Bir Emperyalist Düğüm: Lozan

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının üstünden yüz yıl geçti. Türkiye Cumhuriyeti’nin bekçileri, dostları ve onların dümen suyunda gidenler ne kadar sevinseler az. Ortadoğu gericiliğinin kalesi yüz yıldır ayakta. Lozan’ın sürekliliğini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını emekçiler açısından sözümona antiemperyalist bir mevzi olarak görenler, devrimci deyince aklına Mustafa Kemal ve kalpağı gelenler bayram ededursun; Lozan’ın bu topraklardaki devrimciler açısından çok daha farklı bir anlamı var. Lozan Kürtlerin dört parçada bölünmesini tescilledi ve Kürt ulusunu ilhak edilmiş topraklarda emperyalistlerin güdümündeki ulus devletlerin eline bıraktı.

Kuşkusuz, Türkiye’de kemalistlerin 1923 sonrası politikalarını yeterince anti-emperyalist bulmayıp eleştirenler de vardır. Hatta kimileri kemalistlerin emperyalistlerle içli dışılı ilişkilerini 1920 yılından başlatır. Bununla birlikte kemalistlere yönelik bu eleştiriler, “yetmez ama evetçi” içeriği bir yana, konu olarak hep İzmir İktisat Kongresi’ne ve kemalistlerin ekonomi politikalarına odaklanır, milli gelirin bölüşülmesinin ve sendikal yasakların dar sınırlarının dışına çıkmayı başardığı zamansa en fazla Türkiye’nin SSCB yerine İngiltere’ye yakınlaşmasını konu edinir. Ama daha ilerisine geçemez, Lozan’la atılan esas emperyalist düğümün Kürdistan sorunu başlığında olduğunu hasır altı eder.

Bir İstisna: Kaypakkaya

Bu tutumun tek istisnası İbrahim Kaypakkaya’dır. Kaypakkaya Şafak revizyonizminin kemalizme dair görüşleriyle hesaplaşırken şunları yazıyordu: “Lozan’da Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı alçakça çiğnendi. Kemalistlerle emperyalistler, Kürt ulusunun kendi istek ve eğilimini hiçe sayarak, pazarlıkla, Kürdistan bölgesini çeşitli devletler arasında böldüler.”

Ancak Lozan’ın emperyalist ve karşıdevrimci karakterini tespit etmesine karşın Kaypakkaya, Lozan’da atılan düğümü o dönemki güncel devrimci politikanın bir sorunu olarak değil tarihsel bir haksızlık olarak tanımlıyordu.

“Lozan Antlaşması’yla kendi kaderini tayin hakkı çiğnenerek parçalanması, elbette tarihi bir haksızlıktır. Ve Lenin yoldaşın bir başka vesileyle söylediği gibi, haksızlığı durmadan protesto etmek ve bütün hakim sınıfları bu konuda ayıplamak, komünist partilerin görevidir. Ama böyle bir haksızlığın düzeltilmesini programına koymak akılsızlık olur. Çünkü bugünün meselesi olma niteliğini çoktan kaybetmiş bir sürü tarihi haksızlık örnekleri vardır. “Sosyal gelişmeyi ve sınıf mücadelesini doğrudan doğruya kösteklemekte devam eden bir tarihi haksızlık” olmadıkları sürece, komünist partiler bunların düzeltilmesini sağlamak gibi, işçi sınıfının dikkatini temel meselelerden uzaklaştırıcı bir tutuma giremezler. Yukarıda işaret ettiğimiz tarihi haksızlık, artık günün meselesi olma niteliğini çoktan yitirmiştir, “sosyal gelişmeyi ve sınıf mücadelesini doğrudan doğruya kösteklemek” gibi bir mahiyet taşımamaktadır.”

Bu satırların yazılmasından yıllar sonra, Lozan’ın muhtelif yıl dönümlerinde, emperyalist metropollerde bazen kalabalık bazen de cılız protesto etkinlikleri artık belirli gün ve haftalar siyasetinin ayrılmaz bir parçası haline dönüştü. Her sene düzenlenen ve ekseriyetle kimi “hocaların” söz aldığı Lozan konferanslarında, tarihçilerin kitaplarında veya sunumlarında Lozan’ın Kürtleri parçalayışı ön plana çıkarıldı. Bu konferanslarda Lozan’ın, ulusların kendi kaderini tayin hakkının önüne çektiği set ekseriyetle burjuva anlamda bir ‘hak ihlali’ meselesi olarak tanımlanırken, bu hak ihlallerinin sözümona çözümleri içinse uluslararası kurumlara çağrılar yapıldı, ulusal sorunun emperyalistler gözetiminde, onların aracılığı ile çözülmesi için yol haritaları çizildi. Lozan’ın yüzüncü yıl dönümünde de çoğu protesto mahiyeti bile taşımayan bir dizi etkinlik de uzun süredir esen bu rüzgarlarla uyumlu bir şekilde gerçekleşti. Etkinliklerden hiçbiri, Kaypakkaya’yı doğrularcasına, devrimci bir politik mahiyet taşımıyordu. Daha da kötüsü hepsi emperyalistlerden ve bölge devletlerinden Lozan’daki haksızlığı telafi etmelerini talep eden bir içerikteydi.

Tarihsel Haksızlık Değil, Politik Sorun

Gelgelelim, Kaypakkaya’nın tespitleri sadece bugün değil yazıldığı zaman için de yanlıştı. Kürdistan’ın parçalanması her zaman için devrimci politikanın aktüel bir sorunuydu. Lozan hiçbir zaman Kürtler tarafından kabul edilmedi. Kürtler açısından her zaman “günün meselesi” oldu. İmzalanmasından yalnızca iki sene sonra, 1925’te Azadi İsyanı ile başlayan ve 1926’da Ağrı Ayaklanmalarından 1937’de Dersim İsyanı’na uzanan bir dalga yaşandı. Ocak 1946’da kısa ömürlü de olsa Mahabat Kürt Cumhuriyeti egemenliğini ilan etti. Güney’de Irak savaşı sonrası filizlenen hareketler bugün halen varlığını korumakta. Kaypakkaya yukarıdaki satırları yazarken Dr. Şıvan Kuzey Kürdistan’da bağımsızlıkçı bir gerilla savaşına hazırlanıyordu. Aynı coğrafyada 70’lerin ortasından sonra başlamış Kürt baharı serhildanlarla, başkaldırılarla devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti ise Lozan’la tescillenen ulus kavramı ile Kürtleri asimile edemedi, “Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl” kisvesiyle Türk milliyetçiliğini yayamadı, islamı kullanarak Kürt ulusunun en kalabalık parçasını Türkleştiremedi. Geldiğimiz noktada egemenlik iddia ettiği topraklarda siyasi otoritesini kaybetmiş, varlığını yalnızca silahlı baskı ve zora dayandırabilen bir işgal kuvvetine dönüşmüştür. 2012’de Rojava devrimi, 2022’de ise Rojhilat ayaklanması Lozan ile çizilmiş sınırların artarak çatırdadığını bir kez daha gözler önüne serdi. Kürdistan’daki ayaklanma dinamikleri yüz sene boyunca hiç durmadı, bundan sonra da duracağına dair bir emare görünmüyor.

Bu durum elbette bir ezen ulus devleti olan Türkiye ile Kürdistan’ın ilişkisine özgün bir durum değil, emperyalizm çağının genel bir özelliğidir. Nitekim Lenin de 1916’da, yani Ekim Devrimi’nden bir yıl önce, bağımsız İrlanda Cumhuriyeti hedefiyle gerçekleşen Paskalya Ayaklanması’nı, emperyalizm çağındaki proleter devrimlerin ilk habercisi olarak kabul ederken proleter devrimlerle ulusal kurtuluş mücadeleleri arasındaki kopmaz bağa dikkat çekiyordu. O günden beri emperyalistler arasındaki paylaşım kavgaları, sadece dünya üzerindeki tüm devletlerin altını oymuyor aynı zamanda ezilen ulusların kurtuluş mücadelesi için tarihsel fırsatlar yaratıyor.

Lozan’ın yüzüncü yıl dönümünde Ortadoğu’da keskinleşen, ama bu bölgeyle sınırlı olmayan bir paylaşım kavgası sürüyor. Bölgeye “istikrar sağlamak” amacıyla girmiş olan ABD, uzun ve kayıp dolu yılların ardından önce Irak’tan sonra da Afganistan’dan masraflı olduğu gerekçesiyle çekildi. Bu sırada Irak önce İran’ın en büyük müttefiki haline geldi sonra da derin ve hala çözülememiş bir hükümet krizinin içine sürüklendi. Suriye’de başlayan savaş on senenin ardından sonlandırılamadı. Bir yanda yanına İran’ı almış Rusya diğer yanda ise ABD Suriye üzerindeki nüfuz kavgasını sürdürüyor. Rojhilat ayaklanması ise Amerika’nın İran ile ilgili planlarından bağımsız düşünülemez. Kısacası tüm bu süreçte Ortadoğu’daki statükolar sarsıldı ama sürecin sonunda ABD’nin bölgedeki nüfuzu artmadı, azaldı. ABD’nin azalan ağırlığı bölgedeki istikrarsızlığı körükleyen ayrı bir etmene dönüştü.
Emperyalistler arasındaki paylaşım kavgası 1914 öncesi döneme daha fazla benzese de bu kez ezilen ulusların lehine bir fark vardır: Emperyalistler ne Lozan’ın yolunu döşeyen Birinci Paylaşım Savaşı’na benzeyen bir savaşı başlatmaya cesaret edebilmektedirler ne de böyle bir savaş patlak verdiğinde onu sürdürecek ve galip gelecek imkanları mevcuttur. Bugün Lozan sadece çizdiği sınırlar çatırdadığı için değil, bekçilerinin ve garantörlerinin yeni Lozanlar yapacak ve uygulayacak güçleri de kalmadığı için sağlam kalamıyor, bu durum ezilen ulusların önüne fırsatlar seriyor.

Yüzüncü Yılda Lafazanlık ve Devrimcilik

Gelgelelim, Lozan’ın yüzüncü yıl dönümünde, nesnel koşulların tümüyle ezilen uluslardan ve emekçilerden yana olmasının devrimciler, özellikle de komünistler bakımından özel bir anlamı yoktur. Zira varlığı emperyalistler tarafından Lozan’la tescillenmiş bu devletin temelleri çürüktür.

Milli marşı “Korkma!” diye başlayan cumhuriyetin kurucusu bile, 1926 yılında Anadolu Ajansı’na “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” demecini verirken bunu bir öngörü olarak değil temenni olarak ifade ediyordu. Onu korkutan İzmir Suikasti tutuklamalarıyla tasfiye edeceği İttihatçılar değil; yanı başında duran, henüz akıbeti hakkında net bir fikre sahip olmasının mümkün olmadığı Ekim Devrimi’ydi. Sırf nesnel koşullar göz önünde tutulduğunda Türkiye Cumhuriyeti’nin ayakta kalması değil yıkılması daha kuvvetli olan olasılıktı. Cumhuriyet, esasen onu yıkmakla yükümlü olanların örgütsel ve siyasi yetersizlikleri nedeniyle ayakta kaldı. Cumhuriyetin sınırlarını belirleyen Lozan Antlaşması ise aynı zaaf nedeniyle hala yırtılıp atılamadı. Komünist Enternasyonal; Kürt ulusunun birliğini ve kurtuluşunu, dört devletin sınırlarının parçalanmasını zorunlu kılan, uluslararası bir sorun olarak ele almadı, Kürdistan’da komünist bir partinin kurtuluşu yönünde bir girişimde bulunmadı, kendi mensubu partileri Kürdistan’ı boyunduruk altında tutan emperyalistlere ve bölge devletlerine karşı seferber edemedi. Lozan imzalandığında Komünist Enternasyonal’in tasfiyesine giden yol da açılmıştı. Gelgelelim Komünist Enternasyonal’in tasfiyesinden sonra herhangi bir devrimci hareket de Kürdistan sorununu uluslararası devrim mücadelesinin bir sorunu olarak ele almadı.

Kaypakkaya, Kürdistan’ın parçalanmışlığının politik niteliği hakkında yanılıyordu ama o bu tespitleri Türkiye Komünist Partisi – Marksist Leninist’i kurma mücadelesinin bir parçası olarak yapıyordu. Kürdistan’ın parçalarında yüz yılı aşkın bir süredir dalga dalga patlak veren başkaldırılara, Türkiye Cumhuriyeti’nin çürük temellerine, Kürdistan’ın kurtuluşunun önündeki tarihsel fırsatlara dikkat çekmek; Komünist Enternasyonal’in geçmişteki hatalarının altını çizmek; hatta Kürdistan’daki devrimci parti ihtiyacına dikkat çekmek yahut Kürdistan sorununun uluslararası bir sorun olduğunu söylemek, bu sorunun devrimci bir temelde çözüme kavuşması için uluslararası bir devrimci merkeze ihtiyaç duyulduğunu ifade etmek de Kaypakkaya’nın ilerisine geçmek anlamına gelmez. Söz konusu öznel eksikliği giderme yolunda somut adımlar atmadan Kürdistan sorunu hakkında konuşmanın politik bir anlamı yoktur. Uluslararası bir merkezi yaratma yolunda politik bir girişimde ve çağrıda bulunmayanlar, yaptıkları isabetli tespitler ne olursa olsun, sorunu tarihsel haksızlıklar çerçevesinde ele almanın ötesine geçemeyeceklerdir.

Uluslararası Kürdistan Konferansı

“Devrim için Devrimci Parti!” şiarıyla yola çıkan Köz’ün arkasında duran komünistler tam da bu nedenle Kürdistan sorununu devrimci bir temelde çözmeyi hedefleyen bir uluslararası merkez yaratma yönündeki tüm girişimlere destek verecek, bu yönde atılacak somut adımlarda tüm gücünü ve imkanlarını kullanarak sorumluluk üstlenecektir.
Sonuç bildirgesi ve kararları geçtiğimiz haftalarda elimize ulaşan Uluslararası Kürdistan Konferansı’nın, “Gelin bağımsız ve birleşik Kürdistan’ın bir devrimle kurulabileceğini savunan tüm güçlerin en güçlü ve en sıkı birliğini sağlayalım” çağrısını bu nedenle önemsiyoruz. Konferansın Kürdistan sorununu bir devrim sorunu olarak tarif etmesi, bu sorunun çözümünün uluslararası bir merkez yaratmadan çözülemeyeceğini saptaması önemlidir. Muhataplarını sorumsuz aydınlar değil örgütlü devrimci güçler olarak tarif etmesi daha da önemlidir. Ama en önemlisi söz konusu konferansı düzenleyenlerin uluslararası bir merkezin yaratılması doğrultusunda politik bir girişimde bulunması ve somut bir hedefe sahip bir çağrı yükseltmesidir. Bu çağrısıyla birlikte Uluslararası Kürdistan Konferansı, sorunu tarihsel bir haksızlık çerçevesinde ele almanın ötesine geçecek ilk adımı atmıştır. Böylesi bir adımın atılmasını sevinçle karşılıyor, konferans çağrısının ve kararlarının türkçe metnini gazetemizde yayınlıyoruz. Konferansın sonuçlarını en geniş kesimlere duyurmak, kendini enternasyonalist ve devrimci olarak tanımlayan tüm kesimlerin görevidir.

Köz’ün arkasında duran komünistler olarak, elbette kendimizi konferansın “uluslararası bir merkez”in prensiplerini belirleme ve bu merkezi yaratma çağrısının birinci dereceden muhatabı kabul ediyoruz. Söz konusu merkezi tutarlı ve devrimci bir temelde yaratmak için Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin temel kararlarını rehber edinmek gerektiğini sadece Uluslararası Kürdistan Konferansı’nın çağırdığı zeminde değil, uluslararası bir merkez yaratmaya yönelik her zeminde tekrarlamayı ve bu türden girişimlere kendi görüş ve önerilerimizle destek vermeyi öncelikli görevlerimiz arasında görüyoruz.

International Kurdistan Conference / Konferansa Navneteweyî ya Kurdistanê

* Aşağıda bize iletilen çağrı ve kararlarını yayımladığımız Uluslararası Kürdistan Konferansı’nın farklı dillere çevrilmiş diğer belgelerine www.internationalkurdistanconference.org adresinden ulaşabilirsiniz.

KONFERANS KARARLARI

1- Kürdistan sorunu bağımsız ve birleşik bir Kürdistan devletinin kurulma sorunudur. Üzerinde yaşadığı topraklar dört ayrı ulus devlet tarafından gasp edilmiş Kürd ulusu kendi kaderini ancak bu topraklar üzerinde egemen olduğu bir devlet kurarak tayin edebilir.

2- Kürdistan sorunu bir devlet kurularak çözülebileceğine göre Kürdistan sorunu bir devrim sorunudur. Kürdistan devleti devrimsiz kurulamaz.

3- Kürdistan’daki ulusal kurtuluş mücadelesine önderlik etmek için tek bir devrimci partiye ihtiyaç vardır. Zira Kürdistan devrimi farklı bölgelerde farklı zamanlarda ayaklanma süreçleriyle ilerleyecek olsa da bu ayaklanmalar tek bir devrimin parçası olacaktır.

4- Bununla birlikte Kürdistan devrimi ezen ulus devletlerindeki devrim süreçleriyle ve Orta Doğu’daki çözülememiş ulusal sorunların yaşandığı ülkelerdeki ulusal kurtuluş mücadeleleri ile de yakından ilişkilidir. Aynı zamanda Kürdistan sorununa doğrudan müdahil olan Emperyalistler ezilen ulusları bölen, ezilen ulus mücadelelerini boğan temel aktörlerdir. Ezilen uluslar üzerindeki emperyalist ablukanın kalkması için emperyalist metropollerde de sınıf mücadelesinin yükseltilmesi gerekir. Bu nedenle emperyalist metropollerdeki devrim süreçleri de Kürdistan devrimi ile yakından ilişkilidir.

5- Kürdistan sorunu kadar Kürdistan devriminin uluslararası karakteri ve bu devrimin ve onunla ilişkili tüm devrimlerin Uluslar arası bir merkezden yönetilmesini şart koşar. Sadece Kürdistan devrimine değil, onunla ilişkili tüm devrimlere önderlik edecek tüm partiler tek bir uluslar arası merkeze bağlı olmalıdır. 6- Söz konusu merkez, temel prensiplerde ortaklaşan, örgütlü güçlerin oluşturduğu bir merkez olmalı ve kendisi de aynı örgütlülük ile hareket etmelidir. İdaresi altındaki ulusal örgütlenmeleri sevk ve idare eden, onları aynı siyasi çizgi doğrultusunda hareket ettiren politik ve örgütsel bir merkez olmalıdır.

7- Bu devrimlere önderlik etmek isteyenlerin en sıkı eşgüdümünü sağlayacak uluslararası bir merkezin kuruluşunu tartışmak üzere konferansımızın tarif ettiği prensiplerde ortaklaşan fakat bununla sınırlı kalmayarak ulusal ve uluslararası her türlü siyasal sorunun devrimci bir çözümünü sağlamaya aday uluslararası bir merkezin varlığı, işleyişi, prensipleri konusunda da ortaklaşmayı dert edinen farklı ülkelerden devrimci örgütlü güçlerle yeni bir konferansın örgütlenmesi ödevi karşımızda durmaktadır.

8- Bu ödevin yerine getirilmesi için gerekli adımları atması için konferans kendine bir heyet belirlemiştir. Heyet yeni bir konferansın örgütlenmesi için örgütlü güçlere çağrıda bulunacaktır.

KONFERANS ÇAĞRISI

Uluslararası Kürdistan Konferansı, Kürdistan Depremi sonrasında toplandı. Felaketler gerçekleri örten yalan perdesini kısa süreliğine olsa da yırtıp atar. Kürdistan Depremi’nde de öyle oldu. Sadece on binlerce kardeşimizin enkaz altında yitip gitmesi değil, bu depremin konamayan adı dahi Kürdistan’ın ve Kürd ulusunun durumunu özetliyor. Kürdistan’ın iki parçasını yıkan bir deprem dahi Türkiye-Suriye depremi olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu olan varlığı ve vatanı yoksayılan, her kaybı misliyle yaşayan bir ulustur.

Yoksayılan Kürdistan, konferansın toplandığı günlerde de her zaman olduğu gibi ağır bir saldırı altındaydı. Metina, Zap, Avaşin bir yılı aşkın süredir saldırı altında. Rusya Astana Platformu’nu diriltmeye çalışırken, sadece Türkiye ve Suriye arasındaki barış görüşmeleri hız kazanmıyor, Kürdistan’ın batısını silahsızlandırma yönündeki basınç da şiddetleniyor. Türk devleti, deprem gününden beri Şehba ve Til Rifat hattını bombalıyor. Irak Hükümeti Kerkük askeri üssünü ABD’den devralırken, Kürdlerin düşmanları Duhok’ta helikopter düşürüyor, Süleymaniye’de SİHA’lar Mazlum Abdi’ye saldırıyor. Kürdistan’ın doğusundaki Kürt idamları vaka-i adiyeye dönüşürken, İran hükümeti Irak ile sınır güvenliği anlaşması imzalayarak Kürdistan’ın doğusundaki örgütleri kıskaç altına almayı hedefliyor.

Kürdistan’ın tüm parçalarındaki saldırılar sebepsiz değil. Kürdistan emperyalistler arasında kıyasıya bir paylaşım kavgasının yürüdüğü, bu paylaşım kavgasının bir ürünü olarak dört devletin bir birine bağlandığı, dünyanın en kalabalık ezilen ulusunun kendi topraklarında zincire vurulduğu bir düğüm noktasıdır. Ama doğudan batıya, kuzeyden güneye Kürdistan dünyanın en büyük devrimci dinamiklerinin merkezi aynı zamanda. Kuzeyindeki başkaldırı on yıllardır güçlenerek sürüyor, batısında imkansızlıklar, bombardmanlara, suikastlerle ve kuşatmaya rağmen Kürdler kendilerini yönetmekten vaz geçmiyorlar. Doğusundaki ayaklanma İran’daki rejimi sarsıyor. Kürdistan’ın devrimci dinamikleri yeni ortaya çıkmadı, yüz yıllık öyküsü ulusal kurtuluş mücadeleleri çağının başından beri sürüyor. Kürdistan Koçgiri’dir, Ağrı Cumhuriyeti’dir, Mahabad’dır, Raperin Ayaklanması’dır. Colemêrg’den Dilok’a bitirilemeyen Kürd Baharı’dır.

Konferans Kürdistan’ı yirminci yüzyılın devrimci dinamiklerinin sürdüğü, nev-i şahsına münhasır bir coğrafya olarak değerlendirmedi. Dünyanın sömürülenleri, horlananları Lima’dan Kolombo’ya “Artık Yeter!” derken, Kürdistan geçmişteki devrimciliğin kalıntısı değil dünyayı sarsacak yeni fırtınaların müjdecisidir, dünyadaki devrimci dinamiklerin merkezidir. Tam da bu yüzden dünyadaki tüm devrimcilerin gündeminin merkezine oturmalıdır. Toprakları dört parçaya bölünmüş Kürdlerin ezen ulus devletlerini parçalayarak kendi topraklarında egemen bir devlet kurarak birleşmeleri sadece Ortadoğu’yu değil dünyayı sarsacak muzzam bir devrimci atılım olacaktır.

Dünyadaki ezilenlerin ve sömürülenlerin önünü açacak atılım için Kürdistan’da bir ezilen ulusun varlığını kabul etmek önemli olsa da yeterli değildir, bağımsız birleşik Kürdistan’ı savunmak da yeterli değildir. Bağımsız birleşik Kürdistan’ın nasıl kurulabilir? Asıl soru budur. Bir tarafta Kürdistan’ın ezen ulus devletlerinin yahut kerameti kendinden menkul uluslararası kurumların yasa ve prensiplerine bağlı olarak, bu kurumların çizdiği sınırlar içinde kurulacağını savunanlar var. Diğer tarafta ise bağımsızlığın ezen ulusların ve emperyalistlerin koyduğu sınırlamaları yok sayarak, Kürd ulusunun kendi egemenlik organlarını kurarak kendi kaderini tayin etmesiyle sağlanacağını savunanlar bulunuyor. Söz konusu ayrım Kürdistan sorununu reformla çözülebileceği hayallerini yayanlarla, Kürdistan’ın bağımsızlığının ancak devrimle kazanılabileceğini bilecek kadar gerçekçi olanlar arasındaki ayrımdır. Devrim dinamiklerinin yükseldiği bir dünyada devrimci çözüm ile devrimci olmayan çözüm arasındaki ayrımlar sadece Kürdistan’da değil neredeyse her siyasi coğrafyada neredeyse her siyasi sorunda yaşanmaktadır. Kürdistan’ı ayırt eden bu sorunun yaşanması değil şiddetidir.

Bugün Kürdistan sorununda olanca çıplaklığıyla açığa çıkan ayrışma bundan yüz dokuz yıl önce bütün dünyayı kana ve gözyaşına boğan savaş sırasında da yaşanmıştı. Savaş patlak verdikten sonra öncelikli sorunun barışın sağlanması olduğunda neredeyse herkes hemfikirdi. Ayrım barışın nasıl sağlanacağı sorusuyla ortaya çıkıyordu. O zaman da bir tarafta kendi hükümetlerine barış için basınç yapmaya çalışanlar, iflas bayrağını çekmiş uluslararası örgütlerin ruhunu çağırarak barışı sağlamaya çalışanlar vardı. Diğer tarafta ise barışın ancak işçilerin, köylülerin ve ezilen ulusların kendi iktidar organlarını kurmasıyla mümkün olacağını savunanlar bulunuyordu. Birinci yolu seçenler önce büyük bir teslimiyetin, sonrasında da yeni bir paylaşım savaşına varacak faşizmin yolunu döşediler. İkinci yolu seçenler ise tüm dünyada sömürülen ve ezilenler için bir kurtuluş çağının yolunu açtılar. Bir sorun olarak ele alındığında Kürdistan’ın esareti dünyadaki diğer sömürülen ve ezilen yığınların sorunlarından daha önemli değildir. Ancak bir çözüm olarak, bağımsız ve birleşik Kürdistan’ın bir devrim yoluyla kurulması, dünyada bu sefer farklı ve tüm hakim sınıfları enkaz altında bırakacak bir deprem olacak, dünyanın sömürülen ve ezilen yığınlarının kurtuluş çağını yeniden başlatacaktır. Kürdistan Uluslararası Konferansının çağrısı sömürülenlerin ve ezilen uluslarının kurtuluş mücadelesinin önünü açma hedefini yansıtır.

Çağrımız bu nedenle sadece Kürdistan’ın parçalarındaki yahut Türkiye, Suriye, İran, Irak’taki devrimcilere yönelik değil. Çağrımız dünyanın dört bir yanında devrim mücadelesini büyütme iddiasını taşıyan tüm örgütlü güçlere: Gelin bağımsız ve birleşik Kürdistan’ın bir devrimle kurulabileceğini savunan tüm güçlerin en güçlü, en sıkı birliğini sağlayalım. Gelin sadece kendi ülkelerindeki devrim dinamiklerini büyütmek için Kürdistan devrim dinamiklerinden beslenmeyi değil aynı zamanda Kürdistan devrimin önünü açmak ve dünyanın tüm ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşunu sağlamak için kendi ülkesindeki devrime önderlik etmeyi asıl görevi olarak kabul eden tüm güçlerin birliğini sağlayalım. Gelin tüm bu devrimci güçleri sevk ve idare edecek bir uluslararası merkezin temel prensiplerini belirleyip bu merkezi yaratmak için uluslarası bir konferansı birlikte örgütleyelim.