleri deviremediği için bizim onu devirmemiz gerektiği anlamına geliyor. Ekonomi ise bu hükümetin en güçlü olduğu taraf. Hatta hükümetin kendisi de solun geniş kesimlerinin önerdiği şekilde enflasyona karşı mücadele etmeye çalışıyor. Hükümet IMF programı uyguluyor dediğimizde de yine TUSİAD pesinden gitmiş oluyoruz, aksine IMF ile hükümet arasında bir çatışma var. Hükümet kamucu, devleti güçlendirmeye çalışan ve TUSİAD’a vurmaya çalışan bir pozisyonda yer alıyor.
HDP meselesinde önce demokratik haklar sorunu olarak bir Kürt sorunu var , muhtelif azınlıkların kendilerini ifade edememesi ve kültürlerini koruyamaması sorunu. Bunun ulusal sorunla ilgisi yok. Bu önemli ancak sosyal ve kültürel bir sorun . Bu Türkiye devriminin bir parçası olarak çözülebilecek bir sorun. İkincisi ise Kürdistan sorunu, dört parçaya bölünmüş ve dört gerici burjuva diktatörlüğü tarafından ilhak edilmiş ezilen ulusun boyunduruk altında yaşaması sorunudur. Bunun da tek çözümü bağımsız birleşik Kürdistandır. Ulusal hareket ise sadece İran’da veya sadece Türkiye’de bağımsızlık savunana denmez. Bir hareketin Kürt ulusal hareketi olma koşulu onun dört parçada bağımsız Kürdistan hedefini programa yazmasıdır. Öyleyse PKK Kürt hareketi değildir, ulusal hareket değildir. PKK’nin kendisi kurdistan ulusal hareketinin önünde en önemli engeldir. Bunu söylemek komünist olmanın şartıdır. Bunu söyleyemediğiniz zaman PKK kuyrukçusu olunur. Bugün PKK’ye Kürt ulusal hareketi diyenler programına bağımsızlık yazmadan da ulusal hareket olunur demiş oluyorlar. Bunu diyen programına proletarya diktatörlüğü yazmayan da komünist olabilir diyebilir. PKK’ye karşı duracak devrimci hareketin de Kürdistan’dan çıkması lazım İstanbul’dan değil. Kim bunu derse biz de buna destek verme görevini üstleniriz. Bu da siyasi cesarettir.
HDP ise bize göre ÖDP’den farklı değil. Nasıl Alevilerin çoğunun CHP’yi desteklemesi CHP’yi bir Alevi partisi yapmıyorsa HDP de Kürt partisi değildir. Program sorunu konuşuyorsak onları değerlendirirken de programına bakalım, ÖDP’den farkını göremeyiz. İkisi de tasfiyeci, oportünist, legalist reformist Türkiyeli hareketlerdir. Bunu söylemek önemli çünkü o zaman devrimci durumun üçüncü koşulun yani kitlelerin ayaklanmamasının sorumlusu olarak HDP’yi ve etki alanının büyüklüğünü görmek gerek. Gezi Parkı’nı boşalttıran, hendeklerin başarısızlığa uğramasına sebep olan onlardır. Kobane eylemlerinde, 10 Ekim patlamasından sonra insanları evlerine göndermeye çalışan onlardır. 15 Temmuz’dan bir gün sonra toplanıp eylem yapmıyoruz kararı alanlar da onlardır. Sendikal bürokrasinin ihanetinden önce insanlara evde oturun diyen reformistlere bakmak lazım. Bunu protesto etmeyen, oportünizm diye tanımlamayan da oportünistlerin yanındadır.
Program meselesinde ise iktidarın nasıl alınacağı zaten komünist enternasyonal tarafından tanımlanmış, ayaklanacaksınız Sovyetler aracılığıyla hükümeti alacaksınız ve hükümeti tutuklayacaksınız. Bunun dışında ne diyebiliriz Türkiye’ye özgün? Kürdistan sorunu eklenebilir. Bunların dışında bir model arayışında olanların, Marksizm’in yenilenmesi gerek diyenlerin Marksizmin şu noktası yanlıştı ve yenilenmelidir diye konuşmalı. Lenin ‘Kapitalizmin Rusya’da Gelişmesi’ni neden yazdı? Herkes Lenin’in Rusya’ya özgü devrim teorisi yaratmak amacıyla bunu yazdığını söylüyor. Tersine o sırada Narodnikler şartlar farklı olduğu için Avrupa’da olduğu gibi devrimin olmayacağını iddia ediyor. Lenin de tam olarak ayni şekilde olacağını göstermek için yazıyor, asla yeni bir devrim teorisi yapalım demiyor. Tek özgünlüğü bugün kapitalist ilişkiler her yerde yaygındır ve Avrupa’daki bir komünizm hayaleti her yerde dolanıyor demesidir. Bu da bizdeki teori meraklılarını hüsrana uğratır.
Peki Türkiye için ne lazım? Komünist enternasyonal konuşurken referanslarla konuşalım. 1919-21 arasında Komintern örgüt programlarını değerlendirmiş. Belli koşulları korumalarını, eklemek zorunda oldukları şeyleri de izah etmelerini istemiş. Bu eklemeler zaten sıyası planın parçası olarak açığa çıkar bunun için de önce parti olmak lazım, kitlelere nasıl müdahale edeceğiz diye düşünmek lazım. 21 koşulun anlamlı olmadığına katılmıyorum. Merkez komitenin çoğu komünistlerden oluşmalı demek bize şu an komik görünüyor olabilir ama bağlamında düşünmek gerekiyor. Bu Alman Sosyal Demokratları için yazılmış bir madde ve Kautsky, Hilferding partinin içindeler o dönem. Onları ayıklamanın bir yöntemi bu çünkü hiç bir oportünist ben oportünistim demez. Kimin komünist olduğunu bu koşullara bakarak anlarız diyorlar. Kendi içimizde devrim stratejimizi tartışıyoruz diye bir şey yapılmaz. Bunların programatik esasa göre bağlanmış olması lazım. Bir partideki tartışma özgürlüğü her şeyi kapsamaz. Programın anlamı zaten bunları tartışmak isteyenler gelmesin, bu konular tartışmaya açık değildir demektir. Bunu savunanların hepsi liberal, ilkelerini tartışmaya açan hareketlerdir. O yüzden o koşulları özellikle tutmak gerekir.
Kitle meselesinde Lenin’in pedagoji ve politikayı ayırt ettiği makalesini hatırlayalım. Pedagoji isçi kitlelerinin devrim mücadelesine kazanılmasıdır. Bir partinin böyle işi yoktur ve bunu herkes yapmalıdır zaten. Parti politika tarif eder. Politik kararlar alır. Mesela parti isçi gazetesi çıkarmaz isçilere siyaset taşıyan bir gazete çıkarır. ‘Bıçak kemiğe dayandı’ değil ‘bu ülkede hendekleri desteklemen lazım’ yazar gazeteye. Burada da taktikler devreye giriyor. Kitle dediğimizde AKP’nin seçmeni de dahil, komünistlerin dışındaki herkes gibi yanlış bir anlayış var. Lenin 3. Kongrede Sol komünistlerle tartışması sırasında kitle kavramı değişir diyor. Kitle kavramı soyut bir kavramdır her zaman değişir bazen etrafınızdaki 20-30 kişi, bazen bir parti içerisinde ayrılmış bir kesim, bazen isçiler bazen işsiz yığınları olur. Ama bir devrim döneminde kastettiğiniz harekete geçmiş olan bütün isçiler köylüler issizler yığınıdır. Burada önemli olan kitle ve hareket arasındaki ilişkidir . Amaç insanları siyasete bir şekilde kazanmak değil zaten siyasetle ilgilenenlere tercihlerinin yanlış olduğunu ve doğru tercihi göstermek. Bunu da sen yanlışsın diyerek değil, bunu siyasetle, reform mücadelesiyle ve birleşik cepheyle yapacaksın diyor. Rosa Luxemburg Kautsky ve Lenin’in reform mücadelesine bakisi farklıdır. Kautsky reformlar iyidir sosyalizmi ilerletir der. Luxemburg reformlar iyidir çünkü düzenin krizini geliştirir der. Lenin ise reform mücadelesini reformların yapılamaz olduğunu göstermek için veririz der. Parlamentoya da reform yaptırmak için değil yapılamayacağını göstermek için katılırız der. Böyle bakılınca birleşik isçi cephesi taktiği ve bunun sonucundaki isçi hükümeti taktiği isçilerin kazanımlarını artırmak için değil sosyal demokratların bu görevlerden kaçan hain olduğunu göstermek için yapılmıştır. Dolayısıyla birleşik cephe birlikte omuz omuza mücadele için değil onların oportünistliklerinden dolayı bu mücadeleden kaçtıklarını gösterecek bir incelikle kurgulanmalı. Bu da ancak bir partinin merkez komitesi tarafından yapılır. Türkiye’de de Partinin ne yapacağını buradan anlamak lazım. Kitle Arçelik’te Profilo’da ekonomik sorunlar sebebiyle homurdanan kesimler değil, Türkiye isçi hareketinin en politik kesiminin ise HDP sultası altında olduğunu görmemiz lazım. Taktik denilen şey budur, bu boyunduruğu kırmak, onların altındaki politik yığınları kurtarmak gerekir. Onlar oradan gitsin biz ayrı bir damar açalım dediğinizde politik mücadele başkalarının işi demiş olursunuz ve ekonomizme karşı da olsanız ekonomist sendikalist bir çizgiye mahkum olursunuz. ABD Erdoğan’a karşı ama devirmek istemiyor, AKP bölünsün AKP ile CHP koalisyon yapsın ve İyi Parti ve HDP de bunu ittirsin istiyor. HDP’nin bunu yapabilmesi için de HDP’nin kitlesini seçmene çevirmesi ancak asla da sokakta görünmemesi anlamına geliyor. Ki önümüzdeki dönem de böyle olacak ne CHP’nin adayına açıktan destek verecekler ne sokakta olacaklar ancak neticede CHP’yi destekleyecekler. Bu oyunun nasıl bozarız demeliyiz. Madem isçi hareketini birleştirip bağımsız hat yaratmak istiyorsun, madem üçüncü seçenek arıyorsun o zaman üçüncü cephe oluşturalım, bu öneri olmuyorsa da nedenini halka açıkla demeliyiz. Bu politik bir tutum olur. Bunu söylediğinde CHP’nin kuyruğuna takılmak istemeyenlerle bir ilişki kurulacak. Bu taktik yanlış da olabilir ama üretilecek taktiğin böyle bir maksadının olması lazım. Buna karşı olacak başka bir taktik de CHP kuyruğuna takılan politik kesimleri çekmeyi amaçlamalıdır. Kitleler ekonomik meseleler değil siyasi sorunlar üzerinden kazanılır.
Örgütte devrimci kadro meselesini iki açıdan problemli görüyorum. Birincisi örgüt mimarisi açısından problemli. Devrimci örgütün birimi kadrolar değildir, örgütlerdir. Bu önemli çünkü biz KöZ’cü olunmaz diyoruz. Bireysel bir KöZ’cü olamaz. Biri insanın közde ifade edilen fikirleri savunuyor olması için bir örgüte bağlı olması lazım. Bir örgüt disiplini altında olmayı kabul etmeden bir platformda bulunulamaz. Eğer kadro diye tanımlarsak KöZ’cü, Söz ve Eylemci gibi kategoriler oluşur. Ben şahıs olarak duruyorum parti olunca örgüte girerim diyen bir anlayışa kapı aralamış olursunuz, parti kongresini de bireylerle tartışmak gibi bir yol çizmiş olursunuz. Bu açıdan da bu karşıtlığı koymak isterim. Biz kadrolara değil örgütlere, komitelere çağrı yapıyoruz. Tek başına duran biri örgüt olmadığı için kadro da değildir.
Partiyi inşa etmek istiyoruz ama bu sübjektif bir karar. Programı yazmak, örgüt kurmak, sınıfla ilişki kurmak gibi koşullar sağlandığında parti kuralım gibi bir anlayış var. Biz ise parti kendisine gelen herkesi örgütleyebiliyor, bünyesine katabiliyorsa o partidir diyoruz. Bu da sübjektif bir karar, birileri bu kapasitesinin olduğunu söyler birileri olmadığını söyler. Biz olmadığını düşündüğümüz için parti değiliz diyoruz. Programımız olmadığı için veya kafamız karışık olduğu için, teori yenilenmediği için veya etrafımızda yeterince isçi yok diye de değil. Biz kendimizi bu kapasitede görmüyoruz diyoruz. Bu konuda KöZ kendinden başka kimseyi komünist olarak görmüyor eleştirisi geldi. Doğru fakat bu fikirler de kendi fikirlerimiz değil, Komünist Enternasyonalin ilk dört kongresi KöZ’un malı değil. Biz bunlara uymayanları, bu referanslarla parti kurmak gerekli değil diyenleri de komünist görmüyoruz. Bu ilkelerle 1999’da çıktık. Bunun sonrasında çıkan herkesin de ne konuda bize katılmadıklarını, çağrılarının net olarak ne olduğunu ve neden daha iyi olduğunu açıklaması gerek. Bu olmadığında bir belirsizlik içerisinde ayrım çizgilerini çekmeye çalışıyoruz. Bu net ilkeler dışındaki şeyler tartışılır. Ancak üçüncü kongredeki birleşik cephe yanlıştı diyen biri çıkarsa üçüncü madde onları platformdan atar. Biz kooperatif örgütleyeceğiz diyenleri atar. Bizi de atabilir, o yüzden platform bizim değil diyoruz. Biz komünist enternasyonalin bayrağını yasatmak istiyoruz bu bayrak da bizden önce vardı zaten.
Üçüncü tur için Söz ve Eylem konuşmacısı yeniden söz aldı:
Arkadaş başta neden ayrıyız diye sormuştu, nedenleri net bicimde ortaya çıktı. Kautsky’yi, Hilferding’i üçüncü enternasyonale monte edemezsiniz. Bir sürü yanlışı bir sürü doğrunun içerisine sokup anlatmaya çalıştınız. Ben 4. Kongrede isçi hükûmeti dedim, birleşik isçi cephesine laf etmedim. İsçi sınıfının acil talepleri için sendikalara mücadele birliği önerildi. Buna göre işçi hükümeti proletarya diktatörlüğüne geçisin bir aşamasıdır, bu aşamalı devrim teorisine işaret eder.
Mesela TKP neden bir program yaptı? 21 koşulu da yazabilirdi. Demek ki strateji ve programı çizmeniz için özgün bir program gerekiyor. Bence neden farklı olduğumuz çok net bicimde ortaya çıktı. Bu arkadaşlar tek komünist kendilerini görüyor, Marksizm kendilerine ipoteklenmiş durumda. O zaman sorarlar 1999’da kuruldunuz 2018’e kadar hala partiniz yok ve partiden söz ediyorsunuz nasıl açıklıyorsunuz diye. Tarihte böyle bir örnek yoktur. Bolşevik partiye veya diğerlerine bakin. Bizim açımızdan sorun şu, bizim dışımızda komünistlerin olduğuna inanıyoruz, bireysel komünist olmayabilir ama komünist düşünceler olabilir. Bir suru komünist kendilerini ifade edecek bir yer bulamadığı için örgütlerin dışında. Bu tartışmayı neden yapıyoruz? Komünist olduğunu tespit etmek için mi? Böyle yapınca bir araya gelme şansı ortadan kalkar. Görüşleriniz varsa görüşlerinizi koyun onunla yürüsün tartışma. Öyle bir tartışma yaptık ki bir suru şey iç içe geçmiş durumda. Bütün anlattıklarım neden bir arada olmadığımızı gösteriyor. Bunu öğrendiğim için de mutluyum çünkü bundan sonra KöZ ile zaman harcamayacağım. Söyleyeceklerim bu kadar.
KöZ konuşmacısı söyleşinin son konuşması üçüncü turda şunları söyledi:
Öncelikle birleşik cephenin amacı oportünistlerin açığa çıkarılmasıdır. İkinci olarak da referans olarak sahiplendiğimiz kongreleri net tarif etmek siyasi tartışmaya olanak tanır, zaman kaybı değildir. Kautsky konusuna da açıklık getirirsek 1920’de komünist Enternasyonal’in ikinci kongresi öncesinde Alman Birleşik Sosyal Demokrat Partisi ve Fransız Sosyalist Partisi’nin de gelmesi gündemdeydi ve 21 koşul da Alman Birleşik Sosyal Demokrat Partisinin parçalanması ve Kautsky gibilerin dışarıda kalması için yazılmıştır. Burada Alman Sosyal Demokratları arasındaki farklılıkları atmanın savunulması önemli, Komintern’in ilkelerini savunmayanlar bu partide yer alamazlar kuralını uygulama imkanı tanıyor. Bu konu bizim için önemli çünkü bugün Türkiye solunda sinirsiz bir tartışma özgürlüğü var. Parti stratejisi halk savaşından ayaklanmaya geçiyor ama parti bölünmüyor. O yüzden bu madde önemlidir. Çünkü bu madde belli konular bir parti içerisinde tartışılamaz, tartışmak isteyen de parti dışında kalır anlamı taşır. Son olarak biz kendimizi değil bu ilkeleri komünist görüyoruz ve bu ilkelerle örgütlenenleri komünist görüyoruz. Komünist düşünce diye de bir şeyin olmayacağını düşünüyoruz çünkü komünizm ancak bir pratik içerisinde sınanabilir pratik de ancak örgütle yapılabilir. Bu ilkeler düşünce değil, ilkeler bizim değil, bunların hayata geçmesi için bu ilkelerle bir parti kurulması lazım biz yapamıyorsak da başkalarının yapması lazım. Ben polemik meselesinin de önemli görüyorum, bunlar tartışılması, herkesin porsiyonunu netleştirmesi gereken konular. Bu açıdan teşekkür ediyorum ve bunun devam ettirilmesi gerektiğini düşünüyorum.