Erdoğan koalisyon ortağının zoruyla erkene, bilhassa da yerel seçimlerin öncesine almak zorunda kaldığı seçimleri çoktandır şaibeli Referandumla kabul edilen Anayasada tarif edilen Cumhurbaşkanının seçilmesine indirgeyerek sunuyor. Ne ilginçtir ve ne yazıktır ki, rakipleri ve karşıtları da yaklaşan seçimlerin Cumhurbaşkanı seçimi olduğu yanılsamasını paylaşıp yayıyorlar.
Her ne kadar 20 Nisan günü parlamentoda kabul edilen yasaya göre 24 Haziran 2018’de yapılacak seçimler Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri olarak anılıyor olsa da, Erdoğan taraftar ve destekçileri dışında kimse Erdoğan dâhil herhangi bir adayın gerekli % 50+1 oyu almasını öngörmüyor. Aksine tahminlerin büyük çoğunluğuna göre yeni Cumhurbaşkanı 24 Haziran günü değil 8 Temmuz’da belli olacak. “Cumhur İttifakı”nın yaptırdığı anketlerin bile teyit ettiği bilinen bu duruma rağmen Erdoğan ve taraftarlarının yaklaşan seçimleri adeta sadece Cumhurbaşkanının seçilmesinden ibaret gibi göstermekte ısrar etmesinin sadece bir propaganda malzemesi olduğunu sanmak doğru değil hatta fena halde yanlıştır.
Her şeyden önce Erdoğan karşıtlarıyla rakiplerinin 24 Haziran günü Erdoğan’ın yüzde 50+1 çıtasına takılması için plan yapması ve gayret göstermesi gerekli, doğru ve anlamlıdır. Görünen o ki, bu hedefe ulaşılacaktır. Zaten güç kaybetmeye devam eden ve daha şimdiden çatlamış bulunan “Cumhur İttifakı”nın bu akıbeti değiştirme şansı yoktur.
8 Temmuz’da yapılacak seçimlerde Erdoğan’ın karşısında kimin olacağı da elbette teferruat değildir. Güç kaybetmeye devam eden Erdoğan ile tiridi çıkmış “Cumhur İttifakı”nı bu seçimlerde alt etmek mümkündür. Aksi bir sonuç peşinen yenilgiyi kabul edenlerin ve daha yola çıkmadan yelkenleri suya indirenlerin tutumudur.
Bu hatırlatmadan murat ettiğimiz Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü adayın baştan itibaren ve sonuna kadar desteklenmesi gereği değildir. Asıl boşlukta kalan soru, bu adayın kim olacağı hala belli değildir. Muhtelif partilerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kendi adaylarıyla gireceği şimdiden belli olmuştur. Önümüzdeki dar vakitte bu tablonun değişeceği şüpheli olduğuna göre, parlamentonun ikinci partisi olan CHP’nin adayının bu tablonun doğal ve kaçınılmaz sonucu olarak ikinci tura kalacağına adeta kesin gözüyle bakılmaktadır. Oysa adeta kesin gibi görünen bu seçenek en belirsiz olanlardandır.
Seçim zeminindeki ikinci büyük parti olan CHP hala kendi iç çekişmeleri ve geçmiş başarısız tecrübelerinin kıskacı altında hala bir aday belirlemiş bile değildir. Göstereceği bir sürpriz adayın bahis konusu güçlü aday olup olamayacağı da çok şüphelidir.
Partisi genel seçim barajının sınırlarından ancak bir ittifak sayesinde çıkabilecek durumda olan Meral Akşener’in adaylığını en erken ilan etmiş olmanın dışında bir avantajı yoktur.
Buna karşılık (biraz da kendi iddiasız ve karamsar tutumu nedeniyle) mevcut durumda seçimlere en hazırlıklı durumda olan parti HDP olsa gerektir. Hele bu durum yeni seçim yasasının sunduğu ittifak formülü isabetli biçimde değerlendirilebildiği takdirde daha vurguyla söylenmesi gereken bir tespittir. HDP 7 Haziran’dan beri AKP’ye oy hatta seçim kaybettirmiş bir partidir. Ona yönelik baskılar ve engellemeler de bu durumu değiştirmez; aksine bu tespiti teyit eder. Böyle olduğu için HDP saldırı ve baskılara muhataptır. Ayrıca bu saldırılara direnç gösterme kapasitesi de bu süreçte görülmüştür. Bu itibarla “Seni başkan yaptırmayacağız” şiarını somutlayan ve bunun bedelini ödemekte olan Selahattin Demirtaş sadece ezilenlerin ve sömürülenlerin çıkarlarını temsil eden bir aday olmanın ötesinde ikinci turda Erdoğan’ın karşısına çıkması hayal olmayan bir adaydır. Bunu aritmetik hesaplarla doğrulamaya çalışmak siyasi mücadelelerin ve seçimlerin diyalektiğinden bihaber olmaktır.
Bu nedenledir ki KöZ tereddütsüz ve erkenden, bugüne kadar Türkiye’de solun en büyük seçim zaferinin sembol ismi olan Demirtaş’ın adaylığı etrafında birleşik bir kampanyanın yapılmasını önermektedir.
Bu seçimleri ısrarla Cumhurbaşkanlığı seçimlerine indirgeme gayretindeki Erdoğan’ın 24 Haziran seçimlerine yönelik asıl beklentisi ve hesabı konusuna tekrar dönersek; Tayyip Erdoğan halen işgal etmekte olduğu Başkanlık koltuğunu önümüzdeki seçimlerde de öyle veya böyle alacağından emindir. Bu konuda yanılması nesnel değil solun öznel bir etken olarak rolüne ilişkin nedenlerle sağlanabilir.
Ama Erdoğan ve küçük ortağı bilmektedirler ki mevcut durumun tekrarı sanıldığının aksine mümkün değildir. Yani parlamentodaki güçlü bir çoğunluğa güvenmeden Erdoğan’ın Sarayındaki varlığını koruması sürdürülebilir bir durum değildir. Yeni seçimlerden sonra da parlamentoyu pas geçerek Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle iktidarı sürdürmek mümkün değildir. Bu nedenle söylemek gerekir ki Erdoğan ve meclisteki ve dışındaki müttefiklerinin yaklaşan ve erkene alınan seçimlerdeki asıl hedefi adeta orayı kilitleyen ve egemenlerin istedikleri gibi kullanmasına engel olan HDP gibi bir “kara böceğin” meclis dışına atılmasıdır. Zaten bugünkü “Cumhur İttifakı”nın temelleri bu stratejik hedef etrafında 7 Haziran seçimlerini takiben atılmış değil midir?
O halde 24 Haziran’da Erdoğan’ın karşısına en güçlü adayı çıkarmaktan çok meclise emekçilerin ve ezilenlerin çıkarlarını temsil eden birleşik bir grubun bugünkü HDP grubundan daha güçlü bir biçimde taşınmasına odaklanmak gerekir. Zira 24 Haziran Erdoğan ve gözbağcılarının gizlemeye çalışmasına rağmen esasen parlamento seçimlerinden ibaret olacaktır. Bu takdirde Erdoğan seçimlerden Saray’daki konumunu koruyarak çıksa bile, karşısında arzu ettiğinin aksine güçlü bir parlamento çoğunluğunu bulamayacaktır. Karşısında CHP’nin yanı sıra sayısal olarak ondan daha zayıf olsa bile gerçek ana muhalefet rolünü oynamaya aday güçlü bir muhalefet grubunu ve üstelik muhtemelen bir de SP/İP ittifakının meclise taşıyacağı grubu bulacaktır.
Bu da şimdiden uygulamada olduğu ilan edilmiş bulunan sözde “tek adam diktatörlüğü”nün kof bir efsane olduğunu ve “Saray’daki tek adamın” parlamento tarafından kuşaltılabileceğini gösterecektir. Ama bu kuşatma HDP’siz bir meclis bileşiminde AKP’nin yedek lastiği olmaya alışmış CHP veya AKP’nin başka rakipleriyle sağlanamaz.
Erdoğan’ın endişesi budur ve 24 Haziran’da onun korktuğunu başına getirmek başlıca ödev ve zarurettir.
Meclis seçimlerinin ardından gündeme gelecek Cumhurbaşkanı seçimleri ise bu itibarla tali bir durumdur. O kertede KöZ’ün yapacağı ve emekçilerle ezilenlerin çıkarlarını savunma iddiasını taşıyanların yapması gereken 24 Haziran’da gösterecekleri ortak adaylarının yer almayacağı bir 8 Temmuz seçimini kayıtsız şartsız boykot etmek olmalıdır. KöZ’ün benimseyeceği tutuma göre Selahattin Demirtaş’ın aday olmadığı bir ikinci tur seçimi boykot edilmelidir.
İşte öteden beri sık sık gündeme gelen ve bugün de nispeten daha zayıf bir biçimde dile getirilen boykot tutumunun gerekli ve anlamlı olacağı yegane seçenek budur. Buna karşılık 24 Haziran’dan itibaren yapılacak bir boykot hiçbir ikircime yer bırakmadan söylenmelidir ki, bir ayağı çukurda olan Erdoğan’a yeni bir seçim zaferini hediye etmekten öte bir anlam taşımaz ve vebali kaçırılması muhtemel fırsat kadar büyük olacaktır.