İzmir Büyükşehir Belediyesi ve bağlı kuruluşlarında hizmet üreten altı bini aşkın kamu emekçisinin toplu sözleşme kazanımlarının CHP’li belediye idaresi tarafından fiilen rafa kaldırılması sonrasında Mayıs ayı sonunda başlattıkları eylemli mücadele toplu sözleşmenin şube yürütmesi tarafından 14 Ağustos’ta imzalanması ile sona erdi. Yaklaşık iki buçuk ay boyunca İzmir’deki en kalabalık, en kitlesel emekçi eylemlerine imza atan Tüm Bel-Sen’li emekçilerin mücadelesi açık bir oldu bitti ile aynı emekçilerde derin bir hayal kırıklığı yaratarak sonuçlandı.
Başladığı Yerde Biten Bir Toplu Sözleşme
14 Ağustos’ta imzalanan toplu sözleşmeyi şube yürütmesi şu açıklama ile duyurdu:
“Toplu sözleşme sürecimiz iki ay boyunca, elimizden alınmak istenen haklarımızı korumak için yaptığımız güçlü, sarsıcı eylem ve etkinliklerle geçti. Bu süreçte en büyük kazanımımız emekçilerin haklarına sahip çıktıklarında kazanacaklarını görmüş olmalarıdır. Tavan tutara çekilmek istenen sosyal denge tazminatına karşı mücadele başlatarak kararlı ve tavan tutar dayatmasını aştık ve sosyal denge tazminatı miktarına ilişkin işverenin teklifini 17 bin TL düzeyine çıkarttık. Diğer belediyelere de örnek olacak bir belediye meclis kararıyla üst limitin üstünde toplu sözleşme yetkisi alınması, özgür bir grevli ve toplu sözleşmeli sendika yasası mücadelemizin önemli dayanaklarından biri olacaktır.”
Tüm Bel-Sen şube yürütmesinin kazanım olarak sunduğu toplu sözleşme rakamları CHP’li idarenin gasp etmeye çalıştığı bir önceki toplu sözleşmede anlaşılan rakamların neredeyse aynısıdır. Yani yerel seçim öncesinde ve toplu sözleşme pazarlığı başlamadan büyükşehir emekçisi hangi ücreti alıyorsa 14 Ağustos’ta imzalanan TİS sonrasında da büyükşehir emekçisi birkaç yüz lira farklı aynı ücreti almaktadır. Arada değişen yegane şey idarenin önce sıfır zamlı bir sözleşme dayatması, ardından kamuda sosyal denge tazminatları için belirlenen yasal sınırı dayatarak ücretleri fiilen kesintili olarak yatırmaya başlaması, sonrasında tümüyle TİS kazanımlarını ortadan kaldıracak şekilde sosyal denge tazminatı olmaksızın maaş yatıracağı tehdidini savurması ve iki buçuk aylık eylemli sürecin sonunda da yasal sınır dayatmasından belli oranda geri adım atması olmuştur. TİS sürecinde AKP hükümetinin uydurduğu ve KHK ile bağıtladığı bir tavan tutarın CHP’li yerel yönetim tarafından dayatılmasının eylemli bir biçimde geri püskürtülmesi önemli olmakla birlikte imzalanan TİS ile kimin daha büyük bir geri adım attığı açığa çıkmıştır.
CHP’li İdare Ölümü Gösterip Sıtmaya Razı Etti
CHP’li idare herhangi bir fabrikada herhangi bir işverenin uygulayabileceği işçi düşmanı bütün bayağı taktikleri uygulamaktan çekinmemiştir. Önce toplu sözleşmeye saldırmış, onu yok sayarak hiçleştirmiştir. Sonrasında eylemler patlak verdiğinde birim amirleri tarafından kara listeler oluşturulmuştur. Büyükşehir’de eylemlerin sürdüğü alana çevik kuvvet yığınağı yapılmasını sağlamış, son olarak da soruşturma terörü ile emekçiler üzerinde korku yaratmaya çalışmıştır. Buna rağmen bu planın etkili olduğu söylenemez. Nitekim büyükşehirdeki emekçiler iki buçuk ay boyunca, üstelik kendi iş yerinin dışına da çıkarak kitlesel eylemler düzenlemekten geri durmadı. Buna rağmen sürecin son aşamasında şube yürütmesi TİS imzalanmadığı takdirde maaş bordrolarında ancak çıplak maaşın yer alacağı konusunda üyede oluşan endişeye ve soruşturmalarla açığa alınan emekçilerin akıbeti konusundaki kaygılara teslim olmuştur. Yani iki buçuk ay boyunca patronun salladığı ve aslında etkisiz kalan kof tehditlere sözleşme sürecinin finalinde teslim olunmuştur. İki buçuk ay boyunca eylemlerde edilen sözler berhava olmuş, son derece geri bir sözleşmeye imza atılmıştır. Bu durum sıkışan ve aslında her hafta bir önceki hafta ettiği lafı yutarak ilerleyebilen büyükşehir idaresinin başarısı değildir. Bu tablo esas olarak Tüm Bel-Sen İzmir I No’lu şube yürütmesinin ve yürütmede temsil edilen tüm sendikal grupların basiretsizliğidir.
Neticede Cumhur İttifakı’nın ve AKP’li Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıkladığı kamuda tasarruf paketlerinden güç ve hız alarak toplu sözleşmeyi kadük haline getirmek için en dip tekliflerle gelen idare ölümü göstermiş, bu durum kendi marifeti olmasa da, sonuç itibariyle emekçileri ve onu temsil etme iddiasında olanları da sıtmaya razı etmiştir.
Neyi Kaybettiğini Anlamayanlar Hiçbir Şey Kazanamaz
Toplu sözleşme süreci Tüm Bel-Sen I No’lu şube açısından açık bir yenilgidir. Üyeler içinse hüsrandır. Şube sadece geri bir sözleşmeye imza atmamıştır, kendisine güvenen, onunla yürüyen üyelerini de boşa çıkarmış, emekçilerde hayal kırıklığı yaratmıştır. İmzalanan sözleşme yukarıda belirtildiği üzere bir önceki sözleşmenin enflasyon karşısında erimeye mahkûm bir tekrarından ibarettir. Üstelik bu sözleşmeye de işçi düşmanlığı yapmaktan çekinmemiş bir patronun, bir belediye başkanının Ocak ayında “enflasyon farkı düşünülebilir” gibi şifahen verdiği bir söze istinaden imza atılmıştır. Oysa bunun güvenilirliği bir yana emekçileri enflasyona gerçekten ezdirmeme gibi bir iddiası olanların başta TÜİK’in belirlediği enflasyon rakamlarına dayanan bir farkı reddetmesi icap eder. “TÜİK yalan söylüyor” diye ortalıkta dolanan burjuva muhalefetin yerel yönetimlerinin lütfettiği, TÜİK rakamlarına göre belirlenmiş ve söze istinaden alınacağı düşünülen enflasyon farkına razı olunması bile Tüm Bel-Sen açısından büyük bir geri adımdır.
Toplu sözleşme sürecinden sonra üyelerin TİS’ten ancak bir taahhütname imzalayarak yararlanabiliyor olması da bir başka geri adımdır. Yıllar boyunca meşru ve fiili bir hattı ve toplu sözleşmeleri savunan bir sendikanın yıllardır var olan ve reddedilen bir dayatmaya razı olması basit bir taviz değildir. Üstelik bu dayatma sadece kabul edilmemiş, sendikanın üyelerine bizzat kendi kanallarından duyurduğu bir uygulamaya dönüşmüştür. Bu o toplu sözleşmede elde edilen tüm ekonomik haklara gölge düşürmüş, onları emaneten alınmış, hükümetin insafına kalan bir krediye dönüştürmüştür.
Sendikalar zorlu toplu sözleşme süreçleri geçirebilir, verdikleri mücadelelerde başarısız olabilir, yenilebilir, kötü sözleşmelere de imza atabilir. Bu mümkün ve sıklıkla yaşanan bir durumdur. Tüm Bel-Sen’in ve üyelerinin esas kaybı da sadece geri bir sözleşmenin imzalanması değildir. Esas kaybı ve yenilgiyi başka bir noktada aramak gerekir.
Tüm Bel-Sen bu toplu sözleşme sürecinde asıl yenilgiyi kendisini var ettiğini iddia ettiği ilkeleri çiğneyerek yaşamıştır. Esas yenilgi kendi mücadelelerinden çıkardığı deneyimlerden süzülen ve gururla savunduğu prensipleri kendisi rafa kaldırdığında yaşanmıştır. Altından kalkılmasının zor olduğu ama asıl altından kalkılması gereken yenilgi budur.
Sözleşme sürecinin son aşamasında belediye başkanının son teklifi karşısında artık eylemlerin zayıflayacağını, katılımın düşeceğini, soruşturmalar ardından üyelerde bir endişenin yayılacağını var sayanlar eylemleri tadında bırakarak süreci bitirmenin hesabına düşmüşler, kendileri de bu kararın sorumluluğunu almaktan kaçındıkları için, emekçilerin var olan duruma razı olacağını varsayarak, nasıl olsa evet çıkar umuduyla emekçilerin karşısına bir sandık koymuşlardır. Sandığı duyururken de “söz, yetki, karar emekçilerde!” diye mesajlar atmışlardır. 12 Ağustos’ta kurulan ve yüksek bir katılımla gerçekleşen toplu sözleşme konusundaki son teklifin ele alındığı referandum, göreve geldiğinden bu yana çalışanlara tehdit yağdıran ve saldıran belediye başkanı açısından bir çeşit güvenoyu yoklamasına dönüşmüştür. Kapalı kapılar ardında “sandıktan hele bir evet çıksın, görevden uzaklaştırılan arkadaşlarınızı aynı gün iade ederiz” diyen, dolayısı ile kendi oyunu deklare eden işverenin beklediği olmamış, sandıktan teklife az bir farkla bile olsa “hayır” çıkmıştır.
Tümüyle evet çıkacağı varsayılarak konulan bir sandık sonucu karşısında şube yürütmesi yalpalamaya başlamıştır. Soruşturmalarla açığa alınan ve işlerine dönmek isteyen kimi üyelerin, icraya düştüğünü, ekonomik olarak zorlandığını ifade eden başka üyelerin basıncıyla şube yürütmesi bu oylamanın sonucunu göz ardı ederek, yangından mal kaçırırcasına dar bir şube meclisi toplamış bu şube meclisindeki kendinden menkul eğilime de dayanarak, üyenin itirazına rağmen belediye başkanı ile masaya oturmuş, söz konusu geri sözleşmeye imza atmıştır.
Bu herhangi bir hata ve eksiklik değildir. Bu sınıf uzlaşmacı, bürokratik bir pratiktir. Yıllardır emekçilerin karar mekanizmalarında yer aldığını, toplu sözleşme süreçlerini şeffaf yürüttüğünü iddia eden ve bu iddialara da uygun davranan bir sendikanın kendi pratiğini kendi eliyle tekzip etmesidir. Prensip olarak savunulan, muhtelif metinlerinde yer alan bir ilkenin çiğnenmesidir. Altı bin kişilik bir kitlenin üçte ikisinin oy kullandığı, dört bin kişinin iradesinin yansıdığı, sandıkla alınan bir kararın çok daha küçük bir topluluk tarafından bypass edilmesidir. Bu tür bir tutumun mazereti yoktur. Bu tutuma mazeret geliştirenler bırakalım sınıf mücadelesi yürütmeyi ve işçi sınıfının kendi demokrasisini savunmayı demokrat dahi olamaz, tutarlı demokrat diye bile anılamaz.
Tüm Bel-Sen İzmir I No’lu şube bu süreçte sözleşmede bir takım hakları kaybetmekten çok yılların emeği ve mücadele birikimine dayalı, sınıf mücadelesine uygun bir dizi pratiği kaybetmiştir. Esas kaybedilen mevzi budur ve bu mevzi yeniden kazanılmadan başka türlü şeylerin kazanılabileceği düşünülmemelidir.
Yürütmede Yer Alan Tüm Sendikal Gruplar Bu Süreçten Sorumludur
Bu pespaye tablodan yürütmede yer alan tüm sendikal gruplar sorumludur. Bu sürecin şube yürütmesinde Sendikal Birlik ve Emek Hareketi’nin bir çeşit blok kurup yürütmedeki iş bölümünü kapalı devre belirleyip, başkanlık ve imzacı sekreterlikleri kendi arasında paylaştığı bir döneme denk gelmesi de tesadüf değildir. Sözleşme sürecinin en kritik anında sandıktan çıkan “hayır” kararına rağmen, “sözleşme imzalanmadığı takdirde istifa ederim” diye rest çeken bir şube başkanını oraya taşıyan, bu yönde ittifak kuranlar bu tablodan şüphesiz mesuldür. Sendikal Birlik işvereni ile aynı siyasal düzlemin uzantısı olmanın ne demek olduğunu en belirleyici anda göstermiş, sınıf işbirlikçiliğinin olağan zamanlarda değil olağanüstü dönemlerde en saf haliyle açığa çıkıp belirginleştiği gerçeğini herkesin gözünü sokmuştur. Emek Hareketi ise sandık sürecinde “hayır” demiş olmakla bu sürecin sorumluluğundan yırtamaz. Çünkü bu sınıf işbirlikçiliği ile genel kuruldan bu yana adı konmamış, fiilen süren bir ortaklığa girişenler, sınıf uzlaşmacı bir hattan ve onun sonuçlarından kendini sıyıramaz. Keza eylemler boyunca CHP’ye, CHP il yöneticilerine, CHP genel merkezine seslenen bir tarzdan Emek Hareketi de en az Sendikal Birlik kadar mustariptir. Üstelik “hayır” demiş olmalarına rağmen yürütmedeki Emek Hareketi temsilcilerinden biri de TİS sekreteri sıfatı ile sözleşmeyi imzalamaktan geri durmamıştır. Dolayısıyla Emek Hareketi’nin “sınıf sendikacılığı”, şube yürütmesine taşıdığı, kendi muhataplarını temsil etmek üzere yürütmeye gönderdiği kimseler üzerinde bile tesir etmeyecek kadar cılızdır.
Yıllardır sendika yürütmesindeki çoğunluğu oluşturan Mücadeleye Devam Kolektifi ise eylemli sürecin angaryasını omuzlamış, ama sürecin gideceği hattın belirlenmesinde yönsüz ve inisiyatifsiz kalmıştır. Sandık kurulması aşamasında kendi içindeki güçlü itirazlara rağmen doğru ya da yanlış bir tutumu açıktan savunup, üyenin karşısına çıkma sorumluluğu göstermemiştir. Yürütmeye gönderdiği temsilcileri bir kolektifin parçası gibi davranmamış, gelişmeler karşısında mevcut grupların eğilimleri arasında sürüklenir vaziyette kalmıştır. Neticede sandıkta muğlak ve belirsiz kalanlar, Emek Hareketi ile Sendikal Birlik arasında ihtilaf çıkınca şubenin çökmemesi adına “sorumlu davranmak” adına sınıf mücadelesi bakımından sorumsuzca hareket etmişlerdir.
Sonuç geri bir sözleşme değildir. Sonuç inandırıcılığını yitirmiş, üyesinin güvenini kaybetmiş, eylem kırıcı sarı sendikaların ağzına sakız olmuş bir sendika şubesidir. Bu durum bu sendikadaki yıllara sari emeğe, ödenen bedellere, örgütlü mücadelenin birikimine karşı haksızlıktır. Bu haksızlığın hesabı üyeye, çalışanlara, tüm kamu emekçilerine ve işçi sınıfına verilmelidir.
İlk ve En Ağır Özeleştiriyi Mücadeleye Devam Kolektifi Vermelidir
KESK’in genelinde sınıf uzlaşmacı bir çizginin, burjuva muhalefetle kurulan gevşek ilişkilerin, reformist, sendikalist geri bir hattın temsilcisi bir dizi sendikal grup vardır. Bunların nereden geldiği ve nereye gittiğini görmek ve anlamak için KESK’in mevcut durumuna bakmak yeterlidir. Şu ya da bu şubede, şu ya da bu sendikada, KESK’in bütününde egemenlik kavgası veren sendikal grupların aralarında beyazla kızıl arasındaki gibi keskin bir ayrım yoktur. Bunların arasında ancak nüanslar vardır ve pratik olarak da ayrımlar silikleşmiştir.
Türkiye’de demokrasinin ancak burjuva muhalefetin soldan desteklenerek gelebileceğine kanaat getirmiş, seslendiği kesimleri, işçileri-emekçileri Millet İttifakı’nın, CHP’nin, CHP’nin cumhurbaşkanı adayından belediye başkanına kadar seçmeni hale getirmiş siyasal akımların ve bunların sendikalardaki tezahürlerinin sınıf mücadelesi adına söyleyebileceği pek bir şey yoktur. Tek tek iş yerlerinde sınıf sendikacılığından bahsedip Türkiye’de siyaseti ve iktidarı belirleyeceği düşünülen temel siyasal konularda, sınıf düşmanına ama örtük ama açık destek vereceğini beyan edenlerin, seçimlerden 1 Mayıs alanlarına burjuva muhalefetin peşine takılanların tavizsiz bir sınıf mücadelesi vermesi beklenemez. Bu konudaki iddiaları da koftur ve kendi seslendikleri kesimlere yönelik boş bir ajitasyondan ibarettir.
Mücadeleye Devam Kolektifi bu tabloda, tek başına bu tabloya çare yaratabilecek bir çözüm gücü olarak sahneye çıkmadıysa da bu tabloda ayrıksı bir yerde durmaktaydı. Herhangi bir siyasal akımın doğrudan belirleyiciliği altında olmayan, örgütlü ya da çoğu örgütsüz ama politik, farklı kesimlerin buluştuğu bir taban örgütlenmesi olarak Mücadeleye Devam Kolektifi 2009 yılından bugüne şekillendiği, 2014’te kendini bir metin ile ifade ettiği günden beri de Tüm Bel-Sen’in en büyük şubelerinden birinde belirleyici vaziyette olmuştur. Bu taban örgütlenmesi yıllardır KESK’teki muhtelif sendikal grupların genel kurullarda, kendi metinlerinde döne döne bahsettikleri taban örgütlenmesi laflarını bunlardan bağımsız var etmiş sahici bir taban örgütlenmesidir. 2014 yılından bu yana da kendi metinlerinde ifade ettiği bir takım ilkelere göre hareket etmektedir. Tüm Bel-Sen İzmir 1 No’lu şubenin kazanım olarak ifade edebileceği pek çok mevzide belirleyici emeği vardır ve bu mevziler bu ilkelere ve bu ilkelerin emekçilerde, üyede yarattığı güvene dayanılarak kazanılmıştır.
Dolayısıyla bağımsız hareket etme kapasitesi olmayan, sınıf işbirlikçi ya da sendikalist akımların onlarca yıllık enkaz haline gelmiş, kendilerine pranga olmuş bürokratik, alışılmış geri pratiklerinden bağımsız hareket etme şansı olan yegane grup Mücadeleye Devam Kolektifi’dir. Kendi hukukunu işleterek on beş yıllık bir mücadelenin sağladığı ilkeleri pusula olarak kullanma şansına sahip yegane grup Mücadeleye Devam Kolektifi’dir. Ama bu birikim kullanılamamış, dahası toplu sözleşme sürecinde trajik biçimde heba edilmiştir.
Çok şeye sahip olandan çok şey beklenir. Çizgisi, yolu belli, bir dinamizm taşıyamayacak, bürokratik, sendikalist grupların bu sürece dair bütünlüklü bir özeleştiri verme şansı yoktur. Öyle bir ufukları da yoktur. Bu sürecin bilançosunu Mücadeleye Devam Kolektifi çıkarmalı, ilk ve en ağır özeleştiriyi hem üye, hem çalışanlar karşısında başta yürütmede yer alanlar olmak üzere Mücadeleye Devam Kolektifi’nin faaliyetçisi emekçiler vermelidir. Kendilerini yürütmeye taşıyan delegelerin karşısına çıkıp açıklama yapmalıdırlar. Bu sürecin sorumluluğunu almalı, “Kimse sorumluluk almasa bile biz alıyoruz. En büyük kusur bizde!” demeyi bilmelidirler. Bu sürecin buraya varmasına sahiden engel olabilecek yegane topluluk olarak bunu başaramamış, hatta denememiş olmasının hesabını en geniş kesimler karşısında hem yazılı, hem de iş yerlerinde üyenin şahsen karşısına çıkarak, yüz yüze bakarak vermelidir.
Geri bir pratik ve onun sonuçları ancak onu aşan bir başka pratikle giderilebilir. Tüm Bel-Sen’in mücadeleci değil, vasat bir sendika olmasını istemeyenler bu konuda adım atmalıdır. Tüm Bel-Sen I No’lu şubesinin İzmir’deki sınıf mücadelelerinin sadece kendi üyesine değil, İzmir’de farklı sektörlerden işçilere dahi güven veren aktif bir parçası olması ancak böyle sağlanabilir.
Bu konuda en büyük yük en fazla niteliğe sahip, kendi kurullarından onlarca yıllık gelenek olduğunu iddia eden akım ve gruplardan çok daha ileri pozisyonları çıkarabilen ve bu bunları tutuma dönüştürebilen Mücadeleye Devam Kolektifi bileşenlerinin omuzlarındadır. Mücadeleye Devam Kolektifi vereceği kararla ya kendisiyle geride kalan sendikal gruplar arasındaki ayrımı silikleştirip onlara benzeyerek önemsiz ve gereksiz bir duruma düşer ya da düne kadar çalışmasına katılan herkesin gururla savunduğu parlak bir pratiği yeniden yükseltir, sınıf mücadelesinin bütününe katkı koyan bir yerde durur.
Mücadeleye Devam Kolektifi an itibariyle bu sendikada kimsenin kimseden yapmasını beklemediği şeyi yapmalı, özeleştiri içeren bir bildiriyle emekçilerin karşısına çıkmalıdır. Yürütmede yer alan temsilcileri genel kurulda onlara oy veren delegelerin karşısına açık bir toplantıda çıkmalıdır. Genel kurul ve delege hesaplarından bağımsız olarak bu doğru olan olduğu için yapılmalıdır. İşçi sınıfının kendi mücadele kültüründe yer etmesi, sınıf demokrasisinin yaşatılması, emekçilerin özneleşmesi, burjuva siyaset ve onun yöntemlerinden başkaca yolların da görülüp anlaşılması için de bu yol izlenmelidir. Bu yol neticesinde geri çağırma hakkı da dahil olmak üzere farklı yöntemleri önüne koyabilmeli, kendini bu şekilde yeni mücadelelere hazırlamalıdır.
Mücadeleye Devam’ın genel kurullarda kendisini takdim ettiği metinlerde bildirilerde yer alan, yıllardır titiz bir şekilde arkasında durduğu, bu toplu sözleşme sürecinde ise kopulan bu ilkeli hatla tekrar bağlantı kurulması ancak böyle sağlanabilir. Mücadeleye Devam bildirilerine yazılan ilkelerin kağıt üzerinde kalması ancak böyle engellenebilir. Ortaklaşa belirlediği ilkelere göre hareket edebilenler ancak bu sayede takıldığı yerden kalkıp gözünün içine bakan binlerce emekçiye anlamlı bir şey söyleyebilir duruma gelebilir. Mücadeleye Devam’ın ayakta kalması ona bakıp yönünü tayin etmeye çalışan binlerce emekçi açısından bir ihtiyaçtır. Bu yol gösterici ve faaliyetçi çizginin silikleşmesi ve soluklaşması tek tek ve toplu olarak bu emekçilerin kaybı olur. Bu noktadan çıkmak için çaba gösterilmesi ise sadece Mücadeleye Devam’ın bir hatadan dönmesi değil, bu şubenin ve sendikanın bulunduğu geri pozisyondan çıkması anlamına da gelecektir. En basit ekonomik kazanımın bile, elde edilmesi de kalıcılaşması da ancak böyle bir gayretin ürünü olabilir.
Köz’ün arkasında duran komünistler bu kolektifin nasıl bir yol izleyeceğini uzaktan izlemeyecek. Bu tartışmaların parçası olacak, bu sendikanın ve temelinde emeğimiz olan bu kolektifin sahici bir sınıf dayanışma ve mücadele mekanizması olarak kalması, öyle işlemesi, gerçek bir kitle örgütü gibi hareket etmesi için pratik sorumluluklar almaktan kaçınmayacaklardır.
Komünistler işçi sınıfının şu ya da bu kesiminin dar çıkarlarını değil, işçi sınıfının bütününün genel çıkarlarını savunurlar. Buradan hareketle burada yürüyen mücadelelerin bu topraklarda sınıf mücadelesinin bütününe bir katma değer sağlaması için, burada faaliyet yürüten kesimlerin de asıl olarak, olması gerektiği gibi, işçi sınıfının iktidar mücadelesinin devrimci bir parçası haline gelmeleri için çabamız sürecek.
Özgürlük Savaşan İşçilerle Gelecek!
İzmir’den Komünistler