Pazarcık ve Elbistan merkezli depremler Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisindeki on milyonu aşkın nüfuslu on kentte eşi benzeri olmayan bir yıkıma yol açtı. Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’da olduğu kadar sınırın güneyinde, Güney Batı Kürdistan ve Suriye’nin kuzeyinde de yine pek çok kent harap oldu. Şimdiden sınırın her iki tarafında da on binin üzerinde emekçinin yaşamını yitirdiği, on binlercesinin can çekiştiği ve yaralandığı, milyonlarcasının evsiz kaldığı; yoksulluğun diz boyu olduğu bu coğrafyada halkların içme suyuna, temel gıda maddelerine, başını sokacağı bir barınağa erişmekten mahrum olduğu karanlık ve ağır bir tablo ile karşı karşıyayız.
Birinci yılında da yüzüncü yılında da Türkiye Cumhuriyeti devleti emekçiler için enkazdan başka bir şey değildir. Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin kağıttan kaplan olduğu bir kez daha açığa çıktı. Emekçiler böyle bir felaket konusunda neredeyse hiçbir kayda değer hazırlığı olmayan, yıllardır herkesin döne döne tekrarladığı bu afet tehdidi karşısında hiçbir esaslı tedbiri almayan bu devletin aczi karşısında enkazların başında yalnız ve kimsesiz. Söz konusu olan 1999 Marmara Depremi’nde ve sonrasında her örnekte aynı şekilde çuvallayan, en ufak kriz anlarından devasa sosyal sorunlara kadar hemen her hadisede yükü emekçilerin sırtına yıkan bir devlettir.
Cumhuriyet geleneği emekçilere uygulanan zulümdür. Depremde karşı karşıya kaldığımız tablo yeni değil, sürpriz de değil. Ancak bu tablo yönetenlerin beceriksizliği yahut ihmali ile açıklanamaz. Devletin işlemeyişiyle hiç açıklanamaz. Kanlı bir içsavaşın, katliamların üzerine kurulmuş; kendi işçisini, köylüsünü bozuk para gibi harcamaya alışmış bir Cumhuriyet’ten söz ediyoruz. Yüz yaşındaki bu devlet salgında, orman yangınında, sel baskınında, göçükte emekçileri kurban etmesiyle ünlüdür. Devletin aldığı tedbirler kendisini ve sermayeyi korumaya yönelik tedbirlerdir. Bu devlet ezilenlerin, emekçilerin sindirilmesi; susturulması; en kötü şartlara, sömürü koşullarına boyun eğdirilmesi; sermaye egemenliğinin sürmesi ve bir avuç asalağın iktidarını sürdürmesi için var.
Cumhur İttifakı idaresi bu devletin en berraklaşmış hâlidir. Son yirmi yıllık AKP hükümetleri ise bu gerçeğin sadece daha fazla su yüzüne çıkmasını sağladı. İstisnasız bütün kurumları ile artan bir hızla çürüyen, bütünlüklü bir işleyişi dahi kalmayan, tel tel dökülen bir devlet mekanizmasının tepesinde oturmak Cumhur İttifakı’na, AKP-MHP koalisyonuna nasip oldu. Yirmi yılı aşkın süredir iktidarda olan, susmak bilmeyen Erdoğan ve onun partisi, bu iktidardan beslenen asalak bir grup burjuva her fırsatta devletin gücünü abarta abarta, ballandıra ballandıra anlatıyor, seçimlere 2023’ün Türkiye Yüzyılı’nın başlangıcı olacağı parolasıyla hazırlanıyordu. Deprem karşısında ortaya çıkan bu acz tablosunu bir çelişki olarak düşünmemek gerekir. Devlet görevinin başındadır ve kendi işini yapmaktadır.
Devrimciler dayanışma faaliyetine siyaseti hükümet karşıtı propaganda ile taşır. Sermaye grupları daha enkaz kaldırılmadan yeni rant projelerinin tasarılarına girişirken bu topraklarda yaşayan yoksul emekçiler dayanışmanın türlü biçimlerini devletin engellemesine rağmen yeşertmenin ve büyütmenin yeni yollarını buluyorlar. Bir seferberlik hâlinde, iktidarın baskısına rağmen tüm mütevazı imkanlarını kendileri gibi ezilenlerle buluşmak için çırpınıyorlar. Elbette emekçilerin kendi elleriyle yürüttüğü dayanışma faaliyeti emekçilerin devletten bir beklentisi olamayacağını gösteriyor. Devrimcilerin de emekçiler arasındaki dayanışma faaliyetine katılmasından doğal bir şey olamaz. Ama bu dayanışma faaliyetleri aracılığıyla işçilerin kendi sorunlarını çözebilecekleri hayalini yaymak sivil toplumculuktur. Komünistlerin ve devrimcilerin kendi varlıklarını “emekçiler için destek topluyoruz” olarak göstermeleri kendi siyasi varlıklarını unutmaları anlamına gelir. Onlaraınsiyasi iddiası emekçiler için en iyi ve en etkin yardımı toplamak değil emekçiler arasında hükümet karşıtı en etkili propagandayı ve ajitasyonu yapmak olmalıdır. Sınıf dayanışmasının da sınıf mücadelesinin de en ileri biçimi olan işçilerin iktidarını kurmak için verilecek devrimci mücadele sınıf dayanışmasının da sınıf mücadelesinin de en ileri biçimi, en üst seviyesidir.
Burjuvazinin deprem önlemleri burjuvazinin çıkarlarını korur. Kendisi hiç de doğal olmayan devletin varlığını kabul ettirmek için sığınılan başlıca yalanlardan biri de bu tür nesnel gelişmelere karşı tedbirler almak ve felaketlerin zararlarını önlemek, hiç değilse sınırlamak için tüm mali kaynakları elinde toplayan bir merkezi yapının varlığının şart olduğu yalanıdır. Bu yüzden tüm felaketlerde burjuvazi devletin daha merkezi bir şekilde denetim kurması ve bürokrasisini daha iyi işlemesi için hareket eder. Bu sürecin emekçiler tarafından örülen bir dayanışma ve işbirliği seferberliğindense “uzmanlar” tarafından yönetilmesini ister. Emekeçilerin bir araya gelmesindense yerlerinde durup uzmanları dinlemesini salık verir. Devrimcilerin önereceği önlemler ise işçilerin komitelerini kurması, kurtarma çalışmalarını kendi kontrollerinde dayanışma ve işbirliği içinde yürütüklmesidir.
Emekçiler için tek çözüm iktidardadır. Islah edilemez bir düzenin içinde emekçiler söz sahibi olamaz. Emekçilerin söz sahibi olmasının yolu işçi komiteleri kurmak, işçi komitelerini kurabilmenin, bunları işletebilmenin tek yolu ise işçi emekçi iktidarıdır. Bu iktidar kurulup sermayenin egemenliğine, burjuvaların iktidarına son vermeden kimse sahiden güvende, korkmadan, huzur içinde yaşayamaz. Kararları bir grup asalağın, parababası burjuvanının aldığı bir düzende işçiler, emekçiler, ezilenler her türlü felaketin kurbanı olmaktan kurtulamaz. Ölümle, barınma sorunuyla, açlıkla, yoksullukla boğuşanların sorunlarını burjuvaların merhameti, burjuva devletin insafı inisiyatifi değil, ancak bir işçi iktidarı ile taçlanması gereken kendi örgütlenmeleri çözebilir.
Hükümete talepler sıralamak hükümeti zayıflatmaz. Tam tersine, hükümeti sıkıştırmak adına hükümetten talepte bulunmak hükümeti sıkıştırmak şöyle dursun ona yönelik beklentiyi arttırmak anlamına gelir. Korona salgınındaki gibi burjuvazinin “evde kal” çağrılarına kulak verip burjuva devleti göreve çağıran, sokağa çıkma yasağı yahut olağanüstü hâl ilan edilmesini salık veren her boydan her renkten reformist dün salgında fabrikalara tezgahlara tıkılan işçilerin değil, ayrımcı ve eşitsiz bir biçimde yoksul emekçileri ölümüne sahaya süren burjuva devletin elini rahatlatmıştı. Bugün de devlete talep manzumeleri, kendinden menkul içi boş ültimatomlar ile seslenenler, burjuvaziyi sorumluluğa devleti göreve davet edenler enkaz altındakilerin değil, ancak bu tabloyu gizlemeye, üstünü örtmeye çalışan Cumhur İttifakı’nın ve burjuvaların elini güçlendirir. Erdoğan’a işini yapmasını söylemek devrimcilerin görevi olamaz.
“Nerede bu devlet” çığlığına ortak olmak ancak devlet mekanizmasını güçlendirir. Depremi yaşayan, devlete güvenini yitiren kitleler “nerede bu devlet” diye sormaktadır. Kafasını sokacak bir evden fazlasına sahip olmayan, yıkıldığında beton kolonları kendi imkanları ile delmeye, inşaat demirlerini kesmeye çalışan yoksul emekçilerin bu şekilde haykırmasının anlaşılmayacak ya da garipsenecek bir tarafı yoktur. Devletin sınır içi ve sınır ötesi operasyonlarda mevzide, kalekollarda, F tipi zindanların gözetleme kulelerinde, bankaların holdinglerin kepenklerinin başında, emperyalist devletlerin üslerinin elçiliklerinin kapısında olduğunu ve devleti beklememek gerektiğini söylemek ve göstermek gerekmektedir. Emekçiler lehine alınması gereken her türlü tedbiri ihmal eden, yapılması gereken her türlü hazırlığı fuzuli bir masraf olarak gören, buna itiraz edenleri ise sindirmeye koşullanmış bir devleti, onun mekanizmalarını, hele ki ordusunu, kolluk kuvvetlerini göreve çağırmak, çözüm odağı olarak sunmak devrimcilerin işi değildir.
Devleti, orduyu göreve çağıranlar OHAL ile başlayan sürecin de sorumlusudur. Devlete, iktidara sitem ederek akıl vermeye kalkanlar bu düzenden beklentisini kesmeyenlerdir. Emekçilere hiçbir hayrı dokunmadığı defaatle kanıtlanmış bir devlete yerine getirmeyeceği görevleri sıralamayı sınıf mücadelesi sananlar burjuva devletin işçilerin hesabına çalışabileceği zannına kapılanlardır. Bugünkü depremde emekçilerin seferberliğini akıllarına getiremeyenler yine devleti seferberliğe davet etmişlerdir. Böylelikle sadece emekçilere derman olamayacak bir çözüm yolu göstermekle kalmamış, aynı zamanda seçimlere kadar uzanacak karanlık bir sürecin önünün OHAL ile açılmasına da katkı sunmuşlardır. OHAL daha ilk günden gözaltılar yaparak, HDP yardımlarını engelleyerek, yayın yasaklarıyla işletilmeye başlamıştır. Bu süreç de tıpkı daha önceki OHAL uygulamalarındaki gibi ancak ezilenlere ve devrimcilere karşı bir silah olarak kullanılacaktır.
“Bugün konuşma zamanı değil” diyenler emekçilerin ağzına kilit takmaya çalışıyor. İktidarda olsun muhalefette olsun bütün burjuva siyasetçileri; iktidardaki gerici burjuva koalisyon da burjuva muhalefet de “şimdi siyasetin zamanı değil, konuşmanın zamanı değil” diyerek emekçilerin ağzına kilit vurmaya, onların ağzını tıkamaya, onları susturmaya, onların isyanlarını, öfkelerini bastırmaya, gizlenemeyen gerçeği saklamaya çalışıyor. Birlik beraberlik ve itidal çağrıları arasında enkazların başında isyan eden emekçilerin sesi boğulmaya çalışılıyor. Devrimcilerin işi bu akıntıya kapılmak değil karşı durmak, bugün siyaset yapmaktır.
Devrimciler siyasi gerçekleri en çok bugün söylemelidir. Cumhur İttifakı def edilmeden, bu burjuva düzen yerin dibine gömülmeden ne bugünkü ne de yarınki olası hiçbir afetten, felaketten emekçilerin kurtulamayacağını hiç usanmadan anlatmak devrimcilerin ilk işidir. Cumhur ittifakını bir emekçi seferberliği ile defetmek ve emekçilerin iktidarını kurmak için verilecek devrimci mücadele sınıf dayanışmasının da sınıf mücadelesinin de en ileri biçimi, en üst seviyesidir. Bu görev can kurtarmanın, felaketlere hazırlıklı olmanın son değil, ilk adımıdır. Dolayısı ile hayati bir önem taşıyan ve bugün büyütülmesi icap eden tüm dayanışma faaliyeti böyle bir emekçi seferberliğini erteleme değil, bunun kaldıracı olma ufkunu taşıyan bir faaliyet olmalıdır.
Devrimci önderliği yaratma sorumluluğu omuzlarımızdadır. Devrimci bir mücadeleyi yükseltmek, devrimci bir önderliğe kavuşmak için verilmesi gereken mücadele acildir, elzemdir. Hiçbir görev bu görevle ikame edilemez. En örgütsüz, en dağınık hâlde olduğu varsayıldığı bir dönemde dahi burjuva devletin yaptığının mislini yapan, organize olabilen, sınıf kardeşlerine gereken yardımı sevk ve idare edebilen, yönetme becerisi burjuvaziden eksik olmayan işçilerin bu düzeni tarihe gömüp kendilerinin doğrudan iktidarlarını kurmaları gerektiğinden bahsetmeden söylenen hiçbir söz hakikati tam anlamıyla yansıtmaz. Yaraları sarma gayreti gerçekleri her koşulda söyleme ödevini erteleyemez.
“Bizi Kurtaracak Olan Kendi Kollarımızdır!” Enternasyonal’in iki asırlık çağrısı yerli yerindendir: “Bizi Kurtaracak Olan Kendi Kollarımızdır!” Türkiye’de hiçbir sosyal sorunun burjuvazi tarafından, burjuva devlet tarafından kalıcı biçimde çözülmesi imkanı kalmamışken “tek yol devrim!” demeden, devrim için devrimci parti ihtiyacına işaret etmeden ayakları yere basan bir şey söylemek mümkün değildir. Devrimcilerin işçi sınıfına lafı dolandırmadan gerçekleri söyleme borcu vardır.
Asıl düşman kendi yurdunda!
Öldüren deprem değil sermaye düzenidir!
Baş sorumlusu ise hükümettir!
Dayanışma çalışmaları devletin yardımına koşmaya ve siyaseti rafa kaldırmaya değil,hükümete karşı seferberlik çağrısını yükseltmeye hizmet etmeli!
Devrim için Devrimci Parti!