Yeni Seçim Kanununun Maksadı Neydi?

Bundan tam bir yıl önce, Nisan 2022’de Erdoğan ve Bahçeli’nin meclise sunduğu seçim kanunu Davutoğlu ve Babacan’ı köşeye kıstırmayı hedefliyordu. Yeni kanun küçük partilerin ittifaklardan faydalanmasını güçleştirdi, onları milletvekili seçimine büyük partilerin listesinden girmeye zorladı. Erdoğan, AKP kaçkınlarını CHP’nin kanatlarının altına itmek, onların bağımsız ve yeni bir parti olma iddiasını baltalamak istiyordu. Adaylık tartışmaları ve üreteceği küskünler ordusu da cabasıydı.

Kime niyet kime kısmet! Görünen o ki seçim kanunu Amerikancı muhalefetten çok sol içinde bir krize yol açtı. Altılı Masa’nın beş partisi aday belirleme sürecini ve pazarlıklarını gece yarısı mesaileriyle, kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla çözdü, cumhurbaşkanı adayı belirlenirken yaşadığı krizi tekrar yaşamadı. Tersine, “tarihsel sorumlulukları” gereği hep bir ağızdan Kılıçdaroğlu’nu destekleyen sol akımlar kendilerini kirli çamaşırların ortalıkta yıkandığı şiddetli bir çatışmanın içinde buldular. Tartışmanın kilitlendiği konu TİP’in milletvekili seçimlerine ayrı bir listeden girme konusundaki ısrarıydı.

TİP Konu Kılıçdaroğlu Olunca Bir Sorumluluk Abidesiydi

TİP’in Cumhurbaşkanı ve milletvekili adayları belirlenirken takındığı tutumlar görünürde taban tabana zıttı. Konu Cumhurbaşkanı seçimleri olunca TİP adeta bir sorumluluk abidesiydi. Erkan Baş yaklaşık bir yıldır o kanal senin bu kanal benim geziyor, “ikinci turda oy vereceğimiz bir adaya neden birinci turda da oy vermeyelim?” sorusuyla solu Millet İttifakı’na alıştırıyordu. HDP’nin kendi adayını çıkarması ihtimali ortaya çıktığında 15 Ocak Mitingi’nde kürsüyü ve miting alanını protesto edecek kadar kararlı bir tutum içindeydi TİP.

Nihayet Kemal Kılıçdaroğlu Masa’nın ortak adayı oldu, Emek Özgürlük İttifakı “tarihsel sorumluluğu” nedeniyle aday çıkarmayacağını açıkladı ve TİP muradına erdi. Ama aynı TİP, cumhurbaşkanı seçiminin peşi sıra gündeme gelen milletvekili seçimlerine ortak bir listeyle değil kendi parti listesiyle katılacağını açıkladı. Bu durum sadece HDP’nin ana gövdesini oluşturan hareketin değil, HDP içinde “Türk solu kontenjanı”ndan yahut “Kürt hareketiyle dayanışma” maksadıyla yer alan akımların da tepkisini çekti. Tüm bu kesimlere göre TİP, Emek Özgürlük İttifakı’nın seçim açıklamasında işaret edilen “tarihsel sorumluluk” anlayışına aykırı hareket ediyordu. Cumhurbaşkanı seçiminde ortak adayın en acar savunucusunun, milletvekili seçimlerinde kendi parti listesinde diretmesi bir çelişki değil miydi gerçekten de?

Görüşü Olmayan Propaganda Yapamaz Görünürlük Yarışına Girer

Genel bir siyaset kuralıdır: Büyük davalar küçük hesapların önüne geçer. Siyasette davası olmayanlar, davasını unutanlar küçük hesap ve kaygılarla hareket eder. Bu anlamda TİP’in milletvekili seçimlerinde bir davasının olmadığı, olsa olsa kendi dar çıkarlarına yönelik hareket ettiği açıktır. TİP, Emek Özgürlük İttifakı’nın meclise en güçlü bir şekilde girmesini değil seçimde TİP’in tanıtımını yapmayı amaçlıyordu.

TİP’in propagandasını yapmak diyemiyoruz çünkü propaganda yapmak bir görüş gerektirir. TİP’i TİP yapan asıl özelliği onun görüşleri değil görüşsüzlüğü. “Gel Kardeşim” çağrısı aslında, “tüm değerlerimize sahip çıkıyoruz” diyerek herkese mavi boncuk dağıtma, “yapay tartışmalarla vakit kaybetmeyelim” diyerek geçmişte solu bölen ayrım çizgilerinin üstüne sünger çekme çağrısından başka bir şey değil. Böyle bir partinin propagandası değil tanıtımı, reklamı olabilir en fazla. Böyle bir reklam çalışmasının etkinliğini arttırmak da ancak burjuvazinin kurumlarına, araçlarına, yöntemlerine ve değer yargılarına yaslanmakla mümkün olabilir. TİP de bunun bilincinde olduğu için tümüyle bu hedefe odaklanmış bir çalışma yürütüyor.

Sanatçıların, medyatik figürlerin bir partinin çizgisi etrafında kümelenmesi yeni değil. Yaşar Kemal, sahici TİP’in seçim bildirgesini okuyordu; Cüneyt Arkın, Kemal Sunal TKP’nin yönlendirdiği kortejlerde yürüyordu. Ama bunlar Yaşar Kemal’in, Kemal Sunal’ın sola kaydığını gösteriyordu. Bugün ise TİP kendini İrfan Değirmenci’nin, Mehmet Aslantuğ’un çizgisinde konumlandırmıştır, ancak bu çizgide varlığına anlam katabilmektedir. Bununla birlikte TİP bu çizginin mucidi değildir. Kurucularının içinden çıktığı partilerden biri olan ÖDP Müjde Ar, Can Yücel, Adalet Ağaoğlu ile siyaset yapıyordu. Diğer parti TKP’nin atası SİP ise yola Aziz Nesin afişleriyle çıkmış, “Sol Meclis” “Yurtsever Cephe” türü oluşumlarla etrafına muhtelif aydınları toplamaya çalışmıştı. Yaklaşan seçimlerde TKP’nin “Türk Solu” yazarı İlyas Salman’la yetinmek zorunda kalması bir çizgi farkından ziyade TİP’in bu kulvardaki başarısını yansıtmaktadır.

Görüşlerini propaganda ederek değil, kendini burjuva anlamda göstererek var olabilen TİP’in milletvekili seçimlerinde ayrı liste konusundaki ısrarı bu bakımdan şaşırtıcı değildir. Bu ısrarın seçim sonuçlarında TİP’lilerin meclisteki “sosyalist vekillere” dair kurdukları hayalleri yerine getirip getirmeyeceğini ise hep birlikte göreceğiz. Ama şimdiden şu soruyu sorabiliriz: Milletvekili seçimlerinde “sosyalizmi görünür kılmak” ve “sosyalistlerin gücüne güç katmak” isteyen TİP aynı yolu neden Cumhurbaşkanı seçiminde seçmedi? Cumhurbaşkanı seçimlerinde ayrı bir davası mı vardı? Erdoğan’ın gitmesini gerçekten de her şeyin üstünde mi tutuyordu?

CHP-HDP İttifakını Erdoğan’ın Gitmesinden Önemli Görenler

Elbette tutmuyordu. Nitekim TİP’in seçim sürecindeki beş yıllık hareket tarzına baktığımızda TİP’in Erdoğan’ın gitmesi gibi bir önceliği olmadığını görmek zor değildir. “Önce Erdoğan!” elbette her türlü pazarlığın ve hesabın üstünü örten bir kılıftır. Eğer TİP gerçekten Erdoğan’ın sandıkta alt edilmesi, hem de birinci turda alt edilmesi gerektiğini düşünseydi, Meral Akşener’in Masa’yı terk etmesini sevinçle karşılamazdı. Zira Akşener’in desteği olmadan Masa’nın adayının ilk turda kazanamayacağını görmek zor değildi. Akşener’in Masa’dan kalkması sadece TİP’te değil bugün Kılıçdaroğlu’nun peşine takılan bir dizi akımda ferahlık hissi yarattı.

TİP’in asıl derdi Erdoğan’ın gitmesi değil, CHP’nin sola çekilmesi ve CHP ile HDP arasında kalıcı bir işbirliğinin sağlanmasıdır. Bu durum sadece TİP için değil, örneğin EMEP için de geçerlidir. HDP bileşenleri arasında da benzer bir stratejik hedefe sahip olanlar vardır. TİP’i başarılı kılan “popüler” bir siyaset yapma becerisi değil, söz konusu “popüler siyaset”in ancak HDP ve CHP’nin birbirine yaklaştığı bir siyasi iklimde sonuç alacağını kavraması, CHP ve HDP arasındaki çöpçatanlığa gocunmadan açık sözlü ve kararlı bir biçimde soyunmuş olmasıdır. Bu siyasi zeminin korunması ve sağlamlaştırılması TİP açısından Erdoğan’ın gitmesinden çok daha önemlidir. Bir anlamda hayat-memat meselesidir.

CHP-HDP işbirliği neden bu denli önemlidir TİP açısından? Soruyu TİP’in sosyal-şovenizmi yahut reformizmiyle açıklamak yanıltıcı olur. Ortada TİP’in devrimci olduğunu düşündürtecek en ufak bir veri olmadığı doğrudur. TİP’in sosyal-şoven olduğu da su götürmez bir gerçektir. Ama TİP’in dışında kalan partiler, örneğin HDP ondan daha az sosyal şoven değildir. Eğer parti programlarına bakacaksak, TİP’in programında yazan kendi kaderini tayin hakkı, konu ancak Kürtler değil Filistinliler olunca, kendine HDP’nin programında bir yer bulmaktadır. Tutuma bakacaksak TİP’liler 10 Kasım’da tam kadro esas duruşa geçerken HDP Eşbaşkanları Çanakkale Savaşı’nda omuz omuza savaştık nostaljisi yapmakta, 1921 Meclisi’nin ne kadar ileri bir meclis olduğunu anlatmaktadırlar. Konu devrimcilik olduğunda da durum daha farklı değildir. Hatta TİP’in aksine HDP’nin devrimci bir parti olduğuna yönelik geçelim bir iddiayı iması bile yoktur.

Türkiyelileşme HDP’nin Rakiplerini Gereksizleştirmişti

Soruyu yanıtlamak için HDP’nin sosyalist bir parti olduğunu hatırlamak gerekir. Sadece TİP, TKP cenahı tarafından değil HDP bileşenleri tarafından da üstü örtülmek istense de HDP elbette sosyalist bir partidir. Bunu görmek için Gültan Kışanak’ın açık mektup yazıp sosyalist olduğunu hatırlatmasına gerek yoktur. HDP’nin programı ile TİP’in, TKP’nin, Sol Parti’nin, EMEP’in programları arasında esasa dair bir fark yoktur. Tüm bu partiler arasında örgütsel işleyiş bakımından da esasa dair bir fark bulunmaz. Arada iki fark vardır. Birincisi HDP tüm bu partilerin toplamından kat be kat güçlü ve etkilidir. Bu güç ve etki nedeniyle, HDP’nin içinde baskın olan parti, HDP’nin diğer tüm bileşenleri ve HDP’yle muhtelif ittifaklar içinde yer alan tüm partilerin üzerinde, söz konusu partilerin kendi üyeleri üzerinde sahip olduğundan, daha büyük bir etkiye sahiptir. İkincisi HDP’nin tabanı tüm bu partilerin tabanından farklı olarak proleter ve HDP yönetiminin dahi zapt etmekte zorlandığı militan bir tabandır.

HDP’nin ana gövdesini oluşturan hareket, 2007 öncesi dönemde kendini asıl olarak Kürt hareketi olarak tarif ediyordu. Bu durum sadece TİP’i, EMEP’i, TKP’yi değil, bugün HDP içinde yer alan bir dizi hareketi de rahatlatıyordu. Çünkü söz konusu tarif bir işbölümünü de beraberinde getiriyordu. HEP, DEP, HADEP, DEHAP “Kürt partisi” oldukça diğer partiler de kendilerini sınıfın partisi, sınıfın sesi olarak sunuyorlardı. Böylelikle yaşadıkları tüm daralmaya karşın kendi varlıklarını siyasi olarak anlamlandırmaları mümkün oluyordu. Türkiyelileşme doksanların başından beri gündemde olmasına karşın ancak 2007 seçimleriyle birlikte hayata geçti. DTP Türkiye siyasetine, milletvekilleri aracılığıyla müdahale etmeye başlayınca önceki işbölümü ortadan kalktı. DTP Kürdistan’da evsahibi Türkiye’de azınlık yahut misafir rolünden çıkınca, Türkiye’deki demokrasi mücadelesine destek vermenin ötesine geçip bu mücadeleye önderlik etmeye soyununca birdenbire “Türk solu”nun ayağının altındaki zemin çekildi. Tüm bu partiler, örgütler gereksizleştiler. Onlar açısından öncekilere rahmet okutacak bir tasfiye süreci başladı. Kaderlerine teslim olanlar, “Kürt hareketiyle tarihsel/enternasyonalist işbirliği”, “yeni bir sınıf hareketi örmenin koşullarını yaratmak” türkülerini söyleyerek “çatı partisinin” içine sürüklendi. DTP’nin bir benzeri olmasına rağmen onu bir rakip olarak görüp dışında kalanlarsa tümüyle siyasi mücadelenin dışına düştü. CHP’nin boşluğunu da istismar ederek güçlenen HDP, böylelikle neredeyse tüm solu öğüttü ve sosyalist hareket içinde belirleyici tek odak hâline geldi.

HDP’nin Soldaki Rakiplerinin Beklentisi

Bugün, CHP’yi sola çekmeyi, CHP’nin içinden bir sol kopuşun önünü açmayı ya da CHP ve HDP’nin bir “demokrasi bloku” oluşturmasını savunanlar asıl olarak kendilerini HDP’ye, daha doğrusu HDP’nin ana bileşenine, rakip olarak gören kesimlerdir. CHP’nin soluyla HDP’nin buluştuğu zeminde “sınıf hareketinin” ve “sosyalizmin” sesi olma hayali kurmaktadılar. CHP-HDP ittifakının ancak HDP tabanının zapt-ü rapt altına alındığı, CHP’li solun hassasiyetlerinin öne çıktığı ve HDP’nin belirleyici rolünün törpülendiği koşullarda ortaya çıkabileceğini biliyorlar. Böyle bir zeminde HDP’nin 2007 öncesindeki gibi misafir/destekçi pozisyonunda kalacağını, “asıl sosyalistler/antiemperyalistler”in, öteden beri CHP’nin soluyla işler kotarmaya alışmış güçler olarak, ev sahibi gibi hareket edeceğini umuyorlar. Bu nedenle tüm bu kesimler açısından hayat memat meselesi olan Erdoğan’ın gitmesi değil HDP-CHP işbirliğidir. Erdoğan sorunu HDP’yi bu hatta hareket ettirebilmek için elverişli bir vesiledir sadece.

Türkiye solunun HDP’yi rakip gören kesimleri için geçerli olan onun HDP içindeki ve yörüngesindeki bileşenleri için de geçerli. Bu kesimlerin milletvekilliği seçimlerinde ortak liste için bastırıyor olması, “ortak davayı” grup çıkarlarının üstünde tutmalarından değil, TİP’in Emek Özgürlük İttifakı içinde orantısız ağırlığından ve görünürlüğünden rahatsız olmalarından kaynaklanıyor.

7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından, başlangıçta CHP-AKP koalisyonunu engellememek, sonrasında da Amerikancı muhalefetin seçim hesaplarını bozmamak için HDP bağımsızlık iddiasından adım adım vazgeçti, seçimlerde CHP’yi destekleyen bir çizgiye kaydı. Erdoğan da eşzamanlı olarak HDP’yi içsavaşın hedef tahtasına koydu. Bu gelişmeler aynı zamanda HDP’nin önce frene basması sonra da kendini görünmez kılıp farklı muhalif kesimleri öne çıkarmaya çalışması anlamına geliyordu. HDP’nin geri plana geçmesi bir kez daha bir muhalefet boşluğuna yol açtı. TİP ise söz konusu boşluktan faydalanarak CHP ve HDP arasında çöpçatanlık işlevini üstlendi. HDP’nin açtığı zeminde ve izin verdiği oranda muhalefet etti. Sonrasında da, burjuva basının da pompalamasıyla, ona vehmedilen güce kendisi de inanarak “Türkiyeli sosyalistler mecliste çatır çatır muhalefet yapıyorlar” diyerek kendisini övmeye başladı. Hâlbuki TİP’in medya starlarının meclisteki ve sokaktaki performansları geçelim Sebahat Tuncel ve Gültan Kışanak gibi sosyalistlerin yanına yaklaşmayı, Sırrı Süreyya ve Hasip Kaplan gibi sosyal demokratların dahi gerisindeydi.

TİP’in 2018 sonrası yerine getirdiği işlevi siyasi güce tahvil etmeye çalışması soldaki rekabeti ve rahatsızlığı büyüttü. Bu durum özellikle HDP bileşenlerini rahatsız ediyordu. Zira onlar HDP’yi bir ittifak olarak tasavvur ederken kendilerini bu seçim sürecinde HDP’nin dahil olduğu bir başka ittifakın içinde bulmuşlardı. Üstelik HDP bileşeni oldukları için Emek Özgürlük İttifakı içinde isimleri dahi doğrudan anılmıyordu.

Amerikancı Burjuvazinin de Bir Davası Var

Emek Özgürlük İttifakı içinde ortak bir akılla ve benimsediği davaya uygun bir sorumluluk bilinciyle hareket eden tek kesimin HDP’nin içindeki temel bileşen, HEP’ten BDP’ye yön veren akım olduğunu söylemek gerekir. Bu kesim Erdoğan’dan seçim yoluyla kurtulmak için samimi bir gayret göstermekte, Erdoğan’ın seçimle gitmesini engelleyecek her türlü eylem ve etkinlikten samimi bir biçimde kaçınmaktadır. Bugün, sadece HDP bileşenlerinin değil, HDP tabanının da bütün tepkisine karşın, TİP’lilerin kendilerini “sosyalizmin sesi” olarak sunabilmesini mümkün kılan siyasi kararlılıkları ve becerileri değil söz konusu akımın davasına uygun bir sorumluluk bilinciyle hareket etmesidir.

Gelgelelim sözünü etttiğimiz dava genel olarak “Erdoğan’dan kurtulma” davası değil, “Erdoğan’dan Amerikancı muhalefetin razı olduğu şekilde kurtulma” davasıdır. Bir hayalin ötesine geçmediği gibi, sonuçları bakımından işçilere ve başta Kürtler olmak üzere ezilenlere vaad ettiği hiçbir şey yoktur. Bilakis takip edildiği, edilebildiği oranda bir emekçi seferberliğine ket vurmaktadır. Bu bakımdan Selahattin Demirtaş’ın, Gültan Kışanak’ın mektuplarına yansıyan sorumluluk bilinci desteklenecek bir tutum değildir.

Milletvekili Seçimlerine Değil Cumhurbaşkanı Seçimine Odaklanmalı

Milletvekili seçimlerini cumhurbaşkanı seçiminden bağımsız ele almak mümkün değildir. Cumhurbaşkanı seçiminde burjuvazinin dayatmasını kabul edenler, burjuvazinin çözümünün peşine takılanlar, milletvekili seçimlerinde kendi adayları ve programlarıyla yarışacak olsalar da, düzen güçlerini sahiden karşılarına alamadıkları, sahiden onlardan bağımsız hareket edemedikleri için burjuvazinin sözünden başka bir söz söyleyemezler, burjuvazinin rekabetçi mantığının dışında bir mantıkla ittifak kuramazlar, bir ittifakta yer alamazlar. İster sorumlu isterse de sorumsuz davransınlar bu durum değişmez. 2023 milletvekili seçimlerinde tablo bu basit gerçeği bir kez daha doğruluyor.

Köz bu basit gerçeğin farkında olduğu için en başından itibaren cumhurbaşkanı seçimiyle milletvekili seçimlerinin ayrı düzlemlerde ele alınmasına karşı çıktı. Cumhurbaşkanı seçimindeki sınıf işbirlikçiliğini milletvekili seçimlerindeki sosyalizm, bağımsız muhalefet yaldızlarıyla örtmeye çalışanlara destek vermedi. Cumhurbaşkanı seçiminde sessiz kalıp milletvekili seçimlerinde vekil sayıları hakkında fırtınalar koparanların tam aksi istikamette gitmeye devam edeceğiz. Bugünün asıl davası Erdoğan’dan ve Cumhur İttifakı’ndan bir emekçi seferberliği ile kurtulma davasıdır. Tam da bu nedenle milletvekili seçimlerinde vermediğimiz desteğin değil, Cumhurbaşkanı seçimlerinde emekçileri Erdoğan’ın karşısına bir kutup olarak dikmek için yürüttüğümüz çalışmanın propagandasını yapmaya devam edeceğiz.