Üniversitelerden Komünistler olarak Bilgi Dayanışması’nın düzenlediği “Üniversitemizde Irkçılığa Geçit Yok” şiarlı basın açıklamasına katıldık. Ümit Özdağ’ın Bilgi Üniversitesi’nde konuşma yapacağı etkinliğin duyurulması üzerine Santral Kampüsü’nde bu etkinliği yaptırmaya izin vermeyen Bilgi Dayanışması ve Bilgili Susmuyor Platformu bu etkinliğe karşı sosyal medyadan bir basın açıklaması yapacağını duyurdu ve bu duyuru çeşitli sosyal medya kanallarından İstanbul’daki diğer üniversite dayanışmalarına iletildi. Aynı gün içerisinde yeri ve saati belli olan basın açıklamasına KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak biz de katıldık. Katılırken yanımızda “Seçimle Değil Devrimle Gidecek” ve “İnsanca Yaşamak için Göçmenlere Vatandaşlık Hakkı” yazılı dövizlerimiz vardı. Fakat alana girdiğimizde aralarında TİP ve İDP’nin de olduğu basın açıklamasını düzenleme toplantısında bizzat TİP ve İDP’li arkadaşların dediği üzere, döviz ve pankart açılmayacağı, buradaki siyasetlerin ve inisiyatiflerin de dövizsiz geldikleri, eylemde döviz kullanılmayacağı kararının alındığı bilgisini aldık. Bilgi Dayanışması basın açıklamasında yalnızca “Bilgi Öğrencileri” imzalı ozaliti kullanması kararı aldığı söylendi. Biz de eylem birliğini bozmamak için dövizlerimizi kullanmadık ve slogan atmadık.
Basın açıklaması sırasında “Birlikte Yaşamak İstiyoruz” “Irkçılık Öldürür, Dayanışma Yaşatır”, “Irkçılığa Hayır, No to Racism”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği”, “Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam”, “Sınıfsız Sınırsız Sömürüsüz Bir Dünya” sloganları atıldı. Basın açıklamasının siyasi içeriği göçmenlerle dayanışma ve ırkçılık karşıtlığı temelindeydi. Ümit Özdağ’ın açıklamalarına karşı ülkelerindeki baskıcı rejim ve patronlardan kaçarak gelen göçmenlerin saldırı altında olduğu, kötü şartlarda yaşadığı ve ayrımcılığın hedefinde olduğu belirtilip buna karşı göçmenlerin acil talepleri olan “Irkçılığa Geçit Yok!”, “Göçmenlere Saldırılara Son!”, “Sınır Dışılara Son!” şiarlarını yükselttiler.
Basın açıklaması sonrasında kalabalık dağıldı. Biz de basın açıklamasına katılan Devrimci Partili bir arkadaşla sohbet etme şansı bulduk. Kendisiyle Bilgi Üniversitesi’ndeki siyasetler, göçmenler sorunu, Ukrayna krizine karşı tutumumuz hakkında sohbet ettik. Üniversitelerde karşı-devrimci ve burjuva siyasetin serbestçe yapıldığını, bunun karşısında da devrimci siyasetin kendi kimliğini gizlemeden yahut öğrenci kimliği altında gizlenmeden üniversite siyaseti değil üniversitelere devrimci siyaseti sokması gerektiği konusunda uzlaştık. Bunun için de her şeyden önce bir üniversitede faaliyet yürüten kurumların ortak toplantılar alarak üniversitedeki faaliyetleri beraber planlayarak eylem birliklerinin arttırılması gereklidir diye ekledik. Devrimci Partili arkadaş da bize bu noktalarda katıldığını ve üniversitelerde alan açabilmek için ortak eylemliliklerin önemli olduğunu belirtti.
Bilgi Üniversitesi’nde yapılan bu basın açıklaması sırasında dövizlerimizle siyasi çizgimizi taşımamız mümkün olmadıysa da gazetemiz aracılığıyla komünistlerin göçmen sorununa bakışını hatırlatmayı önemli buluyoruz. Her şeyden önce, işçi sınıfının altında yaşadığı burjuva diktatörlüğünün çeşitli politikaları sonucunda göçmenlerin ülkesini terk etmek zorunda kalması burjuva düzen sınırları içinde garip karşılanacak bir durum değildir. “Vatan”larında egemen bir sınıf olarak kendini örgütleyip iktidarı ele geçirmemiş durumda olan işçiler açısından bu politikalara sadece tribünden karşı çıkma yahut tersine çevirme imkanı yoktur. İmkan derken de bir sınıf hareketi gücünü değil “devlet aygıtı” akla gelmelidir. Devletin bir detay değil, belirli bir coğrafyada hakim sınıfın egemenliği koruyan bir şiddet aygıtını olduğu unutulmazsa, daha ilk adımda göçmen sorununun diğer bütün demokratik sorunlar veya talepler gibi tedrici yoldan veyahut kısmi reformlarda değil; iktidarda, yani proletaryanın hakim sınıf olarak örgütlenmesinde düğümlendiği açıkça görülür. Kendi ülkelerinden bir şekilde başka bir ülkeye göç eden işçi sınıfı kesimleri açısından da durum aynı şekildedir. “İşçi sınıfının vatanı yoktur” sözünün esas anlamını ortaya koymak bu noktada birçok görüşü berraklaştıracak bir işleve sahiptir. Nasıl işçi sınıfı kendi ülkesinde iktidar olmadığı için göç etmek zorunda kalıyorsa, aynı şekilde göç ettiği ülkede de yaşadığı sorunlar aynı neden çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Bugün Türkiye’ye o ya da bu şekilde gelen tüm göçmenlerin yaşadığı sorunların temel kaynağı halihazırdaki iktidardır. Bunu bu şekilde ortaya koymanın kendisi başlı başına bugün gündemdeki göçmen sorununu “toplumsal” veya “sosyal” bir bağlamdan çıkarırken, Türkiye solunda ısrarla bu sorunu ırkçılık derekesine indirme eğilimi vardır. Göçmenler konusunda soldan yükselen her sesin ırkçılık megafonundan geçtiği görmek zor olmasa gerek. Komünistler açısından bir toplumda sirayet etmiş bir ırkçılığın olup olmadığını tartışmak gereklilik değildir. Bu elbette ırkçılık konusunun önemsiz olmasından kaynaklanmaz. Bunu tartışıyor olmanın varacağı sonuç sosyolojik tartışmalarda düğümleneceği için esas olarak meselenin siyasi boyutuna bakmak, yani devletle olan ilişkisini incelemek gerekir. Temeli ırkçılık karşıtlığı üzerine kurulu bir göçmenlerle dayanışma perspektifi ortaya koymak, bu temel boyutun üstünü örtmeye neden olmakta. Burada eleştirilecek şey de aslında harekete geçmiş kitlelere bu siyasi boyutu taşımayan fakat devrimci iddiaları olan siyasetlerin ta kendisidir. “Birlikte yaşamak istiyoruz” derken “Göçmenlere Vatandaşlık Hakkı!” denmeyişinin altında yatan neden de tam olarak budur. “Göçmenler sınıf kardeşimizdir” derken “Sınıf kardeşlerimizle mücadeleyi büyütmek için önce onların en temel sendika hakkını, sigortalı çalışma hakkını, eşit iş eşit ücret hakkını savunmalıyız” denmeyişinin nedeni de budur.
Komünistler, o veya bu şekilde devletin farklı biçim ve şekillerde ezme-ezilme ilişkisi kurduğu tüm kesimlerin sorunlarını tek bir potada eritmenin ve bu potadaki mücadelenin merkezine de iktidar hedefini koymayı akıllarında tutarak siyaset yaparlar. “Talep”ler meselesine de bu bağlamda bakmak gerekir. Bir talebin reformist olup olmadığını anlamanın yolu da salt o talebi yerçekimsiz bir ortamda tartıp değerlendirmek değil, o talebi dile getiren siyasi öznenin o talep etrafında ve nihayetinde ortaya koyduğu politik hedef ile ilgidir. Bu bağlamda da, göçmenler konusuna bakıldığında KöZ’ün arkasında duran komünistleri ayıran da yalnızca “Göçmenlere Vatandaşlık Hakkı” şiarını yükseltmeleri değildir. Bulundukları her alanda, böylesi bir demokratik talebin dahi düzen içi yollarla gerçekleşemeyeceğinin bilinciyle, demokrasi için tek yol devrim propagandasını yapmalarıdır. Bir talebin kendisi de ancak ve ancak sonunda devrim yoluyla iktidarı hedefleyen bir programı işaret ettiği sürece komünist mücadele için anlamlı olur. Bu da göçmenlerle dayanışma faaliyetlerinin yapılmasına engel değildir. Komünistler muhakkak faaliyet yürüttükleri kitle örgütlerinde imkanları doğrultusunda her türlü dayanışma faaliyetinin içinde yer alırlar. Bugün de KöZ’ün arkasında duranlar için aynısı geçerlidir. Fakat asıl ayırt edici olan şey, tüm bu dayanışma faaliyetleri yürütülürken esas sorunun kitlelere hatırlatılması ve daha da önemlisi tüm bu faaliyetlerine gerçek değerini verecek olan nihai çözümün propagandasının yapılmasıdır.
İnsanca Yaşamak İçin Göçmenlere Vatandaşlık Hakkı!
Seçimle Değil Devrimle Gidecek!
Üniversitelerden Komünistler