Sınıf Mücadelesinin Strateji ve Taktikleri seminer dizisinin “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Proleter Devrim” başlığını taşıyan üçüncü oturumunun transkripsiyonu yayımda.

Moderatör:

Bugün Komünist Enternasyonal’de ulusal soruna ilişkin tezleri ele alacağız. Etkinliğin formatını biliyorsunuz. Konuşmacı önce yarım saatlik 40 dakikalık bir sunum yapacak. Daha sonra soru cevap üzerinden ilerlenecek. Ben sözü yoldaşa bırakıyorum.

Konuşmacı:

Merhaba arkadaşlar. Ulusal sorun Marksizim açısından en çetrefilli konulardan birisidir. Buna ek olarak da sonradan ilave edilen çarpıtmalar nedeniyle sorun daha çapraşık bir hale gelmiştir. Bunların detaylarına girmekten ziyade, bizim esas olarak almamız gereken noktaların üzerinde duracağım. Komünist Enternasyonal’in 2. Kongresi’nde benimsenen ulusal sorun ve sömürgeler sorunu hakkında yazılan tezlerin üzerinde duracağız. Bununla birlikte burada, karışıklık yaratan konuları ele alacağız. Bu tartışmanın iki boyutu var. Birincisi 1. Emperyalist savaş başladıktan sonra özellikle Rosa Luxemburg gibi bazı Hollandalı sosyalistlerle Lenin’in yaptığı tartışmalar vatan savunması çerçevesinde geçen tartışmalardır. Bunlar daha çok 2. Kongre’ye gelmeden evvel yürüyen tartışmanın konusudur. Buralarda zaman zaman Marks’a gönderme yaparak vatan savunmasının meşru olup olmadığı konusu bir tarafta; beri yanda da vatanla iç içe geçen bir ilhak sorunu. Yani deniz ötesi ya da uzaktaki sömürgeler konusunu esas kabul eden genel bir yaklaşım olmakla birlikte özellikle ilhak edilmiş topraklarda ulusal sorunun olup olmayacağı tartışmalıdır. 1915’ten itibaren Lenin bu husus üzerinden ilhak var deyince, Avrupa’da daha çok konuşulan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun sorunları, çünkü içine birçok toplumu ve ülkeyi ilhak etmiş olarak savaşa giren bir imparatorluk, ve oradaki sosyalistlerin bu soruna özerklik gibi formüllerle çözüm bulma yaklaşımları bir taraftan sunarken, güya sol görünümlü “biz sınırların ortadan kaldırılmasını savunuyoruz, küçük küçük devletlerin kurulmasına taraftar olamayız” gibi fikirler sağda solda, bilhassa sol görüşlerde ortaya çıkmakta. Buna paralel olarak da burjuva demokratik görevler konusunda daha sol bir tutum takındığını iddia eden, yani bizim bunlarla alakamız yoktur; zaten ulusal sorun da bir burjuva demokratik sorundur argümanına dayanarak yürütülen bir tartışma var. Bu noktada Lenin’in ilk kez “emperyalist ekonomizm” kavramını kullanışı tam bu bağlamda katkı sunuyor. 1916’nın Ağustos-Eylül aylarında yeni doğan emperyalist ekonomizm eğilimi başlıklı bir makale yazar. Bunun 1916’da yazıldığını, ondan sonra da herkesin bundan haberdar olduğunu söyleyenler var. Bu doğru değil. Bu makale ancak 1929’da gün yüzüne çıktı yayımlandı. Yani Lenin’in ilk, Rusya’daki popülist artıklarının ekonomizm eğilimine benzeştirerek kullandığı bir emperyalist ekonomizm kavramını ilk kez tanımlandığı makale yazıldığı zaman muhtemelen dar bir çerçevede okunup tartışılmıştı. Ama 1929’a kadar yayımlanmadı. Daha çok bilineni de Kievsky takma adını kullanan Pyatokov’la yaptığı polemik. Yine aynı çerçevede Marksizm’in Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm başlığıyla yayımlanan broşüründe yapılan tartışmalar bilinmektedir. Ama esas itibariyle buralarda burjuva demokratik görevlere yaklaşım ve sınıfsız topluma giden yolda kesintisiz bir sürecin açılması noktasında Lenin’in daha önce İki Taktik’te savunduğu perspektifin bir manada bu ölçüye taşımış olduğu bir yaklaşım söz konusu. Ve o zaman demokratik devrim değil sosyalist devrim, işçilerin iktidarı alması gibi Troçki’nin falan savunduğu 1905 arefesinde ve sonrasında savunduğu görüşlere benzer şekilde savaş sonrasında da ulusal sorun bir burjuva demokratik meseledir ve dolayısıyla bizim bununla işimiz olmaz diyen birtakım sol görünümlü oportünistlerle epey tartışma icap etti. Pytakov bunlardan birisiydi, bilinen tanınan kadrolarından biri olan ve Kievsky takma adıyla yazan. -Devrimden sonra Pyatakov ismini kullanacak.- Bu tartışma savaş zamanı ve Ekim devrimi’ne kadar dek süren tartışmadır. Bunun öncesinde Lenin’in benzer bir şekilde Rosa Luxemburg’la Polonya meselesi üzerine yürüttüğü tartışma var. O da bir takma adıyla yazdığı Junius broşürü üzerinden bir tartışma yürütüyor. Pyatakov ile Junius arasındaki tartışması aslında birbirine benzer noktalardadır. Lenin burada emperyalist ekonomizm kavramını tarif edip yerleştirmeye, ekim devrimiyle beraber savaşın sona erdirilmesiyle bu tartışma bir manada gündemden kalkmış gibi oldu. Fakat göreceğiz ki, gecikerek kurulan Komünist Enternasyonal 2. Kongresi’nde tekrar ulusal sorun ve sömürgeler sorunu başlığı altında tartışmayı tekrardan ele aldı. Ve orada önemli bir gelişme oldu. Bu önemli gelişme de esas itibariyle ulusal sorun ile ilgili komisyonun raporunda yer alır. Lenin burada komisyonda birtakım tartışmalar olduğunu ve bu tartışmaların sonunda Hindistanlı komünistlerin müdahalesiyle kendi sunduğu tezler üzerinde bazı değişiklikler yapmasının gerekli olduğunu açıkladı. Ve bunun arkasından da ulusal sorun ve sömürgeler sorunu altındaki tezler iki başlık altında oylanıp benimsedi. Bunlardan birincisi Lenin’in sunduğu taslağın ana başlıklarıdır; on iki madde halinde yazılmış tezlerdir. Bir de buna ek olarak Roy’un hazırladığı ikinci bölüm var. İşin doğrusu, Irak savaşı, Baba Bush’un harekatı zamanındaki tartışmalarda birtakım sosyalistlerin Saddam Hüseyin’i desteklemek için Lenin’e gönderme yaptıklarına tanık oldum. Bunlar çok yaygın, aranırsa arşivlerden bulunabilecek yazılardır. O zamanlar yapılan açıklamalar toplu eserlerinde Lenin’in tezlerine yapılan referanslardır. Burada Lenin’in ilk sunduğu taslak (11. tezin birinci alt başlığı), bütün komünist hareketleri geri kalmış ülkelerde, feodal ilişkilerin hakım olduğu ülkelerde burjuva demokratik kurtuluş hareketini desteklemelidir diyordu. Roy’un itirazı buna yönelikti ve bu değiştirildi. Lenin de raportör olarak nihai tezleri sunarken buraya bir gönderme yaptı: Bundan sonra burjuva demokratik kelimesini kullanmayacağız, ulusal devrimci tanımını getireceğiz diyerek kendi sunduğu tezlerde esaslı değişikliği getirdi. Bunu anlatırken de hala kafa karıştıran ve çarpıtmalara neden olan şunu söyledi: Evet ulusal sorun aslında bir burjuva demokratik sorundur, ama bunu burjuvaziye bırakmayıp proletaryanın ve yoksul köylülüğün çözeceği bir sorun olarak ele alırsak buradan başka bir yere gidilebilir, diye özetleyebileceğimiz bir düzeltme yaptı. Ulusal sorunun hem burjuva demokratik bir sorun olduğunu tekrarlayarak hem de bu sorunun burjuva partilerine bırakılamayacak bir mesele olduğunu; bunun proletaryanın ve yoksul köylünün çözeceği bir mesele olduğunu belirtti. Tezlerde bunları rahatlıkla görebilirsiniz. Yani tezlerin nihai halinde burjuva demokratik hareketten bahsedilmez. Bu ulusal demokratik düzeltmesiyle tarif edilen hareketlerin desteklenmesiyle ilgili birtakım koşullar getirilir. Roy’un ek tezlerinde de, ikinci bölüm olarak kabul edilen tezlerde, sömürgelerdeki devrimlerin aslında metropollerdeki proletaryanın kurtuluşu ve proleter devrimlerin için bir koşul olduğu vurgusu yapılır. Roy, Lenin’in 2. Enternasyonal’in çöküşü ya da emperyalizm broşürlerinde izah ettiği, Avrupa metropollerindeki işçi aristokrasisine dair tespitlerini ele alır tekrar. Yani bunlar Roy’un ilave katkıları değildir, Avrupa devrimlerinin sömürgelerin kurtuluşuna bağlı olması. Bu Lenin’in de icadı değildir. Her ne kadar 2. Enternasyonal’in çöküşü, Avrupa’daki işçi aristokrasisini anlamı ve bunun oportünizmin sosyal tabanı haline gelmesi gibi konuları Lenin daha önceden işlemiş olsa da doğrudan doğruya Lenin’in icatları sayılmaz. Çünkü geriye döndüğümüzde Marx’ın İrlanda ve Polonya sorunlarında, hayatlarının sonlarına doğru izlediği çizgilerle uyumludur. Komünist Manifesto’dan sonra Marx bir arkadaşına yazdığı mektupta bunu açıklar. Evvela İrlanda’nın kurtuluşunun İngiltere’deki bir devrime bağlı olduğunu düşünürdüm, der. Eskiden böyle düşünürdüm ancak şimdi İrlanda halkı özgürleşmeden İngiltere de kurtulamaz diye bir düzeltme yapar. Bu manada Lenin’in tezlerindeki değişiklik, onun İki Taktik’te işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü perspektifi ne ise, sömürgelerdeki bir ulusal kurtuluş hareketinin burjuvaziye bırakılmadan; burjuvazinin dışında az sayıda da olsa işçilerin ve köylülerin üzerinde komünist bir parti önderliğinde gerçekleştirilmesi gerektiği düşüncesi aynı eksende düşünülmelidir.

İki Taktik’teki devrimci diktatörlük fikri de ulusal devrimci hareketlerin önderliğinde yürütülen bir bağımsızlık mücadelenin de, tezlerin Türkçe çevirilerinde mesela Sol yayınlarında, kapitalist olmayan kalkınma stratejisi gibi anlaşılabilecek bir çeviriyle anlatılır. Halbuki, bu tip benimsenen tezlerde çarpıtılan şey, ancak böyle bir mücadele olursa ve komünistlerin destekleyebileceği yegane şey olursa yani yoksul köylünün ve işçinin örgütlenebildiği ulusal bağımsızlık mücadelesini sağlarsa buradan herhangi bir kapitalist gelişme aşamasından geçmeksizin sınıfsız topluma doğru gidilebilir. Bunlar kapitalist olmayan bir yoldan sosyalizme geçiş diye şunu anladılar; bunu sonradan, özellikle daha yaygın ve resmi bir çizgi olarak 2. Dünya savaşından sonra Sovyetlerin dış politikasında benimsenecek olan ve Mısır, Irak gibi somut örnekler ya da Latin Amerika’ya ilişkin bazı örneklerde olduğu gibi; milli burjuvazi diye Mao’nun daha sonra tercüme edeceği şekilde bir şeyler olursa kapitalist olmayan sosyalizme gidilebilir biçiminde çarpıtıldı. Komünist Enternasyonal’de ise çok açık ve net bir şekilde söylenen şey: Eğer ulusal kurtuluş mücadelesi proletarya ve yoksul köylülüğün ittifakının önderliğinde gerçekleşirse, kapitalist gelişim aşamalarından geçmeksizin sınıfsız topluma giden yol açılabilir diyor tezler. Bu manada da İki Taktik’te Lenin’in söylediği stratejiye bağlanan şeydir. Ama bunun koşulu nedir? Geçen İki Taktik’te anlatmıştık, somutlanmamış olan bir şey henüz. 1905’te Sovyetlerin ortaya çıkmasıyla somutlandı. Ondan sonra devrimci demokratik diktatörlükten kastımız budur dendi. Aynı şeyi ulusal kurtuluş mücadeleleri çerçevesinde de söyler. Proletarya diktatörlüğü olmasa ve köylü Sovyetleriyle gelişecek olan bir mücadele kapitalist gelişme aşamalarından geçmeksizin sınıfsız topluma giden yolu hızlı bir şekilde aşabilir diye vurgulayarak iki taktik ve sonrasındaki çizgisini tekrar eder. İşte bunun çarpıtılmasıdır kapitalist olmayan kalkınma. Yani Baas diktatörlüğü askeri bir darbe yapacak, kapitalist olmayan kalkınma yolu; devletçi, Sovyetlerden ya da Çin’den mali yardım alan karma ekonomi stratejisiyle sınıfsız topluma doğru gidilir. Bu şekilde çarpıtırlar. Oysa bu ancak siyasal iktidar organlarının niteliği gözden kaçırıldığı zaman böyle çarpıtılabilir. Lenin, Roy tarafından düzeltilen tezlerinde de bunun altını çize çize köylü Sovyetleri ve buna dayanan bir kurtuluş mücadelesinden bahseder. Yani onu Türkçe baskılarda zannediyorum bulamıyorsunuz. Burjuva demokratik teze yapılan yegane değişiklik burjuva demokratik cephe ve ulusal devrimci kelimesidir. Yoksa ana tezler aşağı yukarı başlık numaraları dahil aynen kalacaktır.

Buradaki çarpıtma; birincisi, kapitalist olmayan yoldan sosyalizme gidişin yolunu açacak ne idüğü belirsiz bir ulusal kurtuluş perspektifi. Afrika’da birçok eski sömürge için, Ortadoğu’da Irak, Suriye, Mısır örneklerinde, Latin Amerika’da Bolivya, Şili örneklerinde öne çıkan bir başka çarpıtmaya dönüşür. Bu tezleri esas aldığımız takdirde, yani kabul edilen 12 tez artı tamamlayıcı tezler, metropollerdeki işçi aristokrasisine ilişkin vurgulardır. Metropoldeki proletaryanın oportünizmin sömürgelerin bağımsızlığı tayin edicidir bir şeydir. Çünkü buradan sağlanan aşırı sömürgeyle beslenen bir işçi aristokrasisi tabanı vardır. Bunlar da Avrupa’daki belli başlı sosyal demokrat partilerin oportünist çizgisindeki sosyal tabanıdır tespiti ilk defa Roy’dan öğreneceği bir şey değildir. Geri döndüğümüzde Lenin’in 2. Enternasyonal’in çöküşünde, Marks’ın İrlanda konusunda görüşlerini düzeltmesi ya da Engels’in İngiltere’de emekçi sınıfların durumuna ilişkin yazdıklarına dönüp baktığımızda görmek mümkündür. Mesela Engels, burada her şey burjuva; işçi sınıfı dahil, yazar. İngiltere’de maden işçileri, tersane işçileri, dokuma sanayide çalışan işçilerin puro içen kapitalistlere dönüştüğünü kastetmiyor. Daha politik bir tanım yapıyor. İngiltere’deki işçi sınıfının esas itibariyle burjuvazinin bir destek gücü haline geldiğini anlatmaya çalışıyor. Bu daha sonra Lenin’in işçi aristokrasi tanımına karşılık gelecek. Ve buna karşı mücadelenin başarılmasının koşulu metropol emperyalist ülkelerin sömürgelerden sağladığı aşırı kârdan mahrum kalmasına bağlıdır. Ancak bu takdirde emperyalist metropollerin hakim sınıfları, bu aristokratik tabakayı kendine bağlayacak, aşırı sömürü kırıntılarından mahrum kalacaktır. Ardından Çin, Kore, Vietnam’daki devrimlerden sonra bir başka akım daha gelişti. Dediler ki, Avrupa’daki oportünizmle mücadelenin en iyi yolu sömürgelerdeki, bağımlı ülkelerde bağımsızlık mücadelesini yükseltmektir; o halde Avrupa’yı boş verin, gelin buralara yoğunlaşalım. Böyle bir çarpıtma çıktı. Oysa ne Lenin’in tezlerinde ne Komünist Enternasyonal’de benimsenen tezlerde bu yoktu. Burada asıl kastedilen şey, bizim de burada daha vurguyla söylediğimiz başka şey. Avrupa’da 2. Enternasyonal oportünizminin sırtını yere getirmek için önce Hindistan’a gidip Hindistan’ın kurtuluş mücadelesini verelim derdi ama böyle bir şey demiyor. Tam tersine derhal bu oportünist enternasyonalden kopup yeni ve komünist bir enternasyonal kurmak. O dönemlerde 2. Enternasyonal’in çöküşü, Emperyalist Ekonomizm’de, Sosyalizm ve Savaş broşüründe söylediklerinde bu yok. İşçi aristokrasisiyle mücadele için, gidelim sömürgelerde kurtuluş mücadelesini destekleyelim. Böylece işçi aristokrasisinin maması eksilir; onlar da aslına döner, gibi bir perspektifi Lenin hiçbir zaman savunmadı, ne Roy’dan önce ne Roy’dan sonra. Tam tersi dedi ki, burada derhal bu oportünist oluşumdan kopup yeni komünist bir enternasyonal kurmak lazım. Avrupa devriminin formülü olarak sunduğu budur. Ve bu Komintern’de benimsenen tezlerle de değişmiş değildir. Esas savunulması gereken şeylerden biridir. Lenin’in burjuva demokratik yerine ulusal kurtuluş hareketi tanımı getirmesi, esasen 1905’ten beri savunduğu görüşlerine aykırı olmadığı gibi, genel olarak düzenlenmiş tezlerin bütününe de ters düşen bir çizgi değildir.

Bu özellikle 2. Kongre’de benimsenen tartışmalardan sonra netleşerek belli bir çerçeveye kavuşan ulusal sorun ve sömürgeler hakkındaki meseleyi böyle koyduktan sonra, 5. Kongre’de getirilen çarpıtmaya değinelim. Çünkü 2. Kongre’de somut olarak gündemde olan bir Hindistan’da kongre hareketi, Çin’de Kuomintang, Anadolu’da -şimdi denen Kuzey Kürdistan yok daha, Lozan 1924’te bağlanacak. Sevr Anlaşması’na göre bugün gördüğünüz Türkiye Cumhuriyeti Misak-ı Milli sınırları yok.- bugünkü Kuzey Kürdistan sorununu ayrı bir mesele olarak bırakıyorlar; Türkiye komünistlerinin meselesi değil o. Ama o zaman tartışılan meseleler bunlar yani: Türkiye’de Kemalistleri desteklemek doğru mudur yanlış mıdır, Çin’de Kuomintang desteklemek doğru mudur, Hindistan’da negro kongre meselesi desteklenmeli mi gibi somut örnekler tartışılıyor ve una hayır deniyor. Biz ancak bu ülkelerde komünistlerin örgütlenmesini ve komünistlerin bu mücadelenin başını çekmesini savunuruz. Bunun dışında oradaki komünist hareket dışında herhangi bir hareketi destekleyeceksek bunun için belli koşullarımız vardır. Komünistlerin bağımsız örgütlenmesine karşı çıkmamak, başka bir ulus üzerinde imtiyaz talep etmemek ve bilhassa da köylülerin adını zikretmek suretiyle ezilen yığınları, sömürgeci emperyalist kuvvetlere karşı, silahlandırıp örgütlendirmek. Bunu yapan hareketler komünist partisi değilse bile, komünist enternasyonal tarafından desteklenebilir. Yani Kuvayı Milliye, Kuomintang desteklenemez. 2. Kongrede’ki tartışmaların sonunda, özellikle burjuva demokratik kurtuluş hareketi yerine ulusal devrimci tanımın getirilmesiyle tarif netleşiyor. 3. Kongre’de bu konu hiç gündeme gelmiyor. 4. Kongrede yeniden açılacak konu. Türkiye biraz daha somut olarak geçiyor ve çok hayırlı bir şekilde geçmediğini söyleyebiliriz. Kemalist hareket işgale karşı mücadele falan gibi laflardan bahsedilmektedir. Doğrudan doğruya bir çıkarsama olmaksızın böyle bir çerçevenin olduğuna dikkat çekmek lazım. Asıl değişiklik 5. Kongrede olacak. Yine Roy’un müdahalesiyle yeni bir tartışma başlayacak. İşte o zaman 2. Kongre’nin neyi kabul ettiğini ve neyin revize edildiğini orada göreceğiz. Çünkü Roy orada şöyle bir müdahale yapıyor. Ve bunu da gündemde ulusal sorun diye bir sorun da yok komisyon da yok. 3. ve 4. Kongrelerde var ancak 5. Kongrede böyle bir tartışma gündemi yokken yapıyor. Roy Komünist Enternasyonal yürütme kurulunun ibrası gündeminde konuşuyor. Diyor ki, YK ibra edilemez. Zaten gecikerek toplanan 5. Kongre ile 4. Kongre arasındaki yıllarda Komünist enternasyonalin yürütme kurulu doğrudan doğruya Kuomintang’a ve Türkiye’de de Kuvayı Milliye’ye destek sundu. Oysa 2. Kongre’de desteklenen ve 4. Kongre’de bir nevi tasdik edilen perspektife göre bu yapılmamalıydı. Bunu uygulayan Komünist Enternasyonal’in YK’sının ibra edilmesi doğru değildir, diye bir müdahalede bulunuyor. O zaman oturumu yöneten de, tamam Roy yoldaşı dinledik şimdi bir de bu konuda Türkiye Komünist Partisi’nden ve Çin Komünist Partisi’nden yoldaşlara da söz verelim diyorlar. ÇKP’den söz verilen Chen Duxiu’dur, partinin kurucusu. Beri yandan da Türkiye’den Faruk kod adlı birisi konuşuyor. O zamanlar Şefik Hüsnü var partinin başında ama kongrede yok. Faruk’un kim olduğuna dair yazılar çıktı, gerçek adı değil. Ama şimdi bunun üstüne gitmeyeceğim. İkisi de Roy’un itirazına itiraz ediyor. Chen çok daha net bir şekilde Kuomintang’ın savunulması gerektiğini söylüyor. İşin doğrusu bu konudan sonra Roy’un görevli olarak Çin’e sürgüne gönderilmesinden sonra yazılmış geniş bir kitaptır. Roy aslında Çin devrimini izleyerek, köylülerin ayaklanmasını Mao’nun daha sonradan kırlardan şehirlere gelen bir ayaklanma stratejisi meselelerini anlatırken Koumintang ile Chen Duxiu’nun ilişkisini anlatıyor. Bu raporu sadece Rusça olarak Moskova’daki arşivlerde var. Biz ona sadece zaman zaman doktora tez çalışmaları yapan Amerikalı Avusturalyalı akademisyenlerin pasajlarından geniş çevirilerine ulaşabildim. Ama bu raporun orijinali Rusya’da hiçbir zaman yayımlanmadı, arşivlerde duruyor. Buralarda ilk kırılmayı ve revizyonu göreceğiz. Çünkü Koumintang’ın desteklenmesi Duxiu’nun Komünist Enternasyonal’e dahil ettiği ve daha sonra da desteklenen bir şey oluyor. Çünkü bundan sonrasında tescil ediliyor. Revizyon dediğimiz şey de şöyle yapılıyor. 2. Kongrede bunlar ulusal devrimcilerden sayılmamışken, 5. Kongrede bunlar destekleniyor. Bunlarla içli dışlı olmak mümkündür diye revizyon yapılıyor. Bunun aynısı Türkiye’de Kemalist hareket, Kuvay-ı Milliye’ye karşı da benimsenecek. Bizim 5. Kongre’de revizyon yapıldı dediğimizde bir revizyon budur, ulusal sorun meselesi; ama sadece bu değil. Komünistlerin temel tüzüğü revize edildi. Yani proleter devrimi, tüm dünyada Sovyet cumhuriyetlerinin kurulmasını vs. gibi yani tek bir devrim stratejisini izah eden dibace kaldırıldı. İkincisi senede bir dünya kongresi toplanır ifadesi değiştirildi. Birkaç madde hariç tüm tüzük değiştirildi 5. Kongre’de. Ve bir daha da 6. Kongre neredeyse 10 yıl sonra toplanacak. 7. Kongre daha geç toplanacak ve ondan sonra Komünist Enternasyonal yürütme kurulu kararıyla Komünist Enternasyonal tasfiye edilecek. Bu tasfiyenin yolu 5. Kongre’deki tüzük değişimi olduğu için bu konuda önemli bir dönüm noktasıdır. Konumuz açısından da ulusal soruna ilişkin bir revizyon yapılmasından dolayı da bizi ilgilendirir. Bu revizyonun bizi ilgilendiriyor olması da, Kuvayı Milliye hareketi ve buna ilişkin tutum olmasından dolayı önem teşkil ediyor. Mustafa Suphi zamanındaki parti programıyla Şefik Hüsnü TKP’si programı arasında esaslı farklar yoktur. Kemalist hareketle ilişkileri bakımından mesela Mustafa Suphi’nin Ankara’yla yazışmaları var. Yani bir yandan silahlarını elden bırakmayıp temkinli davranmak isterken diğer yandan Kazım Karabekir’in söylediği yoldan Ankara’ya giderek tuzağa yönelmeleri gibi birtakım hatalar bir tarafa; programları itibariyle biz Kemalistleri desteklemeye geldik diyen bir şey değildir. Tersine onlar parti bile kurmadan Türkiye’de kurtuluş mücadelesi yürütecek ilk parti, bu iddiayla ortaya çıkan ilk parti 1920’de TKP. O sırada Ankara’da Kemalistler kendi komünist partilerini kurmakla meşgul. Bunu kurmak istemeleri de, Komünist Enternasyonal’in, komünist partilerin bağımsız çalışmasına engel olmayan ulusal devrimci hareketleri destekleriz, şartına uymak istiyorlar. Ankara’da bir yandan çakma komünist partisi (Şevket Süreyyalar falan) kurma girişimleri var. Bunu göstererek Komünist Enternasyonal’den destek almaya çalışırlarken, daha bu partiyi kuramadan, 1920’de Bakü Doğu Halkları kurultayının arka odasında Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası gelecek Mustafa Suphilerle. Ve onun için onların ortadan kaldırılması ve Ankara’da istenen partinin kurulması aşağı yukarı bir sene sonraya denk gelecek. Daha sonra da bu parti Komünist Enternasyonal’e üye olmak için başvurur hemen, Ankara’da kurulan çakma komünist partisi. Komünist enternasyonal tabii ki reddeder, işimiz olmaz der. Ama tabii bu arada Suphilerin partisi iyice zayiat almış, yeraltına çekilmek zorunda kalmış. 1 mayıslar yasaklanmış.

Tekrar ulusal sorun konusuna dönersek 5. Kongrede bütün bunlara rağmen Kemalist hareketi destekleme tutumunun aklandığı bir kurul olmuştur bütün bunlara rağmen. Şimdi bu kadar 2. Kongre ve 4. Kongrede benimsenen tezlerin çarpıtılması üzerinde durduktan sonra tekrar başta söylediğim şeye dönelim ve kapatalım.

Savaş sırasında Lenin’in çıkardığı emperyalist ekonomizm mevzusu neydi? Marksizm’in Karikatürü kitabında ve emperyalist ekonomizm adlı makalede Lenin’in üstünde durduğu konu neydi? O bizi başka bakımlardan ilgilendiren mevzuydu. Burada daha çok ulusal sorun hakkında vatan savunması fikrinin ele alındığı bir tartışma. Yani bir işgal durumunda milli birlik çağrılarıyla vatan savunusu meşru mudur. Buna Paris Komünü örnek verilerek, Marks ve Engels’in bazı yazılarına referans yaparak vatan savunmak meşru ve haktır, gibi göndermeler sık sık yapılır. Üzerinden atlanan, bunu daha önce komünle ilgili konuşmuştuk, Paris Komünü buz gibi vatan savunmasıdır. Bunu referans göstererek vatan savunması, komünarların yaptığı gibi olmalıdır ve meşrudur. Ulusal muhafızlar Prusya işgaline karşı Paris’i savunmak için harekete geçerler. Ve sonunda da işbirlikçiler tarafından katledilirler, kabaca bu. Burada vatan savunması yok. Bu tam da biraz önce ulusal sorun ile ilgili tezlerde söylediğimiz, Paris Komününün kaçta kaçı mavi tulumlu işçilerdi diye sorarsanız, hiç yoktu. Paris’te 1871’de öyle bir sanayi yok zaten. Bugünkü anlamıyla işçi sınıfı diyebileceğiniz Belçika sınırındaki madenlerde çalışan maden işçileri var; bir de Güney’de tekstil sanayinde çalışan işçiler var. Başka yerde daha çok işçi var ancak burjuva cumhuriyetini geliştirmeye yönelik fikir gelişirken; Paris’te proletarya diktatörlüğünün ilk örneği kabul edilecek şey olur. Şimdi bu örneğe bakarak, vatan savunmasının örneği olarak Paris Komünü’nü getirmek… bu ancak Lenin’in ısrarla savunacağı gibi, köylüler tarafından bile yapılıyorsa köylü Sovyetleri olarak örgütlenmesi lazım. Bir ulusal devrimci hareket diyebilmemiz için, hedefi ulusal kurtuluşu köylü Sovyetlerine inen bir hareket olması lazım. Sovyetleri dolduranların ne olduğu, sovyeti temsil eden devletin niteliğini değiştirmez.  Tam tersi proletarya diktatörlüğünün somut biçimi olarak Sovyet cumhuriyeti delegelerin tamamı köylü bile olsa bu proletarya diktatörlüğü olur. Lenin’in İki Taktik’ten beri savunduğu budur. Ulusal sorun ya da sömürgelerin özgürleşmesi konusunda görüşleri değişmemiştir. Baktığımız zaman gerek bu raporunda gerek diğerlerinde ısrarla ezilen yığınların silahlandırılması ve Sovyetler altında örgütlenmesini vurgular. 5 yıl önce tartışılıyor emperyalist ekonomizm. Orada henüz işin iktidar boyutu yok. Fakat orada daha çok ilhaklar ve ona karşı mücadele kimin sorunudur sorusu var. Tartışmaya hiç yer bırakmadan bu burjuva demokratik bir sorundur diyor. Tıpkı İki Taktik’te toprak meselesi veyahut Çarlığın yıkılması burjuva demokratik meselesidir dediği gibi. Ulusal kurtuluş da böyledir. Ancak biz burada bunu burjuvalara bırakmadan ve burjuvaları değil ezilen sömürülen yığınları silahlandırıp örgütleyen ve komünistlerin siyasi faaliyetlerine engel olmayan hareketleri destekleriz. Yalnızca bu hareketler sonuçta emperyalistler ve sömürgecilerin tekrar buluşabilmesinin önünü kesebilir. Böyle baktığımız zaman, Marksizm’in Karikatürü kitabında ve buna benzer başlıklar taşıyan, taşımayan başka makalelerde Lenin’in savunduğu şeyin !905’te İki Taktik ve sonrasında savunduğu devrim stratejisiyle birebir aynı olduğunu görürüz. Böyle baktığımız zaman da, buradan asla “ulusal kurtuluş mücadelesi söz konusuysa bunu burjuvaya bırakmak lazım ya da burjuvaziyi desteklemek lazım” -burjuvaziyi desteklemek demek çok ağır gelebilir, küçük burjuva hareket bile olsa desteklemek- sonucu çıkarılamaz. Mesela PKK’ye ulusal hareket deyip, ondan sonra da bunu desteklemek lazım demek gibi. “Bakmayın yani; bunlar sosyalist değildir ama yine de bunları desteklemek gerek” diyemezsiniz. Kat’i surette, bu dediğimiz referanslara baktığınız takdirde destekleyemezsiniz. Bahis konusu olan; ezilen sömürülen yığınları silahlandırmak, ayaklanmaya teşvik etmek ve bunların Sovyetlerin içerisinde örgütlendirmesini sağlayıp komünistlerin örgütlenmesine engel olmamak koşullarının hiçbirisine de uymaz. Sadece o değil, öbür taraftaki KDP için de bunu söyleyebilirsiniz, Yekîtîya Niştiman için de bunu söyleyebilirsiniz. Demek ki bu referanslar somut olarak geldiğinde ulusal sorun olduğu zaman ulusal birlik fikri sadece bağımsızlık mücadelelerinde gündeme gelen bir mevzu değildir. Bunu anlamak için daha güncel meselelere de gelelim. Yani bu ulusal birlik aramızdaki farklıları aradan çıkaralım, önce vatan, önce millet! Ya da günümüzün modası, önce insan! “Önce sağlık!” dersek mesela ne olur?  Yani savaş durumunda emperyalistlere sömürgecilere karşı ulusal birlik içerisinde hep beraber savaşalım ve onurumuzu, vatanımızı kurtaralım demekle “Allah’ın belası bir virüs geldi, bu virüse karşı hep beraber el birliğiyle milli birlik ve beraberlik içinde mücadele edelim” demek arasındaki farkı söyleyebilir misiniz bana. Bir sosyal şovenizm ya da şovenizmden bahsedebilmek için illa bir dünya savaşı ve bu dünya savaşında kendi hükümetinin yanında yer alan birilerini mi bulmamız lazım? Oysa bakınız; bu Erdoğan bugüne kadar Afrin’de, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı Harekatı’nda, Kürdistan’a yönelik savaşlara giriştiyse de hiçbirisinde Türkiye’de el birliğiyle beraber hareket edelim diyen bir şovenizmi ya da sosyal şovenizmi pekiştiremedi. Buna karşı mikroskobik bir virüs o savaşlarda sağlanamayan birliği şu an sağlıyor gibi görünüyor. CHP diye sözüm ona ana muhalefet, böyle bir durumda “evet, biz hükümet ne istiyorsa yapmaya varız. Ama o da bize çok kötü müdahale ediyor, paralarımıza el koyuyor, bizim üstümüzü çizmeye çalışıyor” diyerek mızmızlanan bir parti var. Bir de geçen seçimlerde bunun kuyruğunda siyasete katılarak kendini silmişler var. Her ne kadar solun muhtelif bileşenleri içerisinde bugün, korona virüse karşı milli birlik ve beraberlik içerisinde hükümetin yanında yer alalım, diyen yoksa da hükümet ne diyorsa onu yapan bir sol var. Hatta hükümet eleştiriliyor; “bu az karantina, tam karantina olsun. Kimse sokağa mokağa çıkmasın. Daha fazla tedbir alın, daha çok kontrol yapın. Herkesi takip edin. Cep telefonlarına program yükleyin, milletin nerede yatıp nerede kalktığına 24 saat müdahale edin.” Bunları diyenler solcular. Böyle baktığımız zaman ta 1. Paylaşım savaşı sırasında ortaya çıkacak olan milli birlik vatan savunması altındakiler ne kadar şovenizmi ifade ediyorsa; bugün de mesela Macron virüse karşı savaş ilan etti, biz savaştayız dedi. Savaşta da savaş koşulları olur. Sokağa çıkma yasakları, cezalar olur deyip sıkı yönetim ilan etti. Türkiye’de bunu yapamıyorlar, Türkiye’nin başka türlü bir geleneği geçmişi var. Türkiye’de korona virüsü memur kadrosuna aldılar; hafta içi çalıştırılıp, hafta sonu tatil yaptırılıyor. Ama baktığımızda burada genel olarak, özellikle CHP’nin ilerisine gitmeye tereddüt eden bir sol var. Biz hepsinden fazla çıktık şu anda. Ne korona ne başka şeyle bu baskıları, sınırları kabul etmiyoruz. Bunun peşinden ağır ağır EHP, yer yer başka akımlar bu karantinanın ellerini kollarını bağladıklarını hissedince harekete geçmeye başlamakla beraber genel tablo esas itibariyle milli birlik beraberlik, virüse karşı aramızdaki siyasi ayrımları ve hatta sınıf ayrımlarını ortadan kaldırarak birleşelim. Bu bakımdan, geri dönüp özellikle 1915-‘16da, vatan savunması ve buna karşı ilhakların savunulması çizgisindeki şovenizme karşı yürütülen mücadeleyi bu gözle okursanız, bugün koronaya karşı milletçe kenetlenelim’e mesafe koyan ve koymayanları ayırmaya başladığınız zaman kimler şovenizmin etkisi altında, sosyal şoven çizgidedir; kimler siyasi iktidarı emekçilerin ve yoksul köylülerin alması için mücadele verme iddiasını ortaya koyabilirler. Bunu ortaya koyabiliriz.

Soru: İkinci Kongre’deki ulusal sorun üzerine tezlerden bahsettik. Dördüncü Kongre’de tekrar buna dönülmesinden de bahsettik ve TKP üzerine de konuştuk. Çarlık Rusya’sıyla Osmanlı Devleti aynı devletler, ikisi de emperyalist. 1908’de de burjuva devrim oluyor bu topraklarda. Neden Çarlık Rusya’sında devrim olurken burada karşı devrim oldu? Ulusal sorun meselesi üzerinden nasıl cevap verebiliriz? Yani ulusal sorunla ilişkisi nedir?

Soru: Kürdistan Komintern’in gündemine hiç girmedi mi? 1920’de Koçgiri isyanı var, bu TBMM tarafından bastırılıyor. Bu isyanın bastırılması vs. hiç gündemlerine girmedi mi?

Soru: PKK’nin bu tezlerle değerlendirilmesini biraz daha açabilir misiniz? Herkes PKK’yi ulusal devrimci hareket olarak görürken biz neden görmüyoruz? Bunun referansları nelerdir?

Soru: İkinci ve Dördüncü Kongre’de alınan ulusal hareketleri destekleme kararı aslında 1928’de Altıncı Kongre’de yer alan Halk Cephesinde burjuvaziyle iş birliği yapmak konusunda benzerlik ve paralellik taşımaktadır diye bir eleştiri var. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Soru: Ulusal sorun aslında bir toprak sorunudur deyip bunu özerkliğe, dile indirgemek burjuva görevlerdir. Bu da ulusal sorun bıçak sırtındadır. Bıçak sırtının başladığı yerde burjuvazinin görevinin bittiği yerde proletaryanın görevi başlar, diye bir makalesi vardı Lenin’in. Bunu biraz daha açabilir miyiz?

Soru: Biz aslında 1914’ten itibaren, paylaşım savaşıyla birlikte, Lenin’in düşüncesinde bir dizi sabitler bulunmakla birlikte kopuşların da yaşandığı ve onun bu kopuşlarıyla 2. Enternasyonalizmle farklarının iyice belirginleştirmesine yol açtığını söylüyoruz.  Lenin’in ulusal sorun hakkındaki görüşleri de böyle bir alana işaret ediyor, diye düşünüyorum. Türkiye solunda da Kürdistan meselesi gündeme geldiği zaman özellikle hep bir Lenin’e başvurmak vardır. Ama sosyal şovenler Lenin’in hep erken dönem eserlerine başvururlar, 1912-’13 eserlerine. Lenin’in ulusal soruna yaklaşımı, Stalin’e Marksizm ve milli meseleyi yazdırırkenki dönemle ’14 sonrasında emperyalist ekonomizmi yazarkenki dönemde nasıl değişti?

Soru: Kuvayı Milliye meselesinde daha büyük bir hata var, daha sonra TBMM hükümetinin ya da Kuvayı Milliye’nin desteklenmesinde. Çünkü artık orada söz konusu olan devletleşememiş bir burjuva akımın desteklenmesi düpedüz bir burjuva devletin desteklenmesi. Yani Osmanlı artığı bir devletin desteklenmesi daha büyük bir problem diye düşünüyorum. Buradan yola çıkarak, Komintern aslında Türkiye hakkında tespitler yaparken uygun tespitler yapmıyor diyebilir miyiz?

Soru: Emperyalist Ekonomizm’le ilgili olacak bu sorum. Burada tezlerde yer almamış Lenin’in başka saptamaları var, güçlü devlet ve zayıf devlet arasında yarım yapıyor. Haklı savaş ve haksız savaşı tartışırken. Zayıf toplumlu devletlerin, Fas’tan bahsediyor sanırım, İngiltere’ye karşı savaş açsa Fas’ı destekleriz gibi bir açıklaması var. Konuşmanın başında buna değinmiştin. Baba Bush’un Irak işgali sırasında Irak’ın desteklenmesinde Lenin dayanak olarak kullanılıyor. Bizim Emperyalist Ekonomizm’deki bu saptamalara ilişkin tutumumuz ne olur, neden olumlamayız, neden sorun teşkil eder? Bunu konuşabiliriz.

Soru: PKK’den, Kürt meselesinden bahsettik ama bu tezler çerçevesinde biz Kürdistan sorununa nasıl yaklaşırız?

Soru: İşçi aristokrasisi meselesine değindin. Koronayla ilgili olarak, bağladığımız zaman şöyle bir soru ortaya çıkıyor bana kalırsa. Biz bir ajitasyon yürüttüğümüz zaman korona vesilesiyle, asalaklar evde otururken işçi sınıfının ayrıcalıklı kesimlerinin sahip olduğu haklara sahip olmayanlar diye ayrım yaptığımız zaman -aslında bir anlamda işçi aristokrasisi imasında ya da işçi sınıfının burjuvazi tarafından satın alınmış kesimlerine işaret ederken- sürekli olarak, siz nasıl onların da işçi olduklarını görmezsiniz eleştirilerine, suçlamalarına maruz kaldık. Bunu akılda tutarak, Lenin işçi sınıfından bahsederken, bunlar lanet kesimler bunları örgütlenmemek gerekir diye mi bahseder? Sadece ikinci enternasyonal partilerinden değil aynı zamanda işçi aristokrasisinden de kopmalıyız mı diyor; yoksa işçi aristokrasisi olgusunu bilince çıkararak bunlara şöyle siyaset taşımalıyız vurgusunu mu yapıyor Roy’un tezlerini de bu çerçevede nasıl yorumlarız?

Soru: 1928 programının tek tek ülkelerde proletarya diktatörlüğüne geçiş modelleri diye bir bölümü var. O bölümün son paragrafında, ücretli işçinin hemen hemen hiç bulunmadığı ülkelerden bahsediyor. Oralarda temel sorun ulusal kurtuluş mücadelesidir diyor. Proletarya diktatörlüğünün olduğu ülkeler bunlara fiili destek sağlarsa bu ülkelerde ulusal ayaklanmalar ve zafere giden yol sınıfsız topluma giden yolu açacaktır, diyor. Şimdi buradaki ulusal hareketleri koyarken beşinci kongrede aslında Komintern’in ikinci kongresinde ele alınan tezleri değiştirmiyormuş gibi yaptılar. Yani mesela Koumintang’a da ulusal kurtuluş hareketi dedikleri için desteklediklerini söylüyorlar. 1928 programında da aynı taslakla mı böyle bir modelleme yapıyorlar?

Soru: Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve devlet hakkından bahsediyoruz. Bizim zihnimizde şöyle bir şey var. Kürdistan özgürleşmeden Türkiye’deki işçiler özgürleşemez ya da İrlanda özgürleşmeden İngiltere özgürleşemez. Sovyet Rusya kurulurken bir dizi, uluslar hapishanesi denen bir çarlık var, ulus var. Kırgızistan’da, Tacikistan’da, Ukrayna’da, Polonya’da devlet kurulması beklenmeden devrim mücadelesi yürütülüyor o coğrafyada. Bugüne uyarladığımız zaman, Kürdistan ilhak altındayken ve orada bir devrim hareketi yoksa, farazi konuşuyorum, biz illa orada ayrı bir devlet kurulsun ondan sonra bu topraklarda devrim gerçekleşecektir diyeceğiz. Ya da bunun devamı olarak şunu sorayım. Diyelim ki ulusal sorunun olduğu bir yerde, baskıcı ve işgalci devlete karşı bir mücadele yürütülmüyorsa bizim görevimiz ne olacak? Diyelim ki Kürdistan’da devrimci ve ulusal bir akım yok. Destek vereceğimiz bir akım da yok. Bu durumda bizim görevimiz ne olacak? Öyle bir hareket mi bekleyeceğiz destek vermek için?

Şöyle sadeleştirebiliriz aslında muhtelif soruları. Öncelikle şunu aradan çıkaralım; Stalin’in broşürü, Marksizmde milli mesele, Lenin de aman ne güzel yazmış demiş. Böyle bir soru vardı. O zaman kadar da aslında milli mesele falan dendiğinde referans kabul edilen bir kitap, Stalin de oradan almış bir özetleme yapmış. Lenin de uygundur deyip bir nevi onay veriyor. Fakat o kitabı herhangi bir katkı, yeni bir görüş, bakış açısı değil. O zamanlarki hakim burjuva görüşün bakış açısı neyse onun özetidir o kitap. Lenin’in de 1915’ten sonra görüşleri değişti mi, sorusu var. Tabii ki değişti, sadece ulusal sorunla ilgili görüşleri de değil. Topyekun bir değişiklik var. İkinci enternasyonal, ikinci enternasyonalin model alması gereken partilerin vs. hakkında muazzam değişiklikler var. Üstelik çok geniş çaplı değişiklikler bunlar. Felsefe defterleri ve emperyalizm defterleri diye bilinen, Lenin’in o dönem yaptığı okumaları takip edebiliyoruz. Gerisin geri dönüp Hegel’den itibaren okumaya başlıyor. İkinci enternasyonal boyunca hangi esaslı sorunların nasıl çarpıtıldığını anlayabilmek ve neden böyle olduğunu kavramak için bir çaba olduğunu görüyoruz. En son felsefe defterlerinin bir kısmı yayımlanmıştı, emperyalizmle ilgili şeyler çok yayımlanmış değil. Notlara baktığımız zaman, bu notların hepsini Devlet ve İhtilal’de görürsünüz. Özellikle 1915’ten itibaren, Lenin’in yazdığı muhtelif esas kabul ettiğimiz yazıların hepsi bu savaşın başlamasından önce yaptığı yoğun okuma. Bunu da tek başına yaptığını düşünmemek lazım. Tek imzayla yazıyor ama bir yandan kardeşleriyle bir yandan başkalarıyla konuşarak yazışarak yürüttüğü bir faaliyet var. Bunların tamamını bulmamız mümkün değil ama en azından böyle bir temasın, ilişkinin olduğunu gösteren bir şey var. Bu faaliyet içerisinde bir bütün olarak 3. Enternasyonal’in muhasebesini yapıyor. Bunu da nereden anlıyoruz? Zaten somut 2. Enternasyonal çökmüştür, yenisi kalmıştır. Bunun çökmesinin sebebi, sonradan revizyonistler geldi, başından kitle örgütlerinin sendikalarının kurulması açısından iyi şeyler yapmıştır; ama esas itibariyle yeni ve başka türlü bir enternasyonal lazım. Ana fikir bu olduğunda hiçbir tereddüt yoktur. Ama bu sadece Lenin bakımından değil, o zamanın kadrolarının büyük bir kısmı içinde şekillenmiş olduğu bir fikriyat. İşte Kautsky Marksizm’in papası, Lenin’in deyimiyle Marksizm’in dekanı diyelim. Bunu kapsayan bir sürü süreç var ve bir sürü kadro bunlarla şekillenmiş. Buradan kopmak bir deklarasyon yazmakla olacak mevzu değil. Ulusal sorunla ilgili Lenin’in bu tarihten önce ve sonra yazdıklarını karşılaştırdığımız zaman da Marksizm ve milli mesele broşürünün bulunup bulunmamasından ibaret değil. Ulusların kendi kaderini tayin hakkıyla ilgili yazdığı başka yazıları da var. 1915’ten sonrasında yazdıklarında da bunlardan kesin bir kopuş olduğuna dair hiçbir tereddüte yer bırakmayacak işaretler var. Dolayısıyla biz niye Lenin’in şu yazısını ya da bu yazısını esas almıyoruz da bu tezleri, yani Komünist Enternasyonal’in 2. Kongresi’nde kabul edilen tezleri referans alıyoruz. İşgal şartlarında, mesela Fas işgale uğrarsa Fas’ı destekleriz kimle yürütürse yürütsün fark etmez, diyor. Ben şimdi somut olarak bunu hatırlamıyorum. O sırada Fas’ta nasıl bir hareket olduğunu hatırlayamıyorum. Abdulkerim hareketi olsa, evet onu desteklemek lazım diyebiliriz.

Bir başka arkadaş ulusal sorun toprak sorunudur dedi. Lenin başta bunu vurguluyor. Toprak deyince sık sık köylüye toprak dağıtmak anlamında anlaşıldığına sık sık şahit oluyorum. Toprak deyince toprak ve üzerindeki devlet de dahil. Bunu nerede göreceğiz? Özellikle 1916, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve sosyalizm İrlanda, Paskalya ayaklanması sırasında yazdığı yazılara baktığımız zaman kastedilen şeyin devlet kurma hakkı olarak vurgulandığını göreceğiz. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, her ulusun devlet kurma hakkıdır diye vurgulanabilir. Mesela Wilson aynı dönemde bunu böyle tanımlıyor. Daha sonra milletler cemiyeti kurulduğu zaman da bu böyle tanımlanacak. Peki ezen ulus ezilen ulus, özellikle emperyalist ekonomizm bağlamında vurguladığında, ezilen ulusa ilhakları da katma mevzusu önemsiz değildir. Ezilen ulustan kasıt ulus olarak kabul edilmeyen. Yani kendi devletini kurma hakkı meşru sayılmayanlara ezilen ulus deniyor. O nedenle, mesela Birleşik Milletler, Irak devleti Amerikalı müttefiklerinin işgaline uğradığı zaman birdenbire Irak ezilen bir ulus haline gelmiyor. Daha önce birleşmiş milletlerin eşit haklara sahip bir üyesiyken işgale uğrayınca, şimdi Irak ezilen ulus oldu denmez. Burada başka bir mevzu var. Burada bu işgal ve işgale karşı tutum, vatan savunmasının koşulları, meşru vatan savunması hangisidir gibi başka konular geliyor. Nitekim, tesadüf değil, savaşın ortasında Marksizm’in Karikatürü ve buna paralel yazılarında ilhak ve işgalden bahsediyor olması boşuna değil. Bir ülke işgal altına girince birden bire ezilen ulusa dönüşmez. Yani işgal edilmiş toprakların savunulmasını meşru ve muteber kabul etmek bahis konusu değil. Bunu Lenin’in zamanında çok öğreneni görmeyeceğiz. Yer yer bunlardan bahsediyor. Bir dönem Almanların bir dönem Fransızların elin geçen bir bölgeden bahsediyor. Komünist Enternasyonal’in başında, burjuvazi daima toprak üzerinde pazarlığa hazırdır diye bir vurgu var. Niçin ulusal sorunu burjuvaziye emanet edemeyizin cevabı var burada. Ulusal kurtuluş bir burjuva demokratik mesele olsa da emperyalizm çağında burjuvazi gericileşmiştir ve hatta en temel konularda vatan topraklarının pazarlığını yapma dahi, bu konulara bile girer. O nedenle böyle bir çağda, emperyalist burjuvazi için söylüyor, bizim için söylemiyor diye yorumlayabilirsiniz. Emperyalizmin gericileşmesi dediğimiz zaman, bu ülkelerdeki burjuvalar gericileşti ama sömürgecilerin sömürdüğü ülkeler gericileşmedi diye yorumlayanlar var. Mesela ezilen ulusun burjuvazisi diye bir kavram var. Tanımı gereği ezilen ulus zaten burjuvazisi egemen olmayan ulus demektir. İşi köylüye toprak dağıtmaya indirgemeyecekseniz. Bir ezilen ulusun burjuvazisi de yoktur. Çünkü tanımı gereği burjuvazi egemen sınıf olarak tanımlanıyor değil mi. Yani tanımı gereği, tek tek bütün ülkelerin burjuvaları önce egemen sınıf olacak; sonra proletarya yığınları gelecek diye bir şey yok. Hele emperyalizmin finans kapital çağında; uluslararası finans, uluslararası finans kapital diye bahsettiğiniz zaman, Hindistan’da kendi toprakları kendi toprakları ve bağımsızlığını elde etmek için mücadele etmek isteyen bir burjuvazinin çıkacağını tahayyül bile etmeyin. Ne çıkar? Onun siyasi temsilcileri İngiltere’nin bağımsızlaşması ve İngiltere’den kurtulması önderlik eden bir burjuvazinin başına ne gelir? Bu adamın heykelini sonradan Londra’da dikili bulursunuz. Yani Gandi Hindistan’ın özgürlüğünü sağladı diyorsanız, niye heykelini Londra’da buluyoruz da tersine Hindistan’da bir Hindu tarafından öldürülüyor. Burjuvazi daima egemen sınıftır ve her yerde uluslararası burjuvaziyle çevrilmiştir. Dolayısıyla, asıl vurgu burada geliyor. Wilson’ınki gibi, İspanyol-Portekiz sömürgeleri bağımsız devletler olsunlar ki biz de orada bunlarla ilişki kuralım diye bakıyor. Yani Amerika’nın yeni güçlenen ve paylaşım kavgasına dahil olmak bakımından eski sömürgelerin bağımsızlaşması iyi bir şey. Çünkü teminatı emperyalizm ve uluslararası finans kapital sayesinde bu ülkelerin yeni bir biçimde sermaye egemenliğine bağlanmasının imkanları vardır. Eski tip koloniler halinde, Avrupalı emperyalistlerin sömürgesi altında kalması, bir başka emperyalistin işine geliyor. Bunu tekrar şuraya bağlayalım: Kuvayı Milliye ile büyük millet meclisinin desteklenmesi bir ulus devletin desteklenmesi değil. Buna 4. Kongre tezlerinden de açık kapılar bulunabilir. Doğrudur, ama 4. Kongre tezlerinden ziyade bunun tescil edildiği yer 5. Kongre. Böyle olduğu takdirde diyelim ki, Sovyetlerin Kuvayı Milliye’ye destek vermesi doğru mudur, yanlış mıdır? Roy’un sonradan yapacağı açıklama budur. Nasıl desteklersin, 2. Kongre’nin kararları buna izin vermiyor. Biz bu tutumu, Lenin de oradaydı, o da onayladı; bunda bir keramet vardır demek zorunda değiliz. Hayır, Lenin de yapsa yanlışa yanlış diyeceksin. Roy kadar cesaretli olacaksın. Destekleyemezsiniz ve bunun desteklenmemesini kayda geçeceksiniz. Sonradan da Kuvayı Milliye’yi desteklemek ve onlara silah para yardımı yapmak neyin nesidir? Aynı ölçülere göre yanlıştır diyeceksin. Yani bu uygulamanın yanlış olmasını neye göre yapıyorduk, kıstasımız nedir? Lenin zamanında yapılmış olsa da doğru değildir. Sovyetler birliği ile Komünist Enternasyonal’i ayırmak gerek. Sonuçta bir devlet Sovyetler. Bunun sınırları, ticaret ilişkileri var. Aynı dönemde mesela İngilizlerle bir ticaret anlaşması yapılır ve Lenin ısrar ettiği için imzalanır. Sonunda İngilizler daha uyanıktır tabii; anlaşmaya Sovyetler Birliği, İngiliz sömürgelerinde ajitasyon propaganda faaliyeti yapamaz diye madde yazıyorlar. Bunun ticaret anlaşmasında ne işi var, niye imza attınız diye fırça atıyorlar. Ama biz bu anlaşmayı yırtıp atıyoruz diyemezsin. Neden? Devlet adına yetki verilmiş birileri bunun altına Sovyetler Birliği diye imzayı attığı zaman hepinizi bağlar. Ama komünist enternasyonali bağlamaz. Mesela Bakü Kongresinin örgütlenmesi de Sovyetler’in işi değil. Onun için İngilizler kalkıp, sömürgelerimizi örgütlediniz diye itirazda bulunmadılar. Çünkü o Komünist Enternasyonal’in organize ettiği bir şey. Rusya Komünist Partisi’nin ev sahipliği yaptığı bir organizasyon. Bu iki şeyi, devletin politikaları ve Komünist Enternasyonal ayırmak gerek.

Şimdi Kemalistlere destek verdi mi, vermedi mi meselesine geçelim. Frunze ve Voroşilov’un Kuvayı Milliye’yi desteklemek için Anadolu’ya gönderildiğini de biliyoruz. Heykellerinin Taksim’de olduğunu da biliyoruz. O esnada Komünist Enternasyonal ne yapıyordu? Kuvayı Milliye hareketinin başarısını desteklemek için geliyoruz diye bir şey yok. O zamanlar Cumhuriyet Halk Partisi yok, İştirakiyyun Fırkası var.  Bunlar Türkiye’deki emperyalist mücadeleye önderlik etmek üzere Türkiye’ye gönderiliyor. Komünistlerin gözünden bakarsanız; bir komünist partisinin kime kaç para, ne kadar asker gönderdiklerine mi bakmak lazım -özellikle ikinci paylaşım savaşı sonrası gelişen devrim stratejiler; halk savaşı, gerilla savaşı, kurtuluş savaşına falan baktığınız zaman- enternasyonalizm, yani sen ne kadar silah veriyorsun, ne kadar para veriyorsan o zaman makbul. Sovyetler, Latin Amerika’da Afrika’da bir sürü devlete karşı oradaki gerilla hareketlerini desteklemiş. Gerilla hareketleri zaten bu desteklere dayanarak kurulan bir strateji. Bu stratejileri benimseyenler bu yardım ve destekleri önemsiyorlar. Biz ise diyoruz ki burada esas mesele proleter devrim; “Devrim için devrimci parti, partiyi kurmak için de komünistlerin birliği.” Yani 1920’de Komünist Enternasyonal ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin Anadolu’daki sınıf mücadelesine asıl müdahalesi Türkiye’deki komünizmin temsilcilerini bir araya getirip onlara komünist partide örgütledikten sonra, siz şimdi Anadolu’daki sınıf mücadelesine önderlik etmek üzere gidiyorsunuz; kelle koltukta falan da olsa gidiyorsunuz. Ben mesela destek dendiği zaman, bize böyle bir destek gelse bundan âlâsı Şam’da kayısı derim. Bizim uğraşmamıza gerek kalmadan birileri gelip, “hadi biz sizi birleştirdik, komünistlerin birleşme kongresini organize ettik. Yapın şu kongrenizi çıkın bu işin içinden” diyen birisi olsaydı; “ya ama sen şimdi Tayyip Erdoğan’a kaç para kredi verdin, silah yardımı yaptın mı” falan hiç sormam. Yani baktığınız zaman komünistlerin Anadolu’da yaptıkları asıl işi, burjuva devletlerin ya da tüccarların gözünden izlemeyeceksiniz. Ne kadar para yardımı yapmış, ne kadar silah vermiş. Proletarya diktatörlüğünde, komünist enternasyonalde böyle beklentileri olanların devrim stratejileriyle bizimki aynı değil. Dolayısıyla biraz daha onun üzerinde düşünün ve okumaları bu çerçevede yapın.

Anadolu’da işgale karşı mücadele yürütülürken en önemli eksik neydi ve bu nereden nasıl sağlandı, ona bakın. Ve neden bizi bu kadar destekleyenlerin gönderdiği adamları biz hemen keser öldürürüz diye Topal Osman ve adamları harekete geçirildi. Bunun üzerine böyle düşünmek lazım. Olacak şey mi; Kuvayı Milliye hareketi bu yardımlara muhtaçtıysa o yardımları gönderenlerin, gönderdiği adamları boğazlamak ilk iş olur mu? Besbelli ki, asker ve para yardımının yanı sıra bir komünist partisi Kuvayı Milliye’nin tahammül edemeyeceği bir şey. Nitekim o nedenle ortadan kaldırdılar. Biz meseleye buradan bakacağız.

Şimdi bu konuları geçelim de ayrı devlet kurma hakkına gelelim. Kürdistan sorununa nasıl yaklaşıyoruz? Kürdistan’ın ayrı bir devlet olarak var olma hakkı diye yaklaşılması gereken bir sorundur. Bugün ayrı bir devlet kurma fikrini savunan herhangi bir hareket yok. Küçük gruplar olabilir belki, bağımsız birleşik Kürdistan’ı savunuyoruz diyenler; biz de onları destekleriz. Kürdistan kurtuluş mücadelesine önderlik edecek Kürdistan Komünist Partisi’ni kurmaları için destek olmak görevimizdir. O da yoksa Kürdistan’da bir komünist partisinin kurulması lazım. Bu meselenin burjuvazinin muhtelif kesimleri ya da küçük burjuvazi ideolojilerine teslim olmuş siyasi akımların elinde bulunan Kürdistan sorununun çözümü; Komünist Enternasyonal’in tezlerinde kararlarını kılavuz edinmiş bir komünist partiyi gerektirir. Böyle bir komünist partinin ortaya çıkmasının için de bizim elimizden gelen bir şey varsa biz bunu yapmak için elimizden geleni ortaya koyup Kürdistan Komünist Partisiyle enternasyonal düzeyde ilişki kurmayı hedefleriz. Ve esas itibariyle de Kürdistan sorununun herhangi bir burjuva çözümünden kurtulmasının bir tek yolu budur. Burjuva çözümleri deyince akla gelen Kürdistan burjuvazisinin egemen olduğu bir devletin ortaya çıkmasıdır. Görüyoruz mesela, Güney Kürdistan’daki federe devlet; dış işlerinde sen Irak’a bağlanacaksın, ancak o zaman sana federe devlet kurma hakkını verebiliriz. O da olsun, biz buna da razıyız diyen bir burjuva siyasi hareketidir. Buradan da görüyoruz ki; muhtelif burjuva çözümleri, burjuvazinin egemen olduğu, emperyalizmin hakim olduğu dünyada hepsi mevcut emperyalist düzenle uyumlu çözümler. Onun için herhangi bir ulusal kurtuluş mücadelesini herhangi bir akıma teslim edilmesi, terk edilmesi bahis konusu olmaz.

Kürdistan bağımsız olmadan biz de kurtulamayacağız, o zaman onu mu beklememiz lazım, gibi bir soru var. Hayır, onu biz beklemek zorunda değiliz. Kürdistan’da bir komünist partinin kurulması ve oradaki ulusal kurtuluş mücadelesine önderlik etmesi için yapabileceğimiz şeyler varsa bunlarla yükümlüyüz. Yapamayacağımız bizim prensiplerimiz ve ilkelerimizle değil, imkanlarımızla ilgili bir şeydir. Bu seçenek Marksizm’in Karikatürü içerisindeki tartışmayı ilgilendiren bir şey. İşgal varsa işgale karşı savaşmak meşrudur. Bu konuda mesela Almanya’da yani Hitler’in ortaya çıkışı böyle bir tartışmadan ortaya çıkıyor. Almanya’da 1. Paylaşım savaşından sonra işgal edilen toprakların kurtuluşu. Yani bizim vatan topraklarımız işgal altındadır, biz şimdi onu kurtaracağız diye bir hareket başlıyor. Fransız emperyalistlerinin işgal ettiği, Alman emperyalistlerinin topraklarını kurtarmak vatan savunusudur diyor. Bu bizim gündemimize girmez. Emperyalistler arası savaşlarda birisinin öbüründen elde ettiği toprakları geri alma savaşı vatan savunusuna girmez. Amerika’nın Irak’ı işgali sırasında biz Saddam Hüseyin’in yanında taraf değiliz. Tam tersine Irak devletinin parçalanmasına sebep olacak, Kürdistan’ın bağımsızlık mücadelesini savunabiliriz. Keza Suriye’de bugün işgal hareketleri varsa, biz buna karşı Esad’ın yanında yer aramayacağız. Fırsat bu fırsat yani. Bir taraftan Türkiye Suriye’yi işgal etmeye kalkıyorsa Beşar Esad’ın yenilgisi ehveni şerdir diyen Suriyeli komünistleri bulmak bizim işimiz. Rusya’da olan oydu.

1928 programının revizyonist karakteri şurada yatıyor. Gelişmişlik düzeyine göre muhtelif ülkeleri birbirinden ayırıp, farklı ülkelere ayrı devrim stratejileri öneriyor. Komünist enternasyonalin ilk 4 kongresi boyunca manifestosu var, tüzüğünün dibacesi var, muhtelif proleter devrimler üzerine tezleri var. Bunlara baktığımız zaman bunların hiçbirisinde şu tip ülkelerde şöyle, bu tip ülkelerde böyle yapılacak diye ayrımlar yoktur. Proletaryanın ve köylünün devrimci ittifakı dediğimiz zaman bunun içine farklı devrim stratejisi girmiyor. Kapitalist bir aşamadan geçmeyi beklemeksizin işçi köylü ya da sadece köylü sovyetlerine varacak bir devrim yoluyla ancak ulusal sorun çözülebilir. ’28 programı ise hayır diyor buna. Üstelik bir de şart koşuyor. Bunu proletarya diktatörlüğü olan ülkelerin “geri kalmış” ülkelere yardımıyla ancak bir başka devletin yani Sovyetler Birliği’nin müdahalesiyle ileri doğru gidebilir, diye bir seçenek koyuyor. Fransız seksiyonundan Cezayir için, Fransa’dan kopmadan bu iş çözülmelidir diye bir fikir çıkıyor mesela. Burada sosyal şovenizmin daniskası var, bunlar komünist enternasyonalde yer alamaz. İşin doğrusu bunlar hiçbir zaman buradan atılmadı. Tıpkı Masonların atılması söylenip atılmaması gibi. Referanslarımız bellidir; yapılan yanlışları ve hataları değil, benimsenen kararları esas alıyoruz diye yola çıkıyoruz. Kimseyi kayırmak gibi bir şey bahis konusu olamaz. O yüzden Lenin şu makalede şunu dedi bunu dedi, önemi yok. Onları referanslarımızın mihengine vururuz, uymuyorsa ister Lenin yazmış olsun ister biz yazmış olalım. Kendi kararlarımızı da sürekli buna vurarak ölçeceğiz. Referans demek bu demek zaten.

Son olarak işçi aristokrasisine değinelim. Kim bu işçi aristokrasisi? İşçi aristokrasisi işçi sınıfının dışında bir kesim mi? Çok basit. Bütün dünyada olduğu gibi burada da; sağlık çalışanları, bunlar emektar; kendilerini feda ediyorlar. Onlara her akşam alkış tutalım, bunların şartları iyileşsin, şu olsun, bu olsun. Biz böyle diyenlere karşı, kardeşim burada bir terslik var dersek, biz sağlık çalışanlarını işçi sınıfının dışına mı atmış oluruz? Tersine biz böyle bir konuda, sağlık emekçilerini tuzu kuruları işçi sınıfının dışına atıyoruz demeyeceğiz. Diyeceğiz ki, sabahları akşamları pislikleriniz temizleyen çöpçüler niye sağlık emekçileri kadar önemli değil. Niye hiç değilse haftada iki üç kere sağlık emekçilerine iş tutmuyorsunuz. Yoksa sağlık çalışanlarının bir kabahati yok. Oportünizm işçilerden doğmaz. Oportünizm; işçi sınıfının muhtelif ayrıcalıklı kesimlerinden beslenen, ama işçi sınıfının ta kendisi olmayan, apayrı, işçi sınıfına aykırı ve düşman, burjuva ideolojisinin işçi hareketine soktuğu siyasi akımdır. Bu akımın taraftarları yüzde yüz işçilerden de oluşsa burjuva politikasının temsilcileridir. Biz o politikaya karşı mücadele ederiz. Avantajımız ve kendimize güvenimiz nedir. Bu ayarda bir burjuva politikasıysa bunun alternatifi yerine koyduğunuz zaman işçi sınıf saflarında bu görüşler yayılma fırsatı bulur. Niye alkışlıyorsun, bu sağlık emekçileri tuzu kurudur demeyeceksin. Oradaki göçmen, güvencesiz çalıştırılan, kamplara yığılmış kişiler, niye çöpçüler yok sizin kataloğunuzda. İşçi sınıf içerisinde şu ya da bu kesime ayrıcalık tanıyıp, onlara dayanan burjuva politikacılar var. Biz onlara oportünistler diyoruz. Dolayısıyla bizim düşmanımız işçi sınıfının şu ya da bu kesimi değil. işçi sınıfının şu ya da bu kesiminin sektörel çıkarlarını kullanarak sınıf üzerinde siyasi bir hegemonya kurmak isteyen burjuva politikacıları. Biz asla işçi sınıfının o ya da bu kesimini karşımıza almayız. Kısmi çıkarlar karşısında bütünsel çıkarları, ulusal sorunlarda da uluslararası sorunları öne çıkarmayı benimseriz. Böylelikle de işçi sınıfını burjuva politikacılarının hakimiyetinden çıkarmak için mücadele ederiz. Soruna böyle bakılması lazım. Bunları bir biçimde sınıfın bütünsel çıkarları üzerinde mücadele etmekten alıkoyan burjuva ajanları var, onlarla mücadele edeceğiz. Siz şimdi tuzu kuru ilaç sanayii içinde zaten fazla olan ücretlerini daha çok artırmak için grev yapmalarına ses çıkarmayız. Ama onlara deriz ki, kardeşim sizin grev yapma alışkanlıklarınız var, güçlüsünüz, iyisiniz hoşsunuz; bir de şu ilaçların fabrikaya bedava gönderilmesi için bir hafta grev yapsanıza. Sizden iyi grev yapan mı var. Ya da Fransa’daki otomotiv işçileri; zırt pırt grev yapıyorsunuz. Bir kere de göçmen işçiler için grev yapın. Ama sadece hep bana olmaz. Güvencesiz ve sigortasız işçiler için de grev yapın. Onları da eyleme çağıracağız. İşçi sınıfının herhangi bir kesimi bizim düşmanımız değil. Ama onlara bütünsel çıkarları göstermek, kurtuluşun bütünsel çıkarların savunusundan geçtiğini göstermek, onlardan kısmi çıkarlarına mahkum eden oportünistlerden kopmalarını isteyeceğiz.