Bu oturumumuzda Kautsky’i ele aldık.
Sunum için söz alan yoldaş şunları ifade etti:
“Merkezciliğin temsilcilerinden Kautsky’nin merkezciliği neden önemlidir? Sorusunu sorarak başlayalım. Ya da Kautsky neden hala bugün bizim için önemlidir? Çoğu insan Lenin’in eleştirileri dışında adını bile duymuyor, adını bile anmıyor. Neden biz hala bu Kautskycilik hakkında konuşuyoruz? Bunları ele alacağız. Sunum içerisinde Lenin’in yaptığı merkezcilik tanımını akılda tutarak devam edersek bizim için faydalı olacaktır. Lenin merkezciliği, işçi kitlesini doğrudan karşısına alan, onlara karşı devrimci ve düşmanca fikirleri aşılamaya çalışan ve burjuvazinin yanında açıkça yer alanlardan ziyade bazı Marksist formüller ile özellikle de Marksizm’in devrimci kısımları değil, daha bilimsel yanlarını ortaya çıkarmaya çalışan ve bunları kullanarak siyasete dair bir takım safsatalar üreterek aslında işçilerin yanında olduklarını lakin şartların devrimci eyleme, devrimci bir duruma müsait olmadığı için farklı siyasi tutumların benimsenmesi gerektiğini açıklayan ve bunu kanıtlamaya çalışan bir tutumdur diyerek açıklamıştır.
Merkezciler doğrudan ‘’sosyalizme karşıyız’’ demezler, işçi sınıfının kurtulması gerektiğini söyler; savaşa karşı kendi devletlerini doğrudan desteklememe tavrında bulunurlar. Emperyalizme karşıdırlar ve bugün buna karşı tutumlarından merkezcilikleri anlaşılır. O zamanki sosyal demokratların sağ kanadı gibi emperyalizm iyidir, emperyalistler de gereklidir gibi şeyler söylemezler. Tersinden “biz emperyalizme karşıyız, emperyalizm kötüdür, karşı çıkmak gerekir” diye tutum takınırlar. Kendine devrimci sıfatını atfeden herkesin kabul edebileceği şeyleri söylerler. Bütün bahsettikleri tutumların yöntemi ve taktikleri ve kim aracılığıyla yapılacağı, devrimci öznenin olup olmaması ve ayaklanmayı yönlendirip devrime bağlanması gibi sorulara cevap vermezler. Kimin devrimci ya da merkezci olduğu bu sorulara verilen cevaplarda ortaya çıkar. Merkezcilerin hiçbiri bu sorulara devrimciler gibi cevap vermezler. Merkezciler açısından bu sorunlar hiçbir zaman söz konusu edilmez. Herhangi bir şekilde devrimci bir aktörün ön planda olması, bu özne aracılığı ile bir ayaklanmaya öncülük edilmesi, işçi sınıfı adına iktidarın ele geçirilmesi, bütün bu sorunların, savaş sorununun, emperyalizm sorununu, devrime bağlanması dolayısı ile işçi sınıfının iktidarına bağlanması gibi sorunlar hiçbir zaman söz konusu edilmez. Söz konusu edilmemesi hali de henüz hazır olunmadığı gibi birtakım teoriler getirilerek gerekçelendirilir.
Biz de bunu Lenin’e göre sosyal şovenizmin en ustaca yapılmışı olan Kautsky’nin “ultra emperyalizm”ini konuşarak anlatmaya çalışacağız. Ultra emperyalizm şu manaya geliyor en özet haliyle: yurtta ve dünyada barış, kapitalizmi daha iyi geliştirir. Emperyalist savaşlar değildir kapitalizmi geliştiren şey tersinden barıştır kapitalizme iyi gelen. Dolayısıyla kapitalistlerin barış ile bir çıkarları olduğu için ultra emperyalist, sınırları olmayan, herhangi bir devletin çıkarlarını savunmayan bir devletler birliği gibi bir birlik kurmalıdırlar ve bu birlik aracılığı ile dünyayı sömürmelidirler. Bu da kapitalizmin en ileri aşamasını getirecektir bize. Temelde budur ultra emperyalizm. Kautsky’e göre kapitalizm barışçıl ve serbest piyasaya göre şekillenen bir sistem. Bunu da İngiltere’nin en büyük ve tek endüstriyel güç olduğu, dünya piyasasını el altında tuttuğu döneme istinaden söylüyor. Bunun karşılığında dünyanın geri kalanı tarım üretiminde ön plana çıkmaya başlıyor bu ilişkiyi Kautsky endüstriyel dev için gıda üretmek zorunda diğer taraftan üretimini ihraç edebilmek için tarım alanını pazar olarak belirlenmesi gerekli. İngiltere ve tarımsal üretim yapan yerler durumlarından memnunlar. Bu denge nasıl bozuluyor özellikle batı Avrupa ülkeleri sanayide gelişme gösterdikçe sadece tarım üretimi ile ustalaşan doğu endüstri pazarından pay istiyor Amerika. Geriden gelenler kontrol talep ediyorlar. Endüstrisi gelişmekte olan ülkenin kendisine bir pazar arayışı amacıyla genişlemeci yayılmacı politikası başlıyor. Başta sermaye akışı olmaya başlıyor ancak devamlı sermaye akışı olan bir yerde endüstrisini geliştirerek güçlü olması ve kendi payını istemesi de söz konusu. Bu konu kendini kolonileşme olarak gösterdi. Kolonilerin oluşmaya başlaması iki farklı problemi doğuruyor. Birincisi, işçilerin kölelik şekliyle sömürülmesidir. Ancak çözümü sosyalizm diyor fakat nasıl geleceğinden bahsetmiyor. Oraya gelmeden önce başka bir ciddi problem olarak emperyalist devletlerin kendileri arasında rekabeti ile savaş problemi yaşıyoruz. Silahlanma yarışı da savaş tehdidini gösteriyor. Peki bu nasıl çözülecek; birinci dünya savaşı sonlandı ancak savaş kapitalist ekonomiyi tehlikeye atacak. Kapitalistlerin olası bir durumda sırtlarına yük bineceği için bundan uzak duracaklar, savaş karşıtı olabilirler-olmalıdırlar. Kapitalistlerin çıkarının bu kadar araştırıldığı ve kendisini devrimci ilan eden çok fazla yazı yoktur. Kautsky de proleterlerin çıkarlarının nerede yattığından değil çok daha fazla kapitalistlerin çıkarları konusunda yazıyor. Lenin de Kautsky’i bu yüzden eleştiriyor. ‘’Güya sansürden dolayı bunları yazmazsın fakat burjuvalara, kapitalistlere neyin iyi geldiğini yazma konusunda son derece rahat hareket edersin’’ diye bir eleştirisi vardır.
Eğer kapitalistler için “barış iyi emperyalizm kötü” ise bu noktada Lenin’in şovenizmin en ustaca formu olarak tanımladığı ultra emperyalizm teorisini geliştiriyor Kautsky. Emperyalizmin/şovenlerin ipliğini pazara çıkarmak zor değil açıktan pozisyonlarını tarif ediyorlar. Ustalık konusu, proletaryanın iktidarını güçlendirmeyecek bir form tarif ediyorsan sosyal şovenizmi tarif ediyorsundur.
Ultra emperyalizm diyorki: Tüm dünyanın gelişmiş ulusal finans kapitalistleri birleşmiş bir araya gelmiş barış içinde uluslar üzeri tek bir finans kapital etrafında sömürülsün dünya. “Dünyanın tüm kapitalistleri birleşin” gibi bir şey oluyor Kautsyky’e göre. Bu işçiler için iyi bir durum değildir. Orada da bir teorik açıklama yapıyor. Yeni dönem işçilere felaket bir süreci tarif edebilir ancak yeni imkânlar da açacaktır diyor. Çünkü işçi sınıfının burjuvaziyle iş birliği yapmadan imkânları devrim için elverişli değil. Kapitalizmin daha ileri bir aşamasına geçtiğimiz için işçi sınıfı sosyalizme geçtiği için imkânlar daha da olgunlaşmış olacak. Merkezciliği bu görüşlerinde daha somut görünüyor. Bunları o dönem Spsd Alman gazetesinde yazıyor. O dönem Spsd’nin iki kanadı var.
Spsd’nin sol kanadı emperyalizm kapitalizmin kaçınılmaz sonucudur diyor. Devrimci durumda emperyalizmin kaçınılmaz olduğu yerde proleterlerin devrimci durumu da kaçınılmaz olup gerekli bir hal alırı savunuyor. Sağ tarafta da emperyalizm gerekli ise emperyalistler de gerekli karşı çıkılmamalıdır diyorlar. Kautsky emperyalizme düşman ve emperyalizme karşı çıkmak gerekir diyor. Ancak sosyalizm bu koşullarda gelmeyecektir. Öncelikle savaşçı emperyalist süreçten barışçı bir sürece geçmelidir. En geniş barışçı ultra emperyalist bir durumu oluşturmayı hedefliyor. Emperyalist olmayan devletler bir araya gelerek ultra emperyalizme çıkması gerekiyor. Bunun doğal sonucu olarak eğer asla sosyalist devrim olmaz ama barış gelse belki mümkün olur dersem savaşı istemeyenler emperyalist çatışmada ezilenler bir araya gelmeli, bunların içinde proleterler ve demokratik barışsever kapitalistlerle birlikte olmalıdır. Emperyalistlere karşı en geniş hattı kurmalıdır diyor.
Erdoğan’a karşı en geniş mücadele hattı buradan tanıdık olabilir. Bu da ultra emperyalist anlayıştan farklı bir anlayış değildir. Bunun tam olarak adını Lenin sınıf iş birliği olarak tanımlıyor. Proleter taktikleri öne çıkarmayıp, onların mücadelesini burjuvaziye yedeklenmesinin propagandasını yapanları bu şekilde tarif ediyor.
Kautsky’i biz kimse onu referans olarak almasa da Ekim Devrimi’nin yenilgisi ile tüm sol sosyalist siyasete etkisi olduğunu görüyor ve bunları teşhir etmek için sürekli ön plana çıkarıyoruz. II.Enternasyonal’in revizyonizm çizgisini teşhir edebilmek için ön plana çıkarıyoruz biz. 1929 Buhranı ile çöküş teorisiyle karşı karşıya kalındı. Diğer taraftan ikinci paylaşım savaşı sırasında Alman faşizminin yükselmesi ile faşist emperyalistlere karşı demokratik emperyalistlerle birlikte mücadele edilebilir ve küreselleşme fikri Kautsky’nin ultra emperyalizmine benziyor. Ultra emperyalizme benzemesinin diğer tarafı da savaşmaya da gerek yok ülkesel finans kapital yerine ulusal finans kapitali gösteriyor.
İşçi sınıfının düşmanı kendi yurdunda demektense “küreselleşen sermaye karşısında daha fazla eziliyor” deniyor. Daha zor koşullarda çalışmaya devam ediyorlar. Bu durum işçilerin ayaklanmasının daha fazla önünün açıldığının gösteriyor deniyor. Küresel sermaye karşısında kime karşı ayaklanacaklarını tarif edemiyorlar. 2000’lerin başında patlak veren küreselleşme karşıtı eylemler aslında tam olarak İkinci Enternasyonalist bir durumu tarif ediyor. Kautskyci anlayış koşullar nasıl değişirse değişsin ayak uydurabiliyor. 2008 krizinin ardından küreselleşmenin tersine hareket edilmeye başlandı ve sınırların daha önemli olduğu süreç yaşamaya başladık. Amerika’nın sürekli olarak kendi krizinin içerisinde ve İMF’den NTO’dan çekilme tehditleri etmeye başladı. Sonuç olarak kendi zayıflayan durumundan ziyade dünya içerisinde bir finans kapital bir krizin olacağı dahi söylenilmedi. Korumacılık ekonomik krizin daha da büyüdüğünü gösteren bir durumdur. Kar paylaşılırken barış normaldir zarar paylaşılması zamanında ise en az payla kurtulmak isteyenler savaşa evirilebilecek sorunlar yaşamaya başlayacaklardır. Derinleşmekte olan krizden en az zararla çıkmaya çalışan ve bu zararla çıkmaya çalıştığı için gittikçe korumacı politikaları arttıran ve aynı zamanda da yine Marks’ın söylediği eşitsiz gelişme yasası gereğince hiçbir şekilde tüm finans kapitali kendi elinde tutmayı da başaramamış bir ABD görünüyor. Eğer Marksizm’i doğru bir şekilde okuyacaksak bunun da altını çizmek gerekir. Çünkü tüm servetin herhangi bir (ABD olmak zorunda değil) o ya da bu ulusal güç elinde toplanması mümkün değil. Eşitsiz gelişme yasası şunu kastetmiyor aslında, Kautsky biraz öyle anlıyor, “geriden gelen ülkeler, geriden gelişen ülkeler” diyerek ele alıyor. Oysaki eşitsiz gelişme yasası şunu gösteriyor, hiçbir zaman kapitalizmin doğası gereği Kautsky’nin ön gördüğü sermayenin tek bir yerde toplanması mümkün olmayacak. Kapitalizmin kendi doğası gereği bu çelişkilere ve çatışmalara ortam hazırlanıyor. Bu dengesizlik artarken, ekonomik kriz, finans kapitalin farklı gruplarının kendi aralarındaki çatışmalar da gittikçe derinleşirken farklı ulus-devletler içindeki uzantılarındaki çatışmalar da derinleşiyor. Emperyalistlerin arasındaki bu derinleşen krizin her ulusal devlet üzerinde farklı farklı yansımaları oluyor. Bu yansımaların en fazla hissedildiği yer Türkiye. Bu tarz krizler dünyanın birçok yerinde devrimci durumu da ve devrimci kalkışmanın da imkânını arttırıyor. Türkiye bunun en iyi örneklerinden bir tanesi.
Ultra emperyalizmden beslenenler çelişkiyi göremiyor ve artan krize karşı cevapları “işçiler için daha iyi şartlar, sosyalist siyasetin yapılacağı şartların gelmesi vs. için demokrat olanlarla iş birliği yapılır” oluyor. “Asıl düşmana” karşı birliktelik yapılabilir diyorlar. İş birliği yaptıkları kesimlerin burjuva olduklarının tarifini yaparlar ancak düşmana karşı herkesle birlikte mücadele edilebilir diye tarif ederler. “Faşist olmayan kapitalist güçlerle iş birliği yapılabilir” olması gibi bir fikir sınıf uzlaşmacılığını ortaya çıkarıyor. 80’lerde ABD’de yeni komünist hareket diye bir hareket kuruluyor ve en temelde de kendi alamet-i farikası olarak gördükleri yaklaşım şu oluyor, “Güneyde faşist kapitalistler var kuzeyde liberal ve demokrat kapitalistler var. Liberaller bizim önümüzü açarlar faşistlerle hiçbir şey yapamayız.” diyorlar. “Liberal demokratlar sayesinde faşist kapitalistleri ezebiliriz” gibi bir yaklaşımları oluyor. Yine Türkiye özelinde bir örnek verecek olursak ABD, emperyalistler, Erdoğan, Amerikancı muhalefet bunların uzantıları vs. bunların arasındaki çatışmaları anlamayanlar da şu an Erdoğan ‘ı ve Akp’yi süper şeytan olarak tarif ederek burjuvazi ile iş birliği yapmaya çalışıyorlar. Yaklaşık olarak son on yılımızın özeti de bu bizim. 2010 referandumundan sonra gelinen siyasi çizginin özeti bu diyebiliriz. Bu koşullar da sınıf uzlaşmacılığının daha da kötü olduğunu görüyoruz. Çünkü böyle bir siyaset devrimci durum arttıkça, artık proletaryanın siyasi öznesinin müdahalesi kaçınılmaz hale geldikçe bir devrim sorunu hale geldikçe bu tarz sınıf uzlaşmacı, gıdasını tamamen II. Enternasyonal’den alan merkezci siyasetler de artacak ve bu siyasetlerde kendini daha çok belli etmeye başlayacak. Bizim merkezciliği bugün tekrar tekrar konuşmamızın anlamlarından biri bu. Biz böyle bir ortamda merkezciliğin hâkim olduğu bir ortamda, devrimci mücadeleyi yükseltmeye çalışanlara bir çağrıda bulunuyoruz. Dolayısıyla bu merkezciliği ve bunun sonuçlarının ne anlama geldiğinin, bunun nasıl bir sınıf uzlaşmacılığı olduğunun altını çizmek, Kautsky’nin görüşlerini anlamak ve hakkını vermek için değil ama bizim şu an hedeflediğimiz siyasi çizgide yürüyebilmemiz için önemli ve gerekli bir araçtır.”
Sorular:
- Kautsky’nin kötünün iyisi diyerek iş birliği yaptığı kesim ile bizim yaptığımız faaliyetlerle (diğer siyasetler ile ortak işler vs.) ona benzemiyor muyuz?
- Savaş döneminde devrim mücadelesi verilemez barışçıl bir yöntem gerekli diye bir tespit yapıyor Kautsky. Buna karşı durmanın sebebi ne olmalıdır?
- Hepimizin referansı Ekim Devrimi kâğıt üzerinde baktığımız zaman. Herkes bunu anlıyor, bundan bahsediyor. Lakin şu an en canlı ve en hakim olan tezlerin bir taraftan tasfiyeci tezler bir taraftan Dimitrov ve 28 programıyla kesinleşmiş revizyonist çizgi olmasını nasıl açıklayacağız? Bunun kökeni neresidir?
- Kimsenin itiraz etmediği bir Komünist Enternasyonal ve Ekim Devrimi var. Solun genelinin sahip çıktığı Komünist Enternasyonal’in siyasi çizgisinin bu denli sönük ve silik kalıp mahkum edilmiş olan bu oportünist tutumların etkin olmasını nasıl açıklamalı?
- Kautsky’nin bizim için önemi nedir?
- Kautsky’i en tehlikeli olarak görmek yanlış olur dedi ve Rosa’lardan vs. bahsederek yeni partiye dahil olduklarını tarif etti yoldaş. Rosa’ları nasıl ele almalıyız?
Yanıtlar:
“Kautsky meselesindeki en kritik nokta olarak sosyal demokrasi içerisinde en kötüsü bu adam olarak anlaşılır. Alman Sosyal-demokrat Partisi’nin savaşı desteklemesine karşı ilk karşı duranlar Kautsky ve Bernstein oldu. Siz sosyal demokrasiyi lekelediniz artık bu partide durulmaz diyerek sosyal demokrat partiden koptular. Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht burada durmaya devam ettiler. Kautsky koptu ve yeni bir parti kurdu. Buna rağmen neden en tehlikelisi odur? Çünkü hâkim ideolojinin en temel sorununu en iyi temsil eden odur. Burjuvazi bir sınıftır ve ortak çıkarları doğrultusunda birleşir devlet de bu ortak çıkarların bekçisidir, öbür tarafta da ayrı bir sınıf vardır, proletarya diye ifade edilir. Manifesto’da söylendiği gibi tarih sınıf mücadeleleri tarihidir. Ya iki sınıf birden ortadan kalktı ya da bir sınıfın yerine yenisi geldi deniliyor Manifesto’da. Böyle denilince zannediliyor ki burjuvazi ve proletarya birer sınıf olduğuna göre ikisi de benzer şeylerdir, yalnızca karşıt çıkarları vardır. Böyle olunca proletarya sınıf mücadelesini kazanıp iktidara gelmesiyle bütün bu tarih boyunca olup biten şeyler tekrar eder. Ne oluyor ki proletarya bu sınıf mücadelelerine ve tarih boyunca darbeye damga vurmuş sınıf mücadelelerini ortadan kaldıracak? Bu soru, bu anahtar nokta bunun sadece proletarya tarafından sağlanacak olmasının cevabı şudur daha önceki bütün egemen sınıflar üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı sınıflardır. Bütünüyle özel mülkiyetten mahrum edilmiş olan proletarya sadece bu insanlığın kurtuluşunun önünü açabilir. Esaslı tespit budur. Kautsky’nin yanılgısı, sanki burjuvazi kendi ortak çıkarları etrafında birleşerek barışçı yollarla çözülebilir olarak varsayıyor. Lenin ile aralarındaki esaslı tartışma bu. Buradaki yanılgı, özel mülkiyete dayalı hiçbir sınıf proletaryaya benzemez. Kautsky’nin kafasında, dünya çapında bir sermaye oluştuğuna göre büyük burjuvalar kendi aralarında bir hakem etrafında ortaklaşabilirler diye bakıyor. Bunun olmayacağı bir tek yer var. Proletarya safı. Proletaryayı burjuvazi rekabet içerisine sokarak dayanışmanın önüne geçmektedirler. Kautsky de bu esaslı gerçeğin üzerinden atlıyor. Burjuvazinin ortak çıkarları etrafında barışçıl biçimde anlaşabileceğini varsayıyor. Lenin de bunun olmayacağını, anlaşamayacağını bu meselenin ancak savaşla çözüleceğini söylüyor. Paris Komünü’nde görüldüğü gibi burjuvazi kendi arasında çatışmaya düşünce bu işten proletarya yararlanıyor. Emperyalist savaşlar başladığında bundan biz yararlanacağız diyor Lenin. İşte Kautsky ile olan tartışmasından itibaren de Lenin’in bu vurgusu artıyor. Bunu kavrayınca Kautsky’nin yanılgısının nasıl bu kadar kolay yayıldığını genel kabul gördüğünü anlarız. Yani özel mülkiyete dayalı sınıflar arasında kaçınılmaz bir rekabet olduğunu ve bu rekabet nedeniyle devletlere aynı zamanda paylaşılacak yer kalmayınca da yeniden paylaşım için bu devletler arasında bir savaşla yüz yüze kalınacağı kavranabilir.
Kapitalizmin doğası gereği rekabetin oluşması gerekir. Rekabet olduğu müddetçe barış koşulları asla sağlanamayacaktır. Kar oranlarının paylaşımı süreçlerinde barış olabiliyor, ama kriz ortaya çıktığında bu barış koşulları ortadan kalkacaktır.
Milletler Cemiyeti’nin kurulması amacı: “Savaş istemiyoruz, sorunları birlikte çözmek istiyoruz”dur. Lakin bu kurulduktan sonra 2. Paylaşım Savaşı ortaya çıktı. Bu savaştan sonra da Milletler Cemiyeti’nin daha kapsamlısı olan Birleşmiş Milletler kuruldu. Birleşmiş Milletler aslında emperyalist statükonun korunması amaçlı kurulmuş bir cemiyettir. 2. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan statükonun ve durumun korunması amacıyla kurulmuş bir kuruluştur. Bu barışın devamını sağlamazsam bu durum değişebilir diyen bir kuruluştur. Bu kuruluşun ardından gelen süreçte bu kuruluşun herhangi bir savaşı durdurduğu da söz konusu olmamıştır. Bu gibi hakemlerle devletler ve kapitalistler arasındaki savaşları durdurmak zaten mümkün değildir olmayacaktır da.
Ne oldu da bu kadar çarpık ve yanlış olan bir kavrayış ya da siyasal çizgi bugün bu kadar hakim bir çizgi olarak var olmaya devam etmektedir. Bugün Türkiye’de ve dünyada Ekim Devrimi’ne sahip çıkılıyor gibi görünse de asıl olarak Komünist Enternasyonal’in revize edilmesi sonucunda bu görüş bu kadar hâkim olmuştur. Bu hâkim olan çizgiye karşı Komintern’in bayrağını yeniden yükseltmenin mücadelesini yürütüyoruz. Bu sağlanmadan bu oportünist hâkim görüş alt edilemeyecektir.
Savaşta devrim mücadelesi verilemez diyenlere karşıyız. Lakin barış dönemlerinde de devrim mücadelesi vereceğiz. Ama savaş dönemlerinde devrim mücadelesini kesintiye uğratmamak gerekir. Çünkü savaş hem ekonomik krize hem de siyasi krizlere sebep oluyor. Önümüzdeki süreçte yeni savaşlarda kendisini var edecektir. Bu savaşların neticesinde politik ve ekonomik krizler daha da artacaktır. Bu krizler de işçilerin isyanını artıracaktır. Bu da devrimciler için çok fazla olanak ve imkan yaratmış olacaktır. Barış durumunda bu olanaklar var olmayabilir. Ama bu devrim mücadelesini vermeyiz anlamına gelmez. Ayrıca savaş döneminde oportünistlerin maskesi düşer. Olası bir ayaklanmayı engellemeye çalışır oportünistler, bu da maskelerinin düşmesi anlamına gelecektir. Barış durumunda oportünistlerin bu maskesi çok kolay düşmeyecektir.
Bizim oportünistlerle ortak iş yapmış olmamız Kautsky’nin taktiğini izlediğimiz anlamına gelemez. Biz onların maskesini düşürmek için onlarla ortak iş yapmaya çalışıyoruz. Ortaya çıkan rejim krizi bize oportünistlerin maskesini düşürmek için fırsatlar sunuyor. Bugün yaptığımız bir dizi ortak işin amacı da bu fırsatları kullanarak teşhir etme faaliyetleridir. Bizim onlarla ortak iş yapmamızın amacı daha güçlü bir mücadele ağı örmeyi hedeflemek değildir. Devrim mücadelesine dâhil olmak isteyip oportünistlerle yürüyenleri bu oportünistlerden kurtarmaktır amacımız.
En tehlikelisi Kautsky değil ise neden hep bu adam hakkında konuşuyoruz, neden 21 Koşul’da isimleri geçiyor? Sosyal demokratların sağ kanadıyla ilişkili bir söylemin artık komünist siyasetle alakası yoktur. Fakat hala bununla alınıp en ustaca hali olarak görünenler, gizleyenler ise Kautsky ve Hilferding gibi isimlerdir. Maskenin altında başarılı bir şekilde gizlenmektedirler. Bugün dilimize pelesenk olmasının sebebi de budur. Parti içine girip oraya zarar verecek şekilde tutumlar sergilemektedirler. Türkiye’ye baktığımız zaman da asıl derdimiz açık şekilde Kemalizm savunusu yapanlarla değildir. Bu kesimlerle polemiğe girmek ya da teşhir etmek gibi bir tutumumuz yoktur. Teşhir ile maskesini düşürmeye çalıştığımız “sosyalizm gereklidir, savaşa, emperyalizme karşıyız” diye öne çıkanlar. Siyasetlerine baktığımız zaman “ya sosyalizm ya ölüm” şiarını öne çıkartırlar, peki nasıl olacak sorusuna ise bir önerileri, somut bir hareketleri yoktur.
Komünist siyasetin amaçları arasında da devrimcilik aşılamak gibi bir şey yoktur. Devrimcilik üstünlüğü belirtme gibi bir tutumumuz da olamaz. Oportünist, komünist dediğimiz zaman bunları şahıslara atfetmeyiz. Belirli grup, akım, siyasetlerden bahsederiz. Yapmaya çalıştığımız şey bu militanların var olduğu yerde bu tutumu gün yüzüne çıkarmak ve onları bünyemize katmaktır. Bu hem bizle hem de sosyal durumla alakalıdır. Birisine gidip bir şey aşılamaktan bahsetmemekteyiz. O militanlara bir çıkış noktası göstermektir. Tek tek şahısları hedef noktasına oturtmaktan ziyade akımları hedef alıp bu teşhiri sağlamaktır amacımız.”
1 Mayıs Mahallesi’nden Komünistler