– Nasıl aday oldunuz? Süreci anlatabilir misiniz?
HDP içinde yer almamamdan dolayı sürpriz oldu diyebilirim. Yıllardan beri işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, sömürülenlerin arasında hak, hukuk, özgürlük çalışmalarım var çeşitli kitle örgütleriyle. Yıllardır seçimleri de bu çalışmaları ilerletmek adına bir fırsat olarak gördük. Diğer yandan AfroTürk kimliğim de zaman zaman medyada ilgi çekiyordu. Sanırım tümbunların bir sonucu olarak HDP’den geldi öneri.
– Seçim sürecinde anaakım medyada ve değişik çevrelerde etnik kimliğiniz öne çıkartılmak istendi ama siz kendinizi ifade ederken komünist kimliğinizi öne çıkartarak farklı bir duruş sergilediniz.
Afrika kökenli oluşum aslında bir avantajdı benim için, bu avantajı kullanıp işçilere, emekçilere dokunabilmiş, ayrımcılığa uğrayanlara ulaşabilmişsek; ayrımcılığa uğrayanlara yönelik devlet politikalarını gözler önüne serebilmişsek amacımıza ulaşabilmişiz demektir. Benim temel kimliğim işçi, ezilen, sömürülenler tarafında olmamdan geliyor. Nasıl her gün işe gidip, sömürülüp çalışan insanlardan bir farkım yok, onlar gibi bu ücretli kölelik düzeninin bir parçasıyım. Bir fabrikada sömürülen işçinin Türk, Kürt, Roman, Çerkez veya Afrikalı olması fark etmiyor, sömürü aynı. İşveren bu ayrımları örgütlenme sürecinde işçilerin birliğini parçalamak için kullanmak isteyebiliyor. Önemli olan haklarımızı ararken birlikte, yan yana durabilmek. Biz de seçim döneminde buna vurgu yaptık. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz, batarsak beraber batarız, kurtulursak beraber kurtulacağız, ya hep beraber, ya hiç birimiz.
– Seçim kampanyanızda diğer HDP’li adaylarla birlikte ve ayrı durduğunuz noktalar nelerdi?
Diğer daylar daha çok HDP’nin programı içinde kalacak şekilde seçim programları izlediler. Biz bu programı dikkate almakla birlikte onları daha aşan, daha ileriye taşıyabilecek unsurları dile getirdik. Türkiye’de hâlen parlamento seçimleri önemli. Seçim sürecinde kendi sınıf muhataplarımıza ve karşı sınıf muhataplarına bir şey iletmemiz gerekiyor, bu çok önemli. Parlamento asıl değil, aslolan insanların bütünsel çıkarları. Bunun ne kadar temsil edilebildiği önemli. Mevcut anayasal örgütlenme çerçevesi bu konuda bizlere çok sınırlı, toplum dinamiklerinin çok çok gerisinde olanaklar sağlıyor. Ben de seçim kampanyam süresince mevcut anayasal yapının sınıf çıkarlarımızı temsil edebileceğimiz şekilde düzenlenmediğini sık sık dile getirdim.
– Meclis’te çalışmaya değil Meclis’i kilitlemeye gidiyorum derken kast ettiğiniz biraz da buydu belki.
Tabii ki, geçmişten gelen deneyimler var, Meclis ne işe yarar, Meclis kimin meclisidir, bu Meclis’te yapılabilecek olan şeyler nelerdir, yapılamayacak olanlar nelerdir, seçim kampanyası süresince hep bunları dile getirdim. Ne yapabileceğimizden ziyade yapacaklarımızı neden yapacağımızı anlattım. Mevcut anayasal düzenin emekçilerin haklarını aramasını, onların haksızlıklara isyan etmesini nasıl engellemek üzere oluşturulduğunu anlattım. Bu mücadelelerin parlamentolarda nasıl geriletildiğini, mevcut yasaların neye hizmet ettiğini vurguladım. Bu hep yaptığımız bir şey, fakat seçim dönemlerinde kitlelere ulaşmak daha kolay, kitle var muhtaplar var, medya var. Bu anlamda diğer adaylardan farklı olarak insanların kafalarında çelişkileri sorgulatabilmişsem bu önemli bir şey. Aslında bu anlamda HDP’li vekil adayları ile de yakın iletişim içinde olduk. Duruşları ile anayasal muhalefet çizgisinin bile gerisinde kalındığı durumlar oldu, biz zaman zaman buna da müdahale ettik. Seçimlerde söylediklerimizin seçimden sonra da arkasında durmamız gereğine vurgu yaptık. HDP’nin üst yönetiminin de katıldığı bir toplantıda TİP örneğini verdim. 1965’te 15 milletvekilinin neler yaptığını anlattım. Oysa bugün HDP’nin çok daha fazla vekili ve olanağı var. O döneme göre daha ileride bir yerde olduğumuzu belirttim. O kadar baskılara, tutuklamalara, katliamlara rağmen HDP’nin ve HDP bileşenlerinin, devrimci dinamiklerin ayakta olduğunu ifade ettim. Gazi Ayaklanması’ndan, Gezi Ayaklanması’ndan örnekler verdim. Parlamento’da ana muhalefet partisinin HDP olduğunu, bunu hepimizin fark etmesi, hepimizin buna göre davranması gereğini dile getirdim. Türkiye’deki siyaseti biz belirleyebiliriz, mevcut yönetim krizini bir başka krize dönüştürebiliriz dedim. Aslında tüm toplantılarda biz yıllardır buna vurgu yapıyoruz: kendi gücümüzü bilelim ve bunu belli programatik ilkelerle yapalım, buna gücümüz var cüret de edebiliriz dedim.
– Genel seçimlerde aday olmanızı parlamentarist bir eğilim olarak eleştirenler oldu mu?
Tabii ki oldu, seçimler neyi ifade ediyor, seçimler nedir, amaç mıdır araç mıdır, seçimler nasıl kullanılmalıdır, kullanılmadığında ne olur, boykot yapıldığında bunun sonuçları nelerdir biz seçim kampanyası boyunca bunları da konuştuk. Mesela belli durumlarda sık sık ‘genel grev’ talebi dile getirilir. Genel grev yapmak için bile bir parti, bir örgüt gereklidir, o ülkedeki sınıf koşullarını tersyüz edebilecek bir örgüt gerekiyor, pazarlık olanaklarının senin elinde olması gerekiyor. Yoksa sen lokal olarak örgütsel zemininin olmadığı, zayıf olduğun bir yerde bütünsel bir siyasetin parçasıymış gibi ‘genel grev’ dersen bunun sonucu olmaz, emekler boşa gider. Seçim çalışmaları da buna benzer. ‘Boykot’ diyorsun, potansiyelin ne, hangi dönemde nasıl boykot olur, bunları dile getirdik. Biraz da beni ve arkasında durduğum siyaseti tanıdıkları için ‘orada ne işiniz var’ diyenler oldu. Biz de dedik ki, aramızda derin mesafeler olsa bile biz yıllardır değişik yerlerde birlikte çalışan insanlarız, söz konusu mesafeler birlikte iş yapmamıza, sokakta birlikte davranmamıza engel değil. Zaten kendi farklılıklarımızı, en doğru örgütlenme yöntemlerini birlikte iş yaparken anlatacağız. Bundan kaçınırsak bu bizi siyasetin de dışına iter. Sık sık bunu anlatmaya çalıştım.
– Seçim döneminde öne çıkardığınız talepler neler oldu?
Seçim sürecinde çok kalın çizgilerle dile getirdiğimiz talepler olmadı. Her şey Erdoğan’ın konumuna kilitlenmişti. Biz Erdoğan’ın zayıfladığını, Türkiye’yi yönetemediğini, MHP’nin oyuna muhtaç olduğunu; birlik beraberlik örülürse kendi gücümüzü bilerek Erdoğan’ın gideceği bir zeminin ortaya çıkartılabileceğini belirttik.
HDP’nin görünüşte ‘yan yana değiliz’ dese de alttan alta Muharrem İnce’yi desteklemesinin yanlışlığına dikkat çekip, bizim kendi gücümüzle örgütlenmemiz gereğini vurguladık. CHP içindeki ilerici unsurların da aslında HDP’nin kendi potansiyel kitlesi olduğunu, CHP’den bu kitleleri kopartmak gerektiğini ifade ettik.
Bununla birlikte ekonomik kriz söylemini öne çıkartanlar oldu, ekonomik krizin ancak siyasi krize çevrilebilmesi durumunda bir anlam ifade edebileceğini söyledik. Türkiye’de devrimci dinamikler var, alanları hâlâ dolduran Kürtler, emekçiler, Aleviler, devrimciler var. Bu durumu temel almamız gereğine vurgu yaptık.
Ayrıca sık sık kurucu anayasa gereğinden bahsettik. 12 Eylül’ün gerici anayasasından Erdoğan’ın beslendiğini, geniş katılımlı bir kurucu meclis olması gerektiğini, ancak bu olursa sorunların işçilerin emekçilerin lehine ele alınabileceğini belirttik. Son dönemde bazı vekil arkadaşlar da bu konuyu dile getirmeye başladılar. Bu kıymetli bir şey, çünkü HDP bir sol parti.
– HDP’nin seçim sürecinde CHP’ye yakın duran bir siyasi çizgi izlemesini nasıl eleştirdiniz?
HDP’nin CHP’den, burjuva siyasetinden kopamadığını biz biliyoruz. Türkiye’de devrimciler için önemli bir mesele bu. Kendi sınıf çıkarını başka bir sınıfın çıkarı üzerinden, onlardan beslenerek veya onlarla ortak iş yaparak, bir gerici güçle ortaklaşarak savunma eğilimi var. Biz HDP’nin bunu görmesi amacıyla hareket ettik. CHP’nin etkisinden kurtulamayan devrimci sosyalist yapılar var. CHP’nin de tıpkı AKP gibi sınıf düşmanı bir parti olduğunu teşhir etmemiz bunun için gerekli. HDP’li arkadaşların bir bölümü seçim sürecinde Cumhurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’ı desteklemek yerine dolaylı olarak İnce’yi destekler bir tutum takınınca, hatta bir milletvekili doğrudan 2. turda İnce’ye oy vereceğini söyledi. Kimdi o…
– Ahmet Şık.
Evet, oydu. Tabii bu nedir, bu bir mesajdır. Oysa CHP’nin Millet İttifakı diyerek kimlerle birliktelik kurduğu belli. İyi Parti, Saadet Partisi, kendisi… bunlar kim, bunların Erdoğan’dan Bahçeli’den hiçbir farkları yok, biz seçim kampanyamızda bunu göstermeye çalıştık.
– Peki bu vurguları yaparken HDP’den tepki aldınız mı?
Tabii ki, Muharrem İnce “biz Türkiye’nin zencileriyiz” dediğinde biz asıl zencilerin bizler ve Selahattin Demirtaş olduğunu belirttiğimizde bize CHP’ye yüklenmememiz yönünde uyarılar geldi. Oysa bunlar bizim asıl kullanmamız gereken şeylerdi. Biz kullandık ama HDP pek bu yönde davranmadı. Eğer HDP CHP’yi teşhir eden politikalar izleyebilseydi, o zaman elimizdeki olanakları kullanabilmiş olurduk. Biz bunu yaptık ama bu genel eğilime yansımadı. Sen Selahattin Demirtaş için, kendi adayın için mücadele etmeyip başka adaya göz kırparsan kendini iddiasız duruma getirmiş oluyorsun. Kendini pasifize etmiş oluyorsun. Diyorlar ki CHP’den gelecek oyları küstürmeyelim. Sonuçlara bakınca durumun çok da böyle olmadığını gördük. HDP kaç dönemdir %10 barajını çoktan geçmiş durumda, onca baskıya, tutuklamalara rağmen. Partinin en önlerinde siyaset yapan yöneticiler tutuklanmış, OHAL var. Buna rağmen HDP barajı aştı ve bu güç parlamentoyu kilitlemek için yeterli bir güç. Bunun için biz HDP’ye hep ‘sen asıl kendi gücüne güven’ diyegeldik. Şimdi yerel seçimler yaklaşıyor. Gene aynı fısıltılar başladı, ‘kazanamayacağımız yerlerde CHP’yi destekleyelim diye düşünenler var HDP’de.
HDP hep birlik, beraberlik, dayanışmadan bahsediyor, ama birlik, beraberlik, dayanışma kimler tarafından yapılır, kimlerin buna ihtiyacı vardır? Biz siyaseti bilen, bedel ödeyen, 12 Eylül rejimine tabi olmayan örgütler ve insanlarla daha çok birlik olmamız gerek. Bu gücümüz de var.
– İzmir’de halkın kampanyanıza yaklaşımı nasıl oldu?
Çok sayıda insanla iletişime geçtik. Yıllardır görüşmediğimiz, telefonlaşmadığımız insanlar telefon edip destek verdiler, onur duyduklarını ifade ettiler. Hiçbir zaman HDP’ye oy vermemiş, mahallelerden insanlar, bize oy verdiler, seçim döneminde bizimle oldular, yanımızda durdular, destek verdiler. Tabii bunlar en büyük eksiğimizi de gösterdi. Bu insanlar aslında ulaşmamız gereken ama çoğu zaman iletişime geçemediğimiz, farklı mahallelerden insanlar. Ufak tefek dokunuşlar, ilişkiler çok önemli, burada siyasetin karşılığını görüyorsunuz zaten. İnsanlar bugün AKP’den Erdoğan’dan falan kurtulalım derken bunu doğru bir şekilde söylemek önemliydi, bunu gördük. Kahvehane toplantılarında falan insanlar bana ‘bağımsız aday olsaydın, başka sol bir partiden neden aday olmadın?’ falan diyenler oldu. Biz de HDP’nin bir Türkiye partisi olduğunu vurgulayarak, mecliste ve meclis dışındaki söylemlerinden örnekler vererek insanları HDP’ye oy vermeye ikna ettik. Çokça olumlu tepki de aldık. HDP’ye sıcak bakmayan bir grup insan bizim kampanyamızdan etkilenerek, bir kısım insan Erdoğan’dan kurtulabilmek için gerçek muhalefeti HDP yapar baraja takılmasın diye, bir başka kısım da her iki durumdan ötürü bize oy verdiler.
– HDP gibi tasfiyeci bir yapının içinde aday olmak komünist kimliğinizle nasıl bağdaşıyor?
Komintern’de de bunun örnekleri var. Bolşevikler de yasal siyasetten medet ummadan parlamentoyu kullanmışlar geçmişte. Tabii ki HDP parlamentarist bir yapı, dünya kadar da bileşeni var. Biz bunların dışında ötesinde durmaktansa, bu iş geçmişte böyle olmuş, şimdi de böyle olur diyebilmek için genel seçimleri amaçlarımız için kullanma hedefiyle bu sürece katıldık. Bunları yaşayıp, görerek ve göstererek anlatmak gerekiyor; bu parlamentarizm anlamına gelmiyor. Asıl bu şekilde davranmadığımız zaman siyasetin bize tanıdığı alanın dışına çıkmış oluyoruz, iletişim kurabileceğimiz unsurlarla buluşamamış oluyoruz. O zaman dışarıda kendi başına durup “ben doğruyum, ben biliyorum, hadi gelin.” demiş oluyorsun, bu doğru değil. En basit kitle örgütlerinde bile çalışacaksan onları değiştirip dönüştürmek için mücadele edeceksin. Yeri geldiği zaman neyi nasıl yapacağını göstererek yapacaksın. Parlamentoyu da bu şekilde kullanmak gerekiyor. Bunu yaparken de kendi ilkelerini saklamadan, ben bu amaçla bunu yapıyorum diyerek, alttan falan oymaya girişmeden düşüncelerini ifade edeceksin. İletişimde olduğun yapılardan da aynı açıklığı, aynı netliği bekleyeceksin. Duma’da geçmişte Bolşevikler’in yaşadıkları da bu duruma bir örnek aslında. Sen düzen içi kalıp kendini düzene bırakırsan bir müddet sonra kendini akıntıya bırakmış olursun, sistem senin söylediklerinin daha fazlasını söyler, daha fazlasını yapar ve seni tasfiye eder. Hatta Komünist Manifesto’da sözü geçer, bir din hocası komünist partide çalışabilir mi diye sorulur. Orada böyle bir hocanın parti ilkelerini benimseyerek partide çalışabileceği ama böyle bir durumda kendi dini programını uygulayacağı belirtilir. Bu durum bugün de geçerlidir.
– İlkelerimizle çelişmediği sürece herkesle çalışabiliriz.
Evet, ilkesel konular, devletle uzlaşma/uzlaşmama, sınıfın çıkarları gibi konularda ilkesel olarak sorun olmadığı sürece birlikte çalışmamak için bir neden yok. Zaten bu tarz dayanışma ve birlikte çalışma pratikleri sayesinde kitleler ve örgütlerle daha fazla tanışmak ve ortaklaşmak mümkün olabilir ancak.
– Seçim sonrasında HDP’lilerin size yönelik değerlendirmeleri nasıldı?
Seçim sonrasında da HDP’lilerin bize saygısı ve sevgisi üst düzeyde devam etti. Ne kadar HDP’nin dışında olsak da dayanışma gereken yerlerde dayanışma içinde oluruz, seçim sürecine katamadığımız unsurlarla birlikte nasıl çalışabiliriz bunu düşünmek gerekli, bu kaygıya HDP’liler de genel olarak katılıyor.
– 24 Haziran seçim çalışması ve sonuçlarından yerel seçimler için nasıl bir ders çıkarıyorsunuz?
Yerel seçimlerle genel seçimler arasında doğal bir paralellik var. Diğer yandan genel seçimlerde Türkiye’nin bütünsel meseleleri öne çıkıyor. Anayasa, sömürü, insan hakları, demokrasi ile ilgili konular ve sorunlar herkesi ilgilendiren konular olduğu için bunlar genel seçimlerde daha odakta oluyor. Fakat yerel seçimler ister istemez ilgili yörenin sorunlarına odaklı oluyor. Yerel seçimlerde toplumun geneline yönelik sınıfın durumuna ilişkin sorunları ve bu sorunlara çözüm önerilerini yerelliklerde hareket geçirmenin olanaklarını oluşturup uygulamak gerekiyor. Çevre, kentsel dönüşüm, yerel ulaşım ve eğitim olanakları vb. Konularda siyaset üretmek gerekiyor. Bu sorunları ve bunlara çözümleri vurgularken bunların ülkenin genel sorunlarından bağımsız olmadığını sürekli vurgulamak gerekiyor. Belediyeler de tıpkı burjuva parlamentoları gibi bir sınıfın çıkarlarını korumak için oluşturulmuş yapılardır. Yerel seçimlerde bunu teşhir etmemiz, olanak bulduğumuz yerlerde yerel seçimleri de, belediyeleri de bu şekilde araçlaştırmamız gerekiyor. Kitle örgütlerini de yerel seçimlerde bu şekilde yönlendirebilmemiz gerekiyor.