Tüm Bel-Sen İzmir Şubeleri 1994 yılında evinin önünden kaçırılarak devlet güçleri tarafından katledilen II No’lu Şubesi’nin başkanı İkram Mihyaz’ı katledilişinin 27. yılında çeşitli etkinliklerle andı.

5 Temmuz’da sendika binasında ve İkram Mihyaz’ın mezarı başında yapılan anmaların dışında 8 Temmuz tarihinde bu sene ilki gerçekleştirilen ve gelecek yıllarda da İkram Mihyaz’ın adıyla anılacak biçimde sürekli kılınması planlanan bir panel gerçekleştirildi.

‘Emek ve Demokrasi Mücadelesinde Faili Meçhuller’ başlığıyla düzenlenen bu panele İHD Eş Başkanı Avukat Eren Keskin, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, KESK Eş Başkanı Mehmet Bozgeyik katılırken panelin moderatörlüğünü Tüm Bel-Sen Genel Başkanı Erdal Bozkurt yürüttü.

Panelde ilk sözü alan Eren Keskin Türkiye’de faili meçhullerin sisteme içkin olduğunu vurgularken aslında 1915’ten başlayarak Türkiye’deki farklı kimliklere yönelik katliam, kırım ve siyasal cinayetlerin sistemin işleyişinin bir parçası olduğunu, arkasında İttihatçı bir zihniyetin yattığını ifade etti. İkram Mihyaz’dan üç sene önce 1991 yılında aynı tarihte kaçırılarak öldürülen Vedat Aydın’ı ve geçtiğimiz haftalarda İzmir’de katledilen Deniz Poyraz’ı da anan Keskin, Kürdistan’da devlet tarafından işlenen suçların cezasızlıkla ödüllendirildiğine işaret etti. Dargeçit örneğini hatırlatan Keskin, bir süreklilik olsa da bugün cezasızlık kültürünün aldığı boyutun bir başka seviyeye çıktığını ve bir insan hakları savunucusu olarak hayatında hiçbir dönemde bu kadar sıkışmış hissetmediğini ekledi. Bu baskı koşullarında bir araya gelebilen herkesin yan yana gelmesinin önemine vurgu yaparak konuşmasını sonlandırdı.

CHP vekili Tanrıkulu ise konuşmasına bugünkü koşulların 90’ları arattığını söyleyerek başladı. Geçmişte bir şekilde yargıda, kamuoyunda, basında, parlamentoda hak ihlallerine karşı mücadele edebilen ve kısıtlı olsa da hukuku esas alan bağımsız ve dürüst unsurların yer aldığını, bugün ise yargı, ana akım basın ve parlamentoda bunun imkansızlaştığını ifade etti. Kendisinin meclisteki İnsan Hakları Komisyonu’nun Başkan Vekili olmasına rağmen kimi zaman hakimlerle dahi görüşemediklerini, mahkemelere sokulmadıklarını, cezaevlerine izinsiz gidemediklerini, izin de alamadıklarını anlattı. ‘Eski Türkiye’nin bugünden iyi olduğu anlamına gelen mukayese ve belirlemelerinin ardından Tanrıkulu bugün yapılabilecek şeyin unutmayarak, hatırlayarak birlikte yürünmesi olduğunu söyleyerek sözlerine son verdi.

Mehmet Bozgeyik ise konuşmasında Türkiye’de bir döneme damgasını vuran katliam ve hak ihlallerini hatırlattı. Aynı zamanda 90’lı yıllarda devlet tarafından kaçırılan, kaybedilen, katledilen KESK’li emekçileri onların yaşam öykülerinden kesitler de sunarak anımsattı.

Bu etkinlik bu sene bir ilk olması açısından önemli bir etkinlikti. Zira bir şube başkanı siyasal ve ulusal kimliği nedeni ile devlet tarafından hedef alınarak öldürülmüş bir sendikanın, bu gerçeğin altını çizme çabası da, kavgada yitirdiği bir neferinin anısını dışa dönük bir faaliyetle yaşatma girişimi de başlı başına bir olumluluktu. Özellikle son aylarda Sedat Peker’in Mehmet Ağar anıştırmaları ardından devletin 90’lı yıllardan bugüne işlediği suçların tekrar gündeme geldiği ve konuşulduğu koşullarda, neredeyse o günleri yaşayan sınırlı sayıdaki insandan başka kimsenin hatırlamadığı ve hatırlatmadığı bir sendika emekçisinin anısını öne çıkarmak, işlenen suçun, bu cinayetin kim tarafından kime karşı işlendiğini açığa çıkartmaya çalışmak kıymetli bir girişimdi. Özellikle yerel yönetimlerde kendi cebinden gayrısı ile ilgilenmeyen ve de değişmeyeceği varsayılan sınıfın ayrıcalıklı kesimlerinden bir üye profilini baz alan, dolayısı ile ‘gerisi’ ile ilgilenmeyen, esasa dair konularla ilgilendiği zaman üyesinin hışmına uğrayacağını düşündüğü için bu konularda görüş bildirmekten kaçınan yahut görüş bildireceği zaman da yuvarlak laflarla ve sembolik tutumlarla topu taca atan bir sendikal işleyişin hakim olduğu koşullarda kısıtları ile birlikte politik bir konunun ele alındığı bir etkinliğe imza atılması yukarıda ifade ettiğimiz gibi önemliydi. Türkiye’deki sendikalarda artık ifrada varmış ekonomist-sendikalist bir çizginin dışında da faaliyetler yapılabileceğini, bunun ilgi uyandıracağını, sendikalı emekçilerin gündemine aslında onların gündeminden asla düşürülmemesi gereken birtakım meseleleri getirmenin yolları olduğunu gösteren bir etkinlik gerçekleştirilmiş oldu. Aynı gün İzmir’de ‘Demokrasi İçin Bir Nefes Mitingi’nin gerçekleştirilecek olması nedeniyle saat 16.00’ya alınan panel elverişsiz saatine rağmen gayet yüksek bir katılımla gerçekleştirildi.

Mitingin başlangıç saatine yakın bir saate konulmuş olmasından ötürü bir soru cevap kısmının olmaması ise bu etkinliğin esas eksikliği oldu. Böyle bir fırsat doğmuş olsaydı bizlerin özellikle CHP’li vekile onun da tavsiye ettiği üzere ‘unutmayarak’, 1994’te İkram Mihyaz öldürüldüğü sırada kimin iktidarda olduğunu hatırlatma şansımız olurdu. Keza 1993’te Sivas’ta, Lice’de yahut 1995’te Gazi’de kimin iktidar ortağı olduğunu da sorabilirdik. Yahut o gün bu suçlarla en çok anılanlarla bugün ittifak halinde olunarak bu suçların hesabının sorulup sorulamayacağını da sorabilirdik.

Panelde, son yıllarda sıklıkla işittiğimiz yükselen faşizm tespitlerine koşut biçimde yine alışageldiğimiz üzere herkesin çaresiz olduğunu o yüzden ‘olabilecek en geniş kesimle’ bir arada durulması gerektiği vurgusu öne çıktı. Panel boyunca bu vurgunun zorunlu bir sonucu olarak önerilen ‘faşizm’e karşı bu ‘geniş kapsamlı’ birliklerin bir tarafında aslında geçmişte ezilenlere karşı işlenen başka devasa suçların faili olup, devletin sürekliliğini ve bekasını en az iktidardaki rakipleri kadar önemseyen düzen güçleri olduğu gerçeğine değinen kimse haliyle çıkmadı. Böyle bir katkı yapma şansımız olsaydı bu gerçeği ifade etmek biz komünistlerin sorumluluğu olacaktı. Zira bu siyasal gerçeği, Millet İttifakı’nın ayağına basmadan burjuva muhalefete soldan destek vererek seçimle, parlamenter yollarla AKP’yi gönderme hesaplarının ortağı olanlar ifade edemez. Ezilenlerin, emekçilerin bir rejim krizi içerisinde debelenen iktidara karşı burjuvaziden bağımsız, siyasal bir mücadele vermesinin imkanlarının düşünülenin aksine arttığı koşullarda burjuvaziye mahkûm bir tablo çizenlerin çizdiği tablonun gerçeği yansıtmadığını anlatmak bir görev olarak karşımızda duruyor. İkram Mihyaz’ın katillerini işaret etmek, siyasal gerçekleri her koşulda savunmak bu katillerle hesaplaşmanın ön şartıdır.

Anmakla yetinmeyeceğiz. İkram Mihyaz ve nicesini aramızdan koparan bu burjuva diktatörlüğüne devrimle son vermeden bu hesap sorulamaz.

SEÇİMLE DEĞİL, DEVRİMLE GİDECEK!

İzmir’den Komünistler