1925 yılının Şubat ayında gerçekleşen Azadi Ayaklanması’nın 100. yıldönümünü geride bıraktık. Üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen bugün gerek egemenler gerekse de sol hareket nezdinde halen tartışılması, Azadi Ayaklanması’nın tarihin tozlu sayfalarında kalmadığını gösteriyor. Cumhuriyetçilik, Kürt açılımı, bağımsızlık, laiklik gibi gündemlerde Azadi Ayaklanması da tartışmanın bir parçası oluyor, bir taraflaşmanın konusu halini alıyor.

Köz’ün arkasında duran komünistler olarak, yüzüncü yılında Azadi Ayaklanması’nı tartışmak üzere bir dizi panel ve söyleşi organize ettik. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de ve Bursa’da düzenlediğimiz etkinliklerde farklı kurumlarla yan yana gelerek Azadi Ayaklanması’nın güncel siyasal sorunlarla bağlantılı olarak nasıl ele alınması gerektiğini tartıştık.

AKP’nin 2017 referandumu öncesi yaptığı “Şeyh Said açılımı”nın canlandırdığı tartışmaları takiben yayımladığımız “Şeyh Said Nakşibendi Şeyhi Olduğu için Değil, Kürdistan Davasının Neferi Olduğu için İdam Edildi” başlıklı yazıda, ayaklanmayı ele almamız gereken temeli şöyle tarif etmiştik:

“Kuşkusuz haksız yere “Şeyh Said isyanı” diye anılan hareketin bu yönü bir yanıyla Azadi örgütünün (daha sonra Hoybun’un da) özgün yapısından yani askeri kadrolar tarafından kurulmuş olmasıyla yakından ilişkilidir. Daha çok askeri devrim stratejileriyle ufku sınırlı olanlar da söz konusu deneyimin bu yönü üzerinde durabilirler. Azadi hareketinin akıbetini askeri kusurlarla izah etmekte ve böyle görmekte ısrar edebilirler. Yahut Şeyh Said ve arkadaşlarının dini bağlar üzerinden bir ulusal hareketi geliştirme gayretlerinin olumlu olumsuz yanları üzerinde kafa yormak isteyenler olabilir. Ama doğrusu ve asıl önemli olan Ekim Devrimi’nin açtığı yoldan ilerleyerek birer sovyet cumhuriyeti olarak kendi kaderlerini tayin eden eski Çarlık Rusya’sının ezilen uluslarının deneyimlerinden öğrenilecek daha değerli dersler vardır. Zira Ekim Devrimi’nin yanı başında ve bu devrimin Erzincan’da çaktığı kıvılcımla başlayıp Kürdistan’ın dört parçasında da uzun yıllar boyunca süren ulusal kurtuluş mücadelelerinin hakkını vermenin yolu buradan geçer.”

Azadi Ayaklanması’nın ve Azadi örgütünün ortaya çıkışı, Ekim Devrimi’nin tarihsel sonucudur. Proleter devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri çağı olarak nitelendirdiğimiz emperyalizm çağında, özgürlüğe giden yolu tüm ezilenlere gösteren Ekim Devrimi’nin yarattığı rüzgar, birçok farklı coğrafyaya ulaştı. Ekim Devrimi’ne komşu olan Kürdistan toprakları da bu rüzgarla doldu. Kürt ulusunu boyunduruk altından çıkarmak ve bağımsız Kürdistan’ı kurmak hedefiyle yola çıkan Azadi (Kürdistan İstiklal Cemiyeti) örgütü, farklı coğrafyalarda Ekim Devrimi’nin rüzgarını arkasına alarak kurulan örgütlerin Kürdistan koşullarındaki örneğiydi.

Azadi Ayaklanması’nın gerçekleştiği dönem ve coğrafyaya bakarak, coğrafi ve/ya tarihsel bir yakınlığın sonucu olarak Ekim Devrimi’nin etkisini hissettiği sonucuna varmamak gerekir. Coğrafi olarak Ekim Devrimi’ne daha uzak olan Küba, Nikaragua gibi topraklardaki devrimler de; Ekim Devrimi’nden yıllar sonra ortaya çıkmış THKO, FARC gibi yapılar da Ekim Devrimi’yle doğrudan ilişkilidir. Bu örneklerin ortaya çıkışı, Ekim Devrimi’nin yarattığı rüzgardan bağımsız değildir. Azadi Ayaklanması’ndan 87 yıl sonra aynı coğrafyada gerçekleşen Rojava Devrimi’ni de diğerlerinden farklı bir örnek olarak ele almamak gerekir. Rojava Devrimi’ne öncülük eden YPG’nin varlığı, bugün savunduğu programatik görüşlerden ve devrimin akıbetinden bağımsız olarak Ekim Devrimi’nin ortaya çıkardığı devrimci enerjinin tarihsel sonucudur.

Azadi Ayaklanması ile Rojava Devrimi arasındaki tarihsel bağ, Azadi Ayaklanmasına ilişkin tartışmalarda Rojava’ya ilişkin soruların da ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Rojava’da devrime öncülük eden partinin işgal altındaki Rojava’da egemenlerin bayrağını indirip yerine Kürdistan bayrağını çekmesi, bu tarihsel eylemi bir devrim sınıfına sokmak için yeterlidir. Bu noktada söz konusu öncü partinin programatik olarak neyi savunduğunun, Rojava devriminin bir devrim olarak sınıflandırılmasında bir belirleyiciliği yoktur. Öte yandan, bu tarihsel gelişmenin bir devrim olarak nitelendirilmesi gerektiğini tespit ederken, Rojava Devrimi’nin bugün geldiği noktanın da bir belirleyiciliği yoktur. Rojava Devrimi’nin bugün geldiği nokta ve ona önderlik eden partinin programı farklı bir tartışmanın konusudur.

Yenilgiyle sonuçlanan bir ayaklanma, beraberinde “Neden yenildik?” sorusunu da kaçınılmaz olarak getirmektedir. Düzenlediğimiz panel ve söyleşilerde de bu soruyla birden fazla kez karşılaştık. Bu soruya yanıt verirken, Azadi örgütünün akıbetinin, ayaklanmanın neticesine dair yapılacak değerlendirmeyi belirleyen esas unsur olduğunun üzerinden atlamamak gerekir. “Azadi Ayaklanması neden yenildi?” sorusuna cevap verebilmek için, bu ayaklanmanın ve yenilginin mesuliyetini üstlenen öznenin varlığı gereklidir. Bugün Rojava Devrimi’nin geldiği noktayı değerlendirebilecek bir YPG mevcutken, Azadi Ayaklanması’nın yenilgisinin nedenlerini tespit edecek ve bu yenilgiden ders çıkaracak bir Azadi örgütü yoktur. Bu noktada “Azadi ayaklanması neden yenildi?” sorusuna verebileceğimiz yanıt, farklı bir çerçevede olmalıdır. Lenin’in “Yenilen ordular daha iyi öğrenirler.” sözü bu çerçeveyi gösterir. O gün yenilen ordu, Azadi örgütü, bugün yoktur. Hal böyleyken “Ayaklanma neden yenildi?” sorusuna yanıt vermeden önce ve yanıt verebilmek için, Azadi örgütünün tasfiyesi ile yüzleşmek gerekir.

Fakat Azadi Ayaklanması, komünistler için dışarıdan bakılacak bir konu değildir. 1925’te gerçekleşen Azadi Ayaklanması’nın yenilgisinde, mirasçısı olduğumuz Komünist Enternasyonal’in rolünü ele almamız gerekir. Kürdistan’daki devrimci potansiyeli ve gelişmeleri gündemine almayan, dolayısıyla Kürdistan’a komünist bir müdahalede bulunmak üzere sorumluluk almayan Komünist Enternasyonal, biz komünistler için Azadi Ayaklanması bahsinde bir özeleştiri zorunluluğu doğurmaktadır. Ayaklanmanın gerçekleştiği dönemde Komintern’in ve ona bağlı Türkiye Komünist Partisi’nin TC’den yana tutum alması ise bizim için bir özeleştirinin değil Komintern’in tasfiyesine ilişkin farklı bir tartışmanın temel noktalarından biridir.

Bu özeleştirinin yanı sıra, herhangi bir devrimci eylemin zafer garantili olmadığını hatırlatmak da komünistlerin sorumluluğudur. Devrimin nihai zaferinin kaçınılmazlığı, süreç içindeki her devrimci girişimin zafere yazgılı olduğu anlamına gelmez. İşçi sınıfı ve ezilen ulusların devrimci mücadelesi yenilgiyle sonuçlanabilir. Yeniden ayağa kalkmak ve yenilgiden ders çıkarmak, bu mücadelenin öznelerinin sorumluluğudur.

Bir devrimci eylemin yenilgiyle sonuçlanmasını ele alırken bu türden girişimlerin kaçınılmaz bir şekilde yenilgiyle sonuçlanacağını anlatmak, reformistlerin ve döneklerin başvurduğu başlıca silahtır. Azadi Ayaklanması’ndan “bağımsızlık amacıyla başkaldırmak yanlıştır” sonucunu çıkaranlarla, 71 kopuşunun öncülerinin akıbetine bakıp “devrimin aracı olarak devrimci örgütü ve silahı seçenler yenildi, kitlelerle bağ kurmak üzere araçlarımızı seçelim” deyip iktidar kavgasından vazgeçenlerle buluşmamak gerekir. Bu iki değerlendirmenin ortak paydası reformizm olmakla beraber, 71 kopuşuna ilişkin söz konusu değerlendirmeler esas olarak parti sorununun üzerinden atlamaları hasebiyle bizim için eğilinmesi gereken özel bir konudur. 71’de sınıf işbirlikçilerden kopanlar, iktidar hedefli devrimci örgütler kurdular. Bugün onların mirasını sahiplenir görünenler, yenilginin sebebini arayanlar 71’deki iktidar hedefli devrimci örgüt çıkışının gerisine düşmektedirler. Hal böyle olunca Kaypakkaya’nın yüzünü Suphi TKP’sine dönmesi ile en ileri noktasına taşınan 71 kopuşu, “parti sorunu” ile bağlantılı olarak ele alınmamaktadır.

Azadi Ayaklanmasına ilişkin bir muhasebe yapabilecek bir öznenin ne Kürdistan’da ne de uluslararası arenada mevcut olduğu koşullarda Azadi Ayaklanması’nı eylemli bir biçimde anarken, yarım ve hatalı bir muhasebe yapmak gayesi taşımıyorduk. Azadi Ayaklanması’nı karşı-devrimci emperyalist bir komplo olarak anlatan resmi tarihe ve sol içinde bunun sözcülüğüne soyunmuş sosyal-şovenist akımlara karşı mücadelenin bir parçası olarak bu etkinlikleri kurguladık. Sosyal-şovenizme karşı sol içinde bir eylem birliğinin parçası olmasını istediğimiz bu panel ve söyleşilerde de vurgularımızı buna göre belirledik.

Yukarıda referans verdiğimiz İstanbul, Bursa ve İzmir’de gerçekleştirdiğimiz panel ve söyleşilerin haberlerini aşağıdan ulaşabilirsiniz:

İstanbul: https://wp.me/p9KeCD-39W

Bursa: https://wp.me/p9KeCD-37L

İzmir: https://wp.me/p9KeCD-39F