Önce Öldürüp Sonra Heykelini Dikerler

Lenin’in 7 Kasım silahlı ayaklanmasından birkaç ay önce kaleme aldığı Devlet ve İhtilal broşürü şu satırlarla başlıyordu:

“Tarihte devrimci düşünürlerin öğretileri ile, kurtuluşları için savaşım veren ezilen sınıflar önderlerinin öğretileri başına birçok kez gelen şey bugün de Marx öğretisinin başına geliyor. Egemen sınıflar, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası gelmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini, en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve karaçalma kampanyalarıyla karşılarlar. Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye, söz uygun düşerse, azizleştirmeye, ezilen sınıfları “teselli etmek” ve onları aldatmak için adlarını bir ayla (hâle) ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir. Burjuvazi ve işçi hareketi oportünistleri, bugün işte marksizmi “evcilleştirme” biçimi üzerinde birleşiyorlar. Öğretinin devrimci yanı ve devrimci ruhu unutuluyor, siliniyor ve değiştiriliyor. Burjuvazi için kabul edilebilir ya da öyle görünen şeyler, ön plana çıkarılıyor ve övülüyor.”

Lenin bu satırları durup dururken kaleme almamıştı. Ekim Devrimi’nin arefesinde Rusya’da Menşevik ve Sosyalist Devrimcilerin hükümeti işbaşındaydı. Bu kesimler Marx’ın adını kullanarak, Marx’ın eserlerine sözümona başvurarak Rusya’nın emperyalist paylaşım savaşında kalması gerektiğini savunuyorlar, sovyetleri iktidarsızlaştırmaya çalışıyorlardı. Bu durum sadece Rusya ile sınırlı değildi. Almanya’da, Fransa’da kendine marksist diyenler vatan savunması adı altında emperyalist paylaşım savaşını destekliyorlardı. Kısacası marksizm adı kullanılarak marksizme büyük bir savaş açılmıştı, marksizm çoktan yerin derinliklerine gömülmüştü.

Tam da bu nedenle Lenin Devlet ve İhtilal’de, devrimcileri “sağlıklarında durmadan oradan oraya sürmüş” ve “öğretilerinin karşısına en vahşi düşmanlık, en kudurgan nefret ve en kaba yalan ve karalama kampanyalarıyla” dikilmiş olan ezen sınıfların; devrimcilerin ölümlerinden sonra onları “evliyalaştırma” çabasını ve tarih boyunca bunun örneklerinin defalarca tekrarlanmasını hatırlatarak sözlerine başlar. İşte bu gayeyle burjuvazi ve onun kötü gün dostu oportünistler, kim olduğu fark etmeksizin devrimci bir düşünürün veyahut ezilen sınıfların içinden çıkıp mücadeleye atılmış bir devrimci militanın siyaseten içini boşaltarak yarattıkları devrimci efsanelerle yalnızca isimlerini öne çıkarıp, ezilen sınıfı avutmaya çalışırlar. Uysallaştırma girişimleri öyle bir safhaya varır ki burjuvazi için kabul edilebilir görünen ne varsa yalnızca o hatırlanır; örgütlerin ve militanlarının bağımsız devrimci çizgilerinin izleri silinmeye çalışılır. Devrimci mücadelenin sivri uçlarının köreltilmesiyle ve yaratılan masum senaryolarla yeni kuşak devrimcilerin ufukları daraltılmaya yeltenilir.

Lenin’in yazdıkları bizlere uzak gelmiyor olmalı. Dünyanın herhangi bir yerinden daha fazla devrimcinin yaşadığı, egemen sınıfın iktidarına karşı örgütlü silahlı mücadelelere sahne olmuş; devletin ipiyle, silahıyla birçok devrimcinin katledildiği topraklarda yaşıyoruz. Devrimci durumun hüküm sürdüğü, devrimci dinamiklerin diri olduğu topraklarda devrimcileri azizleştirerek evcilleştirme girişimleri olduğuna göre benzer bir durum buralar için de geçerli olmalı. Her mayıs ayı bunu çarpıcı bir şekilde gözlüyoruz. 70’li yıllardan beri mayıslar, bu topraklardaki devrimcilerin öfkesinin bilendiği, siyasal mücadele verirken düşen devrimcilerin adının daha çok zikredildiği aylardır. Mayısların altıncı gününde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan; on sekizinde İbrahim Kaypakkaya; son gününde ise Nurhak’ta katledilen THKO militanları, Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan anılır; onlara dair konuşmalar düzenlenir, yazılar yazılır.

Deniz Gezmiş’i Kim Nasıl Anıyor?

Evliyalaştırma girişiminin en çarpıcı örneği Deniz Gezmiş’tir. 71-72 siyasi kopuşunu gerçekleştiren devrimciler arasında en geniş kesimler tarafından sahiplenilen şüphesiz Deniz’dir. Bunun sebebi ise Deniz Gezmiş etrafında daha uysal bir efsane yaratılmaya çalışılmış olmasıdır. Deniz, solun liberaller kesimleri tarafından diğerleri kadar radikal olmayan, şiddet eylemlerine bulaşmamış öğrenci eylemcisi olarak gösterilir. Deniz Gezmiş ve yoldaşları “politik dengeler uğruna” ve adli bir komplo ile “yok yere idam edilmiştir” denir. Denizlere sahip çıktığını iddia eden kimi akımlar 6 Mayıslarda “vicdanlara” seslenerek “adalet duygusu körelmiş bir sistemde ağır bir hukuk cinayetiyle” idam edilen bu “tertemiz gençleri” anarlar. “70’lerin gençlik önderlerinin”, “edebiyata düşkünlükleri”, “bakışlarındaki yiğitlik” ve mizaçlarında “muziplik” ön plana çıkarılır. Böylelikle Deniz Gezmiş şahsında devrimcilik hesapsız bir romantizmle, gençliğin delidoluluğu ile özdeşleştirilir. Arka planda ise elbette Amerikalıların Fransız karşı devrimcisi Guizot’dan türettikleri vecize çınlar: “Yirmisinde komünist değilsen kalbin yoktur, otuzunda hala komünistsen beynin.”

Kuşkusuz doksanların kaba liberalizmi yerini sol liberalizme bıraktıkça Deniz Gezmiş’i azizleştirme girişimleri bu çiğlikte yapılmadı. Gezmiş’in bir mücadelesi olduğu “hatırlandı”, bu mücadelenin adı anti-emperyalist bağımsızlık mücadelesi olarak kondu. İstanbul Üniversitesi İşgali, ODTÜ’de Amerikan Elçisi Kommer’in arabasının yakılması, “Yankee Go Home!” ve Dolmabahçe’de 6. Filo’nun denize dökülmesi eylemleri Denizlerin devrimciliklerinin bir kanıtı olarak anıldı.

Kuşkusuz bu eylemlerin kınanacak bir yönü yoktur ama meselenin üzerinde durulması gereken yönü başkadır. Denizlerin siyasi mücadelesine sözümona sahip çıkanlar onların Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)nu kurmadan evvel gerçekleştirdikleri araba yakma, üniversite işgali ve 6. Filo protestosu gibi eylemlerine sahip çıkarken THKO’yu kurduktan sonra yaptıkları Ankara’daki banka soygunu ve dört Amerikan askerinin kaçırılması eylemlerini hiç hatırlamaz. Geçelim THKO’nun eylemlerini sahiplenmeyi, THKO’nun adını anan bile çıkmaz.

6 Mayıs anmalarında Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın geri planda tutulması da bu yaklaşımın bir başka sonucudur. Zira ne Yusuf Aslan ne de Hüseyin İnan birer öğrenci lideridir, tasfiyeciler tarafından öne çıkarılan eylemlerin hiçbirinde belirleyici bir rol oynamazlar. Hele söz konusu Hüseyin İnan olduğunda, unutturmaya çalışanlara inat, akılda kalan tek bir vasfı vardır THKO’nun kurucusu ve teorisyeni olması. Dolayısıyla THKO’nun adını anmadan Hüseyin İnan’dan söz etmek mümkün olmadığı için Hüseyin İnan 6 Mayıslarda arka planda kalır, bu büyük devrimcinin ismi Denizler adı altında görünmez kılınır.

71-72 Kopuşu Reformizmden Kopuştur

Denizlerin takipçisi olduğunu iddia eden tasfiyeci örgütlerin aksine, KöZ’ün arkasında duran komünistler, 71-72 Kopuşu’nun en hızlı yüz metresini koşanlara, onları tarihsizleştirerek bir bütün olarak sahip çıkmaz; kopuşun kendisine sahip çıkar. Türkiye solu, liberalizmin ve entelektüel modaların etkisiyle, kopuşlardan söz etmeye özellikle de genç Marx yaşlı Marx ayrımı yapmaya bu son otuz yılda fazlasıyla merak salmıştır. Ama kimse bu topraklarda yaşanan asıl kopuşun ne olduğunu idrak etmeye çalışmaz. Hâlbuki 71-72 Kopuşu kavranmadan Türkiye’de devrimciliğin ne olduğu da, kimlerin neyi nasıl tasfiye ettiği de anlaşılamaz.

Hüseyin İnanların başlattığı 71-72 Kopuşu’nu iki farklı boyutta ele almak gerekir. Her şeyden önce bu kopuş legalist TİP’te ve Milli Demokratik Devrim tezinde somutlanmış parlamentarist ve darbeci reformizmden kopuştur. Bu doğrultuda, Mihri Belli’nin temsil ettiği cuntacılığın da reformizmin farklı biçimleri olduğunu unutmamak gerekir. Böylelikle THKO kurucuları anti-emperyalizmin bir devrim sorunu olduğunu kavramışlar, yasal işçi partileriyle yahut devletin meclisine, ordusuna yaslanarak anti-emperyalist mücadele verilemeyeceği gerçeğine uygun bir şekilde hareket etmeye başlamışlardır. Bu kopuş, bir yana Aziz Nesin, diğer tarafa Behice Boran, öte yana Deniz Gezmiş afişleri asarak Denizleri andığını iddia edenlerin, TKP ismi üzerinde didişenlerin  rahatını elbette bozar. Hâlbuki bugünkü tilmizlerinin aksine Behice Boran dürüstçe konuşuyor, 12 Mart arifesinde THKO eylemleri hakkında şunları söylüyordu: “Banka soygunu, adam kaçırma olaylarından sonra, Hükümet bunların faillerini bulmak için ciddi bir kovuşturma çalışmasına girecek yerde gösterişçi ama sonuç vermeyen hareketlere başvuruyor.” Boran, bu görüşlerini savunmaya 12 Mart’tan sonra da devam etmişti: “Akıldan hiç çıkartılmaması gereken ikinci husus, bir toplumda işçi sınıfı hareketinin mücadele yöntemleri ve biçimlerinin, toplumun genel gelişme aşamasına ve şartlarına ve bütünün bir parçası olarak da işçi sınıfı hareketinin kendi objektif ve sübjektif şartlarına göre tesbit edildiğidir. Bu yapılmadan, seçimlere ve parlamentoya girmek önemliydi, değildi, kır gerillasıydı, şehir gerillasıydı, devrimci orduydu tartışmaları havada kalan lafazanlıklardır, fiili girişimler ise anarşist, terörist veya küçük burjuva radikalizmi girişimleri olmaktan öteye geçmez.” THKO ve THKP kurucuları sadece cuntacı Mihri Belli’den değil “İkinci Kurtuluş Savaşı”nı vermekten söz eden Hikmet Kıvılcımlı’dan da ayrışıyordu. Kıvılcımlı THKO ve THKP’yi “Çakmaklı tüfekle ayda füze avcılığına çıkmakla”, “Donkişot”lukla eleştirir. Doktora göre onlar  “… kıçındaki çakaralmaz iğnesi yerine, kafacağızındaki beyinceğizini kullanmayı ihanet sayan”lardır. Bugünkü takipçilerinin aksine Kıvılcımlı nettir: “‘Silahlı savaş’ sözü etmek gönüllü CIA ajanlığıdır.” Ama TİP’ten kopuşla başlayan THKO’nun kuruluş pratiği; HDP içinde anti-faşist, anti-emperyalist cephe kurulabileceği masallarını yayanların da hiç hatırlamak istemediği bir pratiktir. Bu anlamda 71-72 Kopuşu KöZ sayfalarında yıllardır tekrarlandığı gibi  tüm bu reformist, legalist, devletçi eğilimlerden kopuştur.

THKO Kurucuları Kendi Miraslarından Da Kopmuştur

İkincisi, bu kopuş aynı zamanda THKO kurucularının kendi geçmişlerinden kopuşudur. Yani 71 Kopuşu öncesindeki Deniz Gezmiş ile 71 sonrasındaki Deniz Gezmiş bir ve aynı politik kişi değildir. Nasıl İttihatçı Mustafa Suphi ve TKP kurucusu Mustafa Suphi bir ve aynı kişi değilse; THKO öncesinde TİP Üsküdar ilçe örgütü üyesi olan, Hikmet Kıvılcımlı’ya akıl soran Deniz ile THKO kurucusu Deniz aynı Deniz değildir. Aydınlık Sosyalist Dergi’de Mihri Belli’yle birlikte yazı yazan Mahir Çayan ile “Devrim İçin Savaşmayana Sosyalist Denmez” şiarıyla yayınlanan Kurtuluş’u çıkaran Mahir Çayan’ın; Doğu Perinçek’le birlikte Aydınlık ve Türk Solu dergisinde yazı yazan DABK üyesi İbrahim Kaypakkaya ile “Acil görevimiz kırlardan kentleri kuşatacak halk savaşını başlatmaktır.” diyen TKP-ML kurucusu İbrahim Kaypakkaya’nın da aynı olmadığı gibi. Tam da bu nedenle, komünistler 71-72 Kopuşu’na sahip çıkıyoruz derken THKO, THKP, TKP-ML kurucularının 71 öncesi miraslarından kendilerini tümüyle ayırırlar.

71-72 Kopuşunun anlamını vurgulamak için, kopuş öncesi Denizler, Mahirler, İbolarla Behice Boran, Mihri Belli, Doğu Perinçek arasında esasa dair bir fark olmadığını vurgulamak önemlidir. Hüseyin İnanların 71 önceki çizgisi Harun Karadeniz’in 71 öncesindeki çizgisinden daha yol gösterici değildir. Yani yol gösterici değildir. THKO, THKP, TKP-ML kurucularını anarken Türkiye solunda yapılansa tam tersidir. Esas olarak Denizlerin Mahirlerin 71 öncesindeki mücadelesine vurgu yapılır. Denizlerin TİP’teki reformist pratiği devrimci olarak sunularak devrimciliğe sahip çıkıyoruz denilir.

Neden Bir Tek Biz THKO’nun Kopuşuna Sahip Çıkıyoruz?

Bugün solda 6 Mayısları anmak şaşırtıcı olmayan sebeplerden ötürü gençlik örgütlerine havale edilmiş olsa da THKO bir gençlik örgütü değildir. THKO, hükümeti devirme gayesiyle silahlı bir örgüt kurarak, doğrudan kitle savaşıyla değil kendi eylemleriyle mücadele vermiştir. THKO’nun komünist bir örgüt olmadığını anlamak için alim olmaya gerek yoktur. Gelgelelim Bolşeviklerin 7 Kasım 1917’te somutladığı, Babeuf’un Eşitlerin Komplosu’ndan bu yana komünistlerin takip etmesi gereken kızıl çizgi; devrimcilerin, devrim için bizzat kendi elleriyle yürüttükleri silahlı mücadeledir. Programı, stratejisi komünizmden uzak olsa da THKO bu temel gerçeğin bilincinde kurulmuştur. KöZ’ün arkasında duran komünistlerin altını çizdikleri nokta da tam burasıdır. Komünistler için mühim olan Hüseyin İnanların, Sinan Cemgillerin liberalizmin  damga vurduğu siyasi bir iklimde THKO’yu kurmuş olmasıdır. Bugünün acil ihtiyacı onların gerisine düşmeyecek devlete karşı bağımsız mücadele sürdüren bir örgüttür; komünist siyaset yapmak için bunun gerisine düşülmemesi gerekmektedir. Bu iddiaya  lafta sahip çıkan hiçbir örgüt ise THKO’yu ve onun kuruluş bildirgesini sahiplenmemektedir.

THKO’nun kuruluş bildirgesindeki her şey yanlış olsa bile doğru ve gerisine düşülmemesi gereken tek bir nokta vardır: Devrim kitlelerin eseri değildir, devrimcilerin silahlı ayaklanmasının ürünüdür. Devrimciler kitlelerin ayaklanmasına katılarak değil hükümeti yıkacak devrimci bir saldırının içinde bizzat yer alarak devrimi gerçekleştireceklerdir. KöZ’ün arkasında duran komünistlerin THKO’nun tek takipçisi olduklarını savunmalarının sebebi onu aşan pratik eylemler yapıyor olmaları değildir. Bu basit siyasi gerçeğe sahip çıkmaları ve onunla uyumlu bir siyasi çizgide hareket etmeleridir.

Denizlerin, Çayanların, Kaypakkaya’ların mirasına sahip çıktığını iddia eden sol akımların çoğunun, onların siyasi ve pratik olarak koptuğu parlamentarist çizgide hareket ettiğini görmek zor değildir. Çoğu HDP’de ya da yörüngesinde kümelenmiştir. Seçimlerde faşistlerle karşı devrimcilerin ittifakını destekleyen solun geniş kesimleri, CHP kuyrukçuluğunu tek geçer akçe kabul etmiş durumdadır. Seçimlere kadar kılını kıpırdatmak niyetinde olmayan tasfiyeci reformist örgütlerin büyük stratejisi ise seçimlerde müteahhit İmamoğlu etrafında birleşip Erdoğan’ı ve hükümetini seçimle alt etmektir. Rejim krizinin giderek derinleştiği ve Erdoğan’ın her geçen gün daha da güç kaybettiği  bu dönemde, faşizm tespiti yapmakla kalmayıp “faşizme karşı birleşik cephe” adı altında hükümeti geriletme planları yapmaları bu akımların THKO’dan ne kadar uzakta durduğunu gözler önüne sermektedir. Bu sebeple, sınıf uzlaşmacısı, parlamenterist stratejiyle hareket eden bu oluşumların durduğu yere dair hiçbir şüphe yoktur.

O halde soralım: HDP içinde yer alarak aynı plana ortak olanlar THKO’nun takipçisi olabilirler mi? Türkiye’de savaşmak için Filistin’e silah kullanmayı öğrenmeye giden Denizlerle savaşacak kadrolarını Rojava’ya gönderip bir yandan Türkiye’de CHP’ye oy isteyenler bir olabilir mi? Bugünlerde, korona salgınını kendi gönüllü karantilarına bahane gösterip “kadroları korumak önemli, halk sağlığına zarar vermeyelim” diye evden dışarı çıkmayanlar THKO mirasına nasıl sahip çıkabilir? Komünist Manifesto’da ifade edildiği gibi, “tüm proletaryanın çıkarlarından ayrı bir çıkarları” olmayan komünistler, emekçiler zorla çalıştırılırken sokakta onlarla buluşmak yerine eve kapanarak komünistlik iddiasında bulunabilirler mi? “Yazık oluyor işçilere, onlar da evde kalabilsin” diye sosyal medyada basınç uygulayanlar Kızıldere’yi anabilir mi? Sadece KöZ’ün arakasında duranların THKO’nun kopuşuna sahip çıkabileceğini bu sorulara verdiğimiz yanıtlar nedeniyle söylüyoruz.

Kemalizmden Kopuş Konusunda THKO ile TKP-ML arasında bir fark yoktur

71-72 Kopuşu’nu gerçekleştiren devrimcilerden Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya ile karşılaştırıldığında, Deniz Gezmiş daha geri bir pozisyonda gösterilir. Bunun sebebi de Deniz Gezmiş’in kemalizmden kopamamış olmasıdır. Deniz Gezmiş’in ikinci kurtuluş savaşını verdiğini söylediği hatta son mektubunda babasına kendisini kemalist olarak yetiştirdiği için teşekkür ettiği sık sık anımsatılır. Bu bakış açısına göre Mahir Çayan Kesintisiz Devrim’de kemalistlerle komünistler arasına mesafe koymuştur ama kemalizmden asıl kopuş kemalizmi faşizm olarak tanıyan İbrahim Kaypakkaya ile gerçekleşmiştir.

Bu yaklaşım iki nedenden ötürü yanlıştır. Birincisi, ideolojik ve pratik düzlemde THKO’nun kemalizmden kopamadığı açık olsa da, şu ya da bu akımın sınıf mücadelesinde nerede bulunduğunu belirleyen asıl ölçüt onun eylemli pratiğidir. İktidarı ele geçirmek için Türk Ordusu’na karşı savaşacak bir ordu kurmaya soyunanların, bu savaşı bizzat yürütenlerin kemalist olarak tanımlanması abestir. THKO eylemlerinin muhtevası kemalist değildir; silahlı mücadeleyle siyasi iktidarı alaşağı etmektir. Bununla birlikte, programatik çizgilerinin kemalist ideolojiden kurtulamamasının yarattığı siyasal zaaflar THKO’nun parlamentarizmden ve darbeci reformizmden kopuşlarının önemini de azaltmamaktadır. İkincisi, ne Mahir Çayan ne de İbrahim Kaypakkaya’nın kemalizmden ideolojik olarak koptuğu doğru değildir. Hem Çayan hem Kaypakkaya, tıpkı THKO’lular gibi Türkiye’de bir kurtuluş savaşı verildiğini kabul etmektedir. 1919 yılında başlayan mücadelenin bir kurtuluş savaşı olduğu tespiti kemalizmin kalkış noktasıdır. Dolayısıyla bu tespiti savunanların ideolojik ve programatik olarak kemalizmden kopması mümkün değildir. Dahası Kaypakkaya’nın kemalizm ve Kürt meselesi hakkında söyledikleri Hikmet Kıvılcımlı’nın 1930’larda yazdıklarından daha ileri değildir. Hâlbuki Kaypakkaya ile Kıvılcımlı’yı aynı kategoride ele almak devrimci siyasetin ne olduğuna dair hiçbir fikre sahip olmamak anlamına gelir.

Kaypakkaya Komünist Adlı Bir Partinin Kurucusu Olduğu İçin Farklıdır

Kaypakkaya elbette THKO ve THKP kurucularından farklı bir yerde durmaktadır. Ancak Kaypakkaya’yı farklı kılan Kürtler ya da kemalizm hakkında söyledikleri değildir. Mustafa Suphilerin TKP’sine ve programına dönerek komünist mücadeleye önderlik etme niyetiyle komünist bir parti kurmuş olmasıdır. Gelgelelim Kaypakkaya yüzünü Mustafa Suphilerin partisine dönmüş, kendisini Şefik Hüsnü TKP’sinden ayırmış olsa da 1928 revizyonist programının sınırlarını aşamamış, Mustafa Suphilerin partisini uluslararası planda kimlerin tasfiye ettiği sorusunu soramamıştır. Bu nedenle programatik olarak Mustafa Suphi TKP’sinin ve elbette Komünist Enternasyonal’de çizilen çerçevenin gerisindedir.

Tasfiyeciliğin Kılıfı Öncü Savaşı Eleştirisi

Sol siyasetler içinde komünist olma iddiasını taşıyan; THKO’nun, THKP’nin ya da TKP/ML’nin mirasını sahiplenen akımların neredeyse tamamı miraslarına sahip çıktıkları bu örgütleri aştıklarını iddia ediyorlar. Hepsi farklı zamanlarda açık ya da adı konmamış bir öncü savaşı yahut maceracılık eleştirisi yaptı. Açıktan maceracılık eleştirisi yapmayanlarsa 74’te 12 Mart yenilgisinin devrimcilerin hücuma zamansız geçmiş olmalarından kaynaklı olduğunu savunurlar. Katledilen devrimcilerin, halkı yeterince örgütleyememiş olduğuna işaret ederler. Bu anlayışa göre THKO militanları önce kitleyi kazanmalıydılar; Nurhak’a gitmemeliydiler.

Söz konusu değerlendirmeler iki bakımdan bir şuursuzluğa işaret eder. Birincisi, THKO, THKP, TKP-ML’nin ardılı olduğunu iddia eden akımlar –kitaplarında broşürlerinde yazdıklarının aksine – hiç de öyle iğneyle kuyu kazarcasına sabırlı bir kitle faaliyeti yürütmeden birden en küçüğü binlere kimileri yüz binlere seslenen akımlar oldular. Sadece bu durumun kendisi aslında söz konusu üç akımın sahip olduğu, arkasına alabileceği kitle desteğini anlatır. Aynı zamanda bu akımların takipçilerinin mirasyedi karakterini de anlatır. İkincisi “Nurhak’a, Kızıldere’ye, Vartinik’e gitmenin zamanı değildi” demek garantici bir anlayışa işaret eder. Maceracılık eleştirisi adı altında ancak kazanılacağı kesin kavgalara giren hesapçı bir ruh hâlini anlatır. Bu ruh hâli devrimcilikten vazgeçiştir. Çünkü Lenin’in de dediği gibi “her savaş kendi içinde yenilgisinin soyut olasılığını taşır”. Nitekim Türkiye’de tasfiyeciliğin başladığı yetmişlerde THKO’dan daha fazla imkâna, donanıma ve birikime sahip, silah kullanma becerisi çok daha yüksek bir sürü akım vardır. Lakin bu akımlar eksikliği kitlelerin teveccühünde gördüğünden “devrim kitlelerin eseri olacak” şiarının yolunu tutmuştur. Hâl böyle olunca THKO’nunkine benzer bir eylem çizgisi de olmamıştır.

Eksiklik Neredeydi

Proleter devrim mücadelesi vermek, işçi sınıfının birliğini sağlamak için önce ortak ilke ve esaslara dayalı bir araya gelmiş komünistlerin birliğinin sağlanması; işçi sınıfının enternasyonal çıkarlarının savunucusu komünist partiyi kurulması gerekir. İşçi sınıfına önderlik edecek ve proleter devrim mücadelesini örgütleyecek Bolşeviklerinki gibi bir partinin kurulmasını göz ardı eden sol akımlar parti sorunu görmedikleri gibi parti sorumluluğundan yoksun biçimde parti kurmayı ve kapatmayı çok kolay görmektedir. KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak THKO’nun en önemli eylemini yani bir savaş örgütü olarak kurulma kararını sahiplenmekteyiz. Bugün, devrimci siyasal mücadeleyi bizzat kendileri sürdüren devrimcilerin yolundan yürümek istemeyen komünistler için THKO’nun gerisine düşülmemesi gerekir.

Eksikliği kitlelerin teveccühünde bulan ve mücadeleyi kitlelerin kendiliğinden ayaklanmasında gören akımların aksine komünist mücadele devrimcilerin bizzat kendi elleriyle verdikleri mücadeledir. Lenin “İkinci Enternasyonal’in Çöküşü” broşüründe devrimci durumun nesnel koşullarını şu şekilde formüle etmiştir.

“Bir marksist için devrimci durum olmadan devrim olmayacağı konusunda hiçbir tereddüt olmamalıdır. Ama her devrimci durum da devrime varmaz. Genel hatlarıyla bir devrimci durumun belirtileri nelerdir?

Belli başlı şu üç belirtiyi sıralarken yanılmayacağımızdan eminiz:

1-Yönetici sınıfların egemenliklerini eski biçimi değiştirmeden sürdürmenin imkânsız hale gelmesi yani ‘zirvede’ bir kriz; egemen sınıf siyasetinin kriziyle ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve öfkelerinin akacağı bir yolun açılması. Genellikle ‘tabandakilerin eskisi gibi yaşamak istememesi’ yetmez, ‘zirvedekilerin de bunu yapamayacak durumda’ olması önem taşır.

2-Ezilen sınıfların sefalet ve sıkıntılarının olağan koşullarda olduğuna kıyasla iyice ağırlaşmış olması.

3-Barışçıl dönemlerde soyulmaya razı olan kitlelerin fırtınalı dönemlerde gerek bir bütün olarak kriz nedeniyle, gerekse de ‘zirvedekiler’ tarafından kışkırtılarak bağımsız bir tarihsel eyleme itilmeleri ve yukarıdaki koşullar nedeniyle kitlelerin faaliyetinin ciddi bir boyut kazanması.”

THKO’nun kurulma kararının alındığı dönemi, Lenin’in formüle ettiği devrimci durum tespiti süzgecinden geçirdiğimizde, eksiklik devrimci durumu proleter devrime vardıracak; nesnel koşulların üzerine eklenmesi gereken öznel koşula dairdir. Lenin devrimci durumun öznel koşulunu ise şöyle açıklamıştır;

“Öznel etkenden anlaşılması gereken devrimci sınıfın eski hükümeti tamamen (yahut kısmen) iskat etmek üzere yeterince güçlü devrimci eylemler yapabilme yeteneğidir; çünkü bu hükümet ‘yıkılmadıkça’ kriz zamanlarında bile asla kendi kendine yıkılmaz.

İşte devrimin marksist kavranışı böyledir.”

Lenin’in devrimci durum tespitlerinin üzerinden dönemi değerlendirdiğimizde “zirvedeki” yönetememe krizi, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi, emekçilerin sefaletinin artmış olduğu ve kitlelerin bağımsız faaliyetinin ciddi bir boyut kazandığı apaçık ortadadır. 15-16 Haziran Ayaklanması ve nitekim 12 Mart öncesi ve sonrasında egemen sınıf siyasetindeki kriz hâli devrimci durumun nesnel koşullarının varlığının göstergesidir. Ancak devrimciler “yıkılmadıkça” kendi kendine asla yıkılmayacak olanı yani burjuva devlet makinasını sakatlayacak büyüklükte eylemler gerçekleştiremediği için devrimci durumun öznel koşulunun sağlanamadığı da apaçıktır. Çünkü komünistlerin görevi devrimin öznel koşuluna dairdir. Esasen sınıfın tümünü kapsayan ve temsil eden bir parti olduğunda, Lenin’in öznel gelişme tarifinden partinin gelişmesi sonucunu çıkarılabilir. Ancak bu üç örgüt de, Lenin’in Ne Yapmalı’da “işçi sınıfının kitlesinden de kendini ayırıp işçi sınıfına devrimci bilinci gündelik ve kısmi mücadelenin dışından taşıyacak bir profesyonel devrimciler örgütü” olarak tarif ettiği, devrimci durumu proleter devrime vardıracak; sınıfa önderlik edecek parti tanımına uymamaktadır. Halkı yeterince örgütleyemediklerine dair yapılan eleştirilerin aksine asıl olarak buraya bakarak yenilginin nedenleri anlaşılabilir.

Bugün, sınıf uzlaşmacısı, reformist legalist geleneğin kırılmasında önemli bir damar olan 71-72 Kopuşu’nu sahiplenen ve bu kopuşun unsurlarından olan THKO’nun kopuşunun tek takipçisi KöZ ve arkasında duran komünistlerdir. Lakin bu kopuşun doruk noktasında bile Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresindeki programatik taktik ve örgütsel çerçevenin hayli gerisinde olduğunun bilincinde olmak gerekir. Bu nedenle mühim olan 71- 72 Kopuşu’nu gerçekleştirenleri önder olarak sunmak yerine onların kopuşunu sahiplenmek ve bu kopuşu Komintern’in ilk dört kongresinde ifade bulmuş komünist çizgiyle buluşturma iddiasını taşımaktır. Biz KöZ’ün arkasında duran komünistler, referans olarak başta Komünist Enternasyonal’e katılmanın 21 Koşulu, Komünist Enternasyonal’in Platformu olmak üzere Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin temel belgelerini ve Mustafa Suphi TKP’sinin programının ilke ve esaslarını kabul edenleri Komünist Enternasyonal gibi bir partinin seksiyonu olabilecek bir komünist partisinin kuruluş kongresini örgütlemeye çağırıyoruz.

 

 

Devrim Bizzat Devrimcilerin Politik Eylemiyle Gerçekleşecek!

Devrim İçin Devrimci Parti! Parti İçin Komünistlerin Birliği!